Written by 17:35 HABERLER

Viyana’da Madımak Katliamını hatırlatan sahneler yaşandı

ZEYNEP ARSLAN / Viyana

Avusturya başkenti Viyana’da 24 Haziran’da ‘Kadına karşı şiddet durdurulsun” eylemi kendisine “ülkücü”, “bozkurtçu” ve “Erdoğancı” diyen bir grup tarafından saldırıya uğradı. Kadınlar saldırıdan sonra sığındıkları Favoriten semtinde, halk arasında “işgal binası” olarak bilinen ‘Ernst Kirchweger Haus’ta (EKH) saatlerce yardım bekledi. 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak saldırısı anımsatan sahnelerin yaşandığı olay Avusturya kamuoyunda gündem yarattı.

Favoriten’de daha önce çeşitli demokratik kitle kuruluşu ve sendikalar ile birlikte düzenlenen 1 Mayıs işçi bayramına da aynı grup tarafından saldırılar düzenlenmişti. Kendisini İslamcılık ve ‘Türkçülük’ adına Favoriten’in “ahlak ve düzen bekçileri” olarak lanseden “Favoritenli Türk gençleri” Ramazan ayında 1 Mayıs işçi bayramından Kürtçe müzik çalınmasından ve alkol içilmesinden rahatsızlık duymuş ve katılımcılara provokatif sataşmalarda bulunmuştu.

Saldırıyı protesto etmek için 25 Haziran’da anti-faşist demokratik kitle kurumları Favoriten’de ortak bir eylem gerçekleştirdi. Yapılan eylemde kadınlar son günlerde Rojava ve Kuzey Irak’da öldürülen Kürt kadın, kadın örgütleri yönetici ve aktivistlerine işaret etti ve ölümlerin arkasında yatan küresel politikalara ve savaş ekonomisine dikkat çektiler. Yine eylemin düzenlendiği Favoriten çarşısında bir grup Türkiyeli faşist tarafından sataşmalar yaşandı. “Favoriten hepimizin! Irkçı ve faşist kışkırtma ve çabalarına geçit yok!” diyerek, provokatif sataşmalara rağmen, kadınlar eylem ve basın açıklamalarını yaparak, etkinliklerini tamamladılar.

İşgal binasında bulunan derneklerine geri dönen siyasi gruplar, ATİGF (Avusturya Türkiye İşçi Gençlik Federasyonu) ve DİDF (Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu) ilerleyen saatlerde sosyal medya üzerinden örgütlenerek ve sayıları bin civarında olduğu tahmin edilen, çoğunluğu Türk, Çeçen ve Afganlı gençlerinin saldırısına uğradılar. Grup tekbir getirip “Recep Tayyip Erdoğan!” sloganları atarak saldırdı. Avusturya yasalarınca yasaklanmış ve Nazilerin kamalı haçıyla eş tutulan bozkurt işaretini yaparak binanın içine girip, binanın içinde bulunan insanları öldürmek ve binayı yakmakla tehdit ettiler. Dakikalar içinde yüzlerce Türk genci binanın etrafını sarınca, binanın içinde insanlar saatlerce beklemek zorunda kaldılar. Yoğun polis görevlilerinin ve helikopterlerin olay mahallinde bulunmasına rağmen DİDF derneğinin camlarını indiren bozkurtçu Türk gençleri binanın içinde bulunan insanlara fiili saldırı girişiminde bulundular. Binanın içinde maruz kalan insanlar kendilerini bayrak değnekleri ve sandalyelerle korumaya çalıştılar.

Gece yarısı biten saldırılar ertesi gün, 26 Haziran 2020’de daha geniş katılımlı, yeni bir yürüyüşle protesto edildi. Almanya ve Avusturya’nın diğer bölgelerinden takviye güç getiren bozkurtçu gençlerin, “işgal binasında bulunan insanlar İslam’a küfür ettiler!” diye yanlarına aldıkları Çeçen ve Afganlı gençlerle birlikte ırkçılık ve faşizme karşı düzenlenen büyük yürüyüşü sabote etmesi bekleniyordu.

