Written by 13:18 uncategorized

Yardım istemek bir haktır

Mannheim’da, uzun yıllar bir yurtta gençlere sosyal danışmanlık yapan Tamer Dursun, 2008 yılı…

Mannheim’da, uzun yıllar bir yurtta gençlere sosyal danışmanlık yapan Tamer Dursun, 2008 yılından beri Mannheim Arbeiterwohlfahrt’da Eğitim ve Aile Danışmanı çalışıyor. Dursun, çalışmalarıyla ilgili olarak gazetemizin sorularını yanıtladı:

Aile danışmanı olarak hangi konularda çalışma yapıyorsunuz?

Çocuklarıyla ilgili sorunlar yaşayan aileler bizim çalışma alanımızı oluşturuyorlar. Bu sorunları kişisel ve sosyal gelişim bozuklukları, iletişim sorunları, topluma uyum sorunu, eğitimde anne ve babanın ayrı düşüncelere sahip olması, çocuğun okulda ya da başka değişik gruplar içersinde uyum problemi yaşaması gibi adlandırabiliriz. Bu konularda çözüme ihtiyaç duyan aileler bize ‚Gençlik Dairesi‘ üzerinden ulaşıyorlar. Yapılan aile yardımlarının amacı bir yandan ailedeki iletişim bağlarını güçlendirmek, aile bireylerinin pozitif yönlerine odaklanmak, belki de ileride aileyi tehdit edebilecek „çocuğun aileden alınıp bir yurda ya da bakıcı aileye verilmesi“  kararının önüne geçilmesi, diğer yandan çocuğun ilişki içinde bulunduğu alanlarla (bu okul, sosyal ve kültürel gruplar, arkadaş çevresi ve akrabalar olabilir) ilişkiye geçip, aslında arka planda bulunan sorunların kaynaklarını belirlemek ve ortadan kalkması için girişimlerde bulunmak. Gençlik Dairesi üzerinden ailelere sunulan bu yardım ücretsiz olup, genelde 1-2 yıl sürmekte. Ben özellikle Türkiyeli ailelerle ilgileniyorum, çünkü bu alanda anadilde yardım yapabilecek uzman sayısı ne yazık ki çok az.
En çok hangi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
Gençlik Dairesi’nin görevleri, yardım yapabileceği alanlar Türkiyeli aileler tarafından bilinmiyor. Gençlik Dairesi denildiği zaman insanımızın ilk aklına gelen şey çocukların devlet tarafından anne-babadan alınma tehlikesi. Böyle düşünen aileler, hakları olan bir yardımı Gençlik Dairesi’nden talep etmek yerine, en son dakikaya kadar aile içindeki sorunlarla boğuşmayı tercih edip deyim yerindeyse „ser verip sır vermeme“ yolunu seçiyorlar. İş böyle olunca, aile bireyleri zamanla hem yıpranıyorlar, hem de varolan sorun büyüyüp daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Oysa Gençlik Dairesi’nin ilk etapta çocuğu aileden koparmak gibi bir amacı yoktur. Bu hem yasal anlamda hem de ekonomik anlamda zordur. Yasalara göre bir çocuğun yeri ailesidir ancak çocuğun hayatı için tehlike oluşturabilecek, kişisel ve toplumsal gelişimini engelleyecek, ruhsal sorunlara yol açabilecek durumlar (Bunları aile içi cinsel taciz, alkol ve uyuşturucu kullanan ebeveynler, çocuklara şiddet uygulanması, çocuğun bakımında ebeveynlerin ilgisiz ya da yetersiz olmaları, anne ya da babanın ağır bir ruhsal ya da bedensel hastalık yüzünden çocuklarla ilgilenebilecek durumunun olmaması gibi sırlayabiliriz) olursa burada çocuğun aileden alınması gündeme gelir. Diğer taraftan hükümetin bütün alanlarda uyguladığı kemer sıkma politikası bu alanda da kendini gösteriyor. Bir çocuğun aile dışında bir alanda bakılmasının devlete maliyeti yılda 25-35 bin Euro gibi rakamlarla telaffuz edildiğinden, bu „yardım“ modeli eskisi gibi tercih edilmiyor.
Bu ülkede yaşayan, çalışan, üreten, vergisini veren Türkiyeli ailelerin de devlet tarafından yapılan bu yardımları alma hakları vardır ve kulaktan dolma sözlere itibar edip korkmak yerine bu haklarını araştırıp, kendileri için uygun olanları sonuna kadar kullanmalıdırlar.
İkinci bir sorun ise elbette dil ve ‚mentalite sorunu‘. Benim çalışma bölgem Mannheim’da 20 binin üzerinde Türkiyeli yaşıyor. Bunların arasında Almanca sorunu olan anne-babalar, aile yardımı almak isteseler bile bunu nerede, nasıl ve kiminle konuşacaklarını bilmemektedirler. Ya da Gençlik Dairesi’ne gidip orada sorunu yanlış anlatıp, hiçbir yardım alamadan geri dönmekteler.

