Written by 11:02 HABERLER

‚Wilkommen in Deutschland‘

Onbinlerce sığınmacının Almanya’ya gelmesi büyük bir yardımlaşma ve dayanışma kampanyasına dö…

fluechtlinge-willkommen-deutschlandSuriye, Afganistan, Eritre vey Somali’den… yola çıkıp, Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçip oradan barikatları, telden duvarları aşıp yola devam eden binlerce sığınmacının varmak istediği ülkelerin en başında Almanya geliyor.

Öyle ki; yola çıkanlar bu isteklerini taşıdıkları dövizlerle, Başbakan Angela Merkel’in fotoğraflarıyla ve AB bayrağı taşıyarak gösteriyorlar. Makedonya, Macaristan ve Avusturya’dan geçilmesine rağmen, bu ülkelerde kalan sığınmacı sayısı neredeyse yok.

Peki neden Almanya?

Hiç şüphesiz Almanya Avrupa’nın hem en zengin hem de büyük ülkesi. Uzaktan bakınca imrenilecek bir ülke. Bu nedenle Almanya’ya varıp iltica ettiklerinde daha güvenli bir ortamla karşılaşacaklarını, daha iyi ekonomik koşullara sahip olacağını düşünüyorlar.

Almanya’da onlara yardım eden bir tanıdıklarının, dostlarının, akrabalarının olması ise bu ülkeyi daha cazip hale getiriyor doğal olarak.

ALMAN HALKININ UZATTIĞI DAYANIŞMA ELİ

Macaristan ve Avusturya üzerinden onbinlerce insanın Almanya’ya gelmesinin ortaya çıkardığı en önemli noktaların başında “Aydınlık Almanya”nın görülmesi oldu. Almanların sığınmacılara karşı soğuk, bencil, önyargılı olduğunu söyleyenlerin çoğu bu süreçte tersi bir manzaraya tanık oldular.

Avusturya’dan kalkan ve sığınmacıları taşıyan trenler Münih’e, Stuttgart’a, Frankfurt’a, Dortmund’a vardıklarında adeta “bayram havasında” karşılandılar. Gecenin geç saatlerinde evlerinden getirdikleri giysileri, yiyecekleri zor günler geçiren sığınmacılarla paylaşan Alman emekçilerinin bu tutumunun elbette alkışlanması gerekiyor. Uzun bir yolculuğu, zor ve tehlikeli günleri arkasında bırakanlar “Welcom to Germany” (Almanya’ya hoş geldiniz)  sloganıyla karşılandı.

Kameralara yansıyan görüntülere bakıldığında, tren istasyonlarında toplanan binlerce kişi sanki yıllardır görmediği akrabalarını, dostlarını karşılamaya gelmiş… Öyle ki, istasyonlarda trenin kapısı açıldığında, inenleri tanımadığı halde boynuna sarılıyordu.

Halk arasında adeta büyük bir yardım seferlerliği başladı. Herkes kendi cephesinden sığınmacılara nasıl yardım edebileceğini düşünerek hareket etti. Bu temelde ülke genelinde yurttaşların kurduğu çok sayıda inisiyatif ortaya çıktı. Devletin sığınmacılar için ilk etapta yapması gerekenleri adeta yurttaşlar üstlendi.

Savaşın, çatışmanın, yoksulluğun ortasından çıkıp gelenler kendilerine uzatılan dost elini görünce doğru bir ülkeye geldiklerini düşünüyorlar.

Denilebilir ki Almanya bu yönüyle neredeyse bir “ilki” yaşıyor.

Buna artık “Hoşgeldin” kültürü deniliyor.

HALK SAVAŞIN VE TRAJEDİNİN FARKINDA

Peki Almanya’da halkı yardım seferberliğine iten nedir?

Die Tageszeitung’dan Gereon Asmuth bunu dört nedene bağlıyor: Yıllardır gördüğü Suriye ve Afrika’daki çatışmalar konusunda nihayet bir şey yapma isteği; Nazi geçmişinden kaynaklı tarihsel bilinç; politikacıların olanlar karşısında hiç bir şey yapmamasına duyulan öfte ve meydanı Neonazilere bırakmama.” (08.09.2015)

Nedenler elbette daha fazla uzatılabilir. Ancak bunların ilk sırasında Suriye’den, Afrika’dan başlayarak yaşanan insanlık trajedisinin Akdeniz ve Eğe’nin sulara gömülmesi karşısında birşeyler yapma arzusu öne çıkıyor. Özellikle en çok sığınmacının geldiği Suriye’nin Almanya’nın da aralarında olduğu Batı’lı devletler ve onların bölgedeki işbirlikçileri tarafından kaos ve savaşın içine çekildiği geniş kitleler tarafından biliniyor. Buna bir de kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen insanları barbarca katleden İslamist bir terör örgütünün yaptıklarının eklenmesi, yardım elini uzatmayı daha da gerekli kılıyor.

Bu yanıyla Suriye, daha önce benzer durumda olan ülkelerden farklılık arz ediyor. Suriye’den gelenleri insanlık düşmanı, barbar bir örgütün elinden kaçanlar olarak değerlendiriyor insanlar.