Avusturya basınında geniş çapta yer bulan gelişmeler “Türk-Kürt” gruplarının Türkiye’den ithal ettikleri siyasi kimlik sorunları olarak anlatıldı. Gençlerin kusursuz biçimde Almanca konuşmaları ve polis kontrollerinde Avusturya vatandaşları olduğu gerçeği Avusturya kamuoyunu şaşırttı. Bunun bir ‘entegrasyon sorunu’ olduğunu söyleyen entegrasyondan sorumlu olan, Yeşiller (Die Grünen) ve Hıristiyan Halk Partisi (ÖVP) koalisyon hükümeti bakanı Susanne Raab sosyal demokrat (SPÖ) muhalefet partisi tarafından yoğun eleştirilere maruz kaldı. SPÖ’lü milletvekili Nurten Yılmaz saldırgan grubun arkasında siyasi bir ideoloji ve organizasyonların olduğunu söyleyerek, hükümetin ÖVP’li İçişleri Bakanı Karl Nehammer’ın konuyu bir güvenlik sorunu olarak ele alması gerektiğini söyledi. Bu anlamda hükümetin radikal ve aşırıcı siyasi ideoloji ve grupları mercek altına almakta eksik kaldığını vurguladı.

Viyana eyaleti entegrasyon bakanı Jürgen Czernohorszky sosyal medya hesabından “Viyana’da ırkçılığa ve faşizme yer yok” beyanında bulunurken, Viyana Belediye Başkanı ve Valisi Michael Ludwig, “iki tarafı” sakinleşmeye davet ederek, yasalara uymayanların polislerin aldıkları önlem ve uyguladıkları müdahalelerin sonuçlarına katlanmak zorunda olduklarını söyledi. Yeşiller partisinin milletvekilleri Ewa Ernst-Dziedzic, Faika El-Nagashi ve Veronika Spielmann basın beyanı ve sosyal medya hesaplarından ırkçılık ve faşizm karşıtı beyanlarda bulundu. İslamcı çevrelere yakınlıklarıyla bilinen Omar Al-Rawi gibi siyasetçilerin velilere “çocuklarınıza sahip çıkın!” çağrılarıda etkileyici bir sonuç vermedi. Sosyal medya hesaplarından bazı veliler ise Türk gençlerinin “bir oyunun içine çekildiklerini” ifade ederek “oyuna gelmeyin. Evinize dönün” ifadeleri dikkat çekti.

Avusturya basınında geniş çapta yankılanan olaylar salt “Türk-Kürt” çatışması olarak işlendi. Öte yandan geçtiğimiz yıl “Ibiza Skandalı” olarak dünya kamuoyuna intikal eden siyasi krizinde araştırma komisyonları ve mahkeme süreçlerinde ilerleme kaydedildi. Son günlerde Avusturya hükümet sözcü ve başbakan da dahil olmak üzere parlamenterlerin skandal ile bağlantıları günyüzüne çıkarken, Favoriten’de patlak veren olayların siyasi bir komplo olup olmadığı da sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle kurumları ve kamuoyu tarafından garipsenmeye başladı ve “neden şimdi oldu?” sorusu da gündemde yerini aldı. Türkiye’nin ekonomik ve politik krizinden dikkatleri dağıtmak adına Kürt bölgelerini bombalamasıyla parallelikler kuruldu.

Sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri ve antifaşist grupların ortak basın açıklamalarında meselenin “ergen erkeklerden oluşan bir genç çetesi” olmadığı, saldırının örgütlü olduğu, siyasi güdümlü olduğu ve demokratik ölçülerde ortak yaşam için verilen mücadeleyi baltaladığı ifade edildi. DİDF bu ve benzer olayların çalışanların, işçilerin ve toplumun emek cephesinde yaşam mücadelesi verenlerin kültürel, inançsal ve etnik kıstaslarda ayrıştırılmasına ve kutuplaştırılmasına izin verilmemesi gerektiği çağrısında bulundu. Siyasetin, olaylar boyunca pasif bir tutum sergileyen polis eşliğinde durumdan toplumu ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı biçimde faydalanmak üzere bir tavır sergilediği eleştirildi. Olaylar boyunca tek bir siyasetçi olay mahalline teşrif etmedi. Polisin durumu kontrol altına alması beklenildi.

Close