HALK DAYANIŞMA, SERMAYE İŞGÜCÜ DERDİNDE

Halk arasında çıkarsız şekilde sığınmacılara dostluk ve dayanışma eli uzatılırken, sermaye partileri ve politikacıları ise her zaman olduğu gibi durumdan sermaye için yararlanma ve kar sağlamanın çabası içerisindeler.

Kapıların açılması, sığınmacıların içeriye alınması bir taraftan Merkel başta olmak üzere Almanya hükümetine yönelik bir sempatinin oluşmasına neden olurken, (böylece uluslararası siyaset alanında gelecekte hayli yararlı bir yatırım olarak bu durum teşvik edilirken), diğer taraftan arsızca, gelenlerin nasıl ucuz işgücü olarak kullanılabileceği hesapları yapılmaya başlandı.

Başka bir deyişle, gelenler can derdindeyken, hükümet ülkeye ayak basan bu yeni işgücünü nasıl sermayeye ucuza pazarlayacağının planlarını yapıyor. Ve hükümet partileri arasında yapılan “Koalisyon Zirvesi”nde, gelen sığınmacıların üç ay içinde kiralık/taşeron firmalarda çalışmasına onay çıktı. Daha önceki düzenlemeye göre iltica başvurusunda bulunanlar, başvuruları kabul edilmediği sürece dört yıl boyunca kiralık firmalarda çalışamıyorlardı.

Bununla bir taraftan sığınmacıların devlete yük olmasının önüne geçilirken, diğer taraftan, yeni gelen, dil bilmeyen, daha ülkeyi tanıma fırsatı bulmayan genç nüfusun tıpkı ilk nesil “misafir işçiler” gibi yurtlara doldurulup fabrikalarda çalıştırılması amaçlanıyor.

Böylece bir yandan insani rant sağlarken, ülke içinde de emekçilere yöelik ucuz işgücü baskısını arttırma konusunda yeni avantajlar elde edilmiş oluyor.

Zaten büyü mağduriyetler yaşayan Suriyeli emekçiler üzerinden yapılan bu hesaplar, kapitalizmin utanmazlığının somut bir göstergesi elbette. Ki bu da “Karanlık Almanya”nın bir ayağını oluşturuyor ve Alman halkı ile onu yönetenler arasındaki büyük farkı ifade ediyor.

Elbette Alman halkının gelen sığınmacılara yönelik ortaya koyduğu insani tutum, Almanya’da mültecilere yönelik gerek ırkçı-faşist grupların oluşturduğu tehdit; gerekse de resmi makamlar eliyle uygulanan yasal zorluk ve baskıların olmadığı anlamına gelmiyor. Mülteciler eyönelik daha şimdiden sayısı hiç de az olmayan saldırıların önümüzdeki günlerde daha da artması sürpriz olmayacaktır. Keza hükümet ve diğer sermaye politikacılarının ‘sıüınmacı dostu’ elbisesini çıkarıp, sığınmacılar üzerinden önyargı ve düşmanlıkları kışkırtması da çok uzak bir geleceğin sorunu değildir.

Gerek ırkçıların gereke hükümetin bu yöndeki ayrıcı-kutuplaştırıcı ve emekçileri bölme yönündeki bu çabalarını boşa çıkarabilecek tek güç, yerli ve göçmen halk arasında kurulacak dostluk, dayanışma ve birlik olacaktır. Bu birliğin imkanlarının bugün daha da arttığını söyleyebiliriz; Çünkü bu ülkede emekçileri sömürerek ayakta duranların aynı zamanda Suriye ve Ortadoğu’daki savaş ortamını da yarattığı bugün daha geniş br kesim tarafından görülüp anlaşılır hale gelmiş bulunuyor.

Son olarak şunu da ifade edelim ki, ülkedeki en büyük göçmen grubu olan Türkiye kökenlilerin de Suriye başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinden gelen sığınmacılara dostluk elini uzatması, yaralarının sarılması, acılarının dinmesi için adım atması, yerli ve göçmenlerin birlikte yaşamını kolaylaştıracak, sermayenin bölme planlarını bozacaktır. Çünkü Türkiye kökenli emekçilerin bu katkıyı sunmak için hem ihtiyacı, hem tecrübeleri ve dolayısıyla hem sorumlulukları fazlasıyla mevcuttur.  (YH)

 

DGB: Sığınmacılar ucuz işgücü yapılmamalı

Alman Sendikalar Birliği (DGB) son haftalarda gelen sığınmacıların iş piyasasında düşük işgücü olarak kullanılması yönündeki taleplere sert tepki gösterdi. Südwestrundfunk’a (SWR) konuşan DGB Genel Başkanı Reiner Hoffmann, “Sığınmacıların ucuz iş gücü olarak kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Sığınmacıların asgari ücret altında çalıştırılması söz konusu olamaz. Alman işçiler için geçerli olan koşullar gelen sığınmacılar için de olmalı” dedi.

Sığınmacıların kiralık işçi olarak iş piyasasına katılması konusunda görüşmelere açık olduklarını söyleyen DGB Başkanı, sığınmacıların ucuz işgücü olarak suiistimal edilmemesi gerektiğini vurguladı.

Öte yandan Birleşik Hizmet Sendikası (ver.di) de, yüzbinlerce sığınmacının iş piyasasına kazandırılması konusunda geçerli olan anlaşmalara uyulmasını istedi. (YH)

Close