Gençlerin en çok yaşadığı sorunlar neler? Onlar gerçekten de kendilerini iki kültür arasına sıkışmış olarak mı hissediyor?
Burada öncelikle göçmen ailelerden gelen gençlerin sorunları ve Alman gençlerin sorunları diye bir ayırım yapmadan, yaşanan ortak sorunlar üzerinde durmak istiyorum. Çünkü yaşanan ya da daha doğrusu çirkin politikalarla gençlere yaşatılan ortak bir tablo sözkonusu. Eğitim alanındaki eşitsizlik, meslek yeri bulma zorluğu, işsizlik, yoksulluk, sosyal hakların kısıtlanması, uyuşturucu, alkol ve tüketim hastalığının toplum içinde kangren gibi yayılması gençlerin başlıca ortak sorunlarıdır. Ve bu sorunların kaynağının görünmemesini isteyen politikacılar suyu bulandırıp, özellikle ekonomik çöküş ve işsizlik problemlerini göçmen ailelerin üzerine yıkma gayretindeler.
İşte tam da bu nokta da Türkiyeli gençler yukarıda saydığım sorunların dışında göçmen olmanın getirdiği başka sorunlar da yaşıyorlar. Göçmen çocukları hem anne-babaların okul eğitimi konusunda yetersiz kalmaları hem de yeterli düzeyde Almanca bilmemeleri yüzünden hiçbir araştırma ve test yapılmadan öğrenim sorunu olan çocuklara yönelik ‚Sonderschule’lere yollanabiliyorlar. Hatta bazı anne-babaların bu okul değişikliği için anlamadan okul değişim kağıtlarını imzaladıklarını ve çok daha sonra bunun ne anlama geldiğini öğrendiklerine şahit oldum.

Aileler ne gibi zorluklarla karşılaşıyor? Size göre ailelerin üzerine ne gibi görevler düşüyor?
Şöyle bir örnek vereyim: Ailelere, çocukların büyürken nasıl anne-babaya ihtiyaç duyduklarını, sadece onlar için para kazanmanın, onları beslemenin, giyecek almanın yeterli olmadığının, onlara vakit ayırmanın, onları dinlemenin, anlayış göstermenin, eğitimleri konusunda dikkat göstermelerinin, şiddetten uzak bir eğitimin uygulanmasının çok daha önemli olduğunu vurguluyorum. Fakat günde 12-15 saat çalışmak zorunda kalan, horlanan, insan yerine konulmayan anne-babaların çocuklarıyla anlattığım biçimiyle nasıl bir sağlıklı ilişki kurabilecekleri konusunda şüphelerim var. Böyle olumsuz koşullarda çalışan ya da işsiz kalıp, sosyal yardımla geçinen, toplumdan soyutlanan, yalnızlaştırılan anne-babalar kendilerine ne verebilirler ki, çocuklarına birşeyler verebilsinler. Özellikle göçmen ailelerde hem ekonomik sorunların hem de dil engelinin yarattığı psikolojik durum hiç de iç açıcı değil.
Her şeye rağmen anne-babalar umutlarını yitirmeden, çocuklarının gelecekleri için ellerini taşın altına koyup, sorumluluklarının takipçileri olmalılar.
Yaklaşık her on kişiden ikisinin yoksulluk sınırında yaşadığı, her yedi çocuktan birinin alkol ya da uyuşturucu denediği, her on çocuktan birinin cinsel tacize uğradığı Almanya`da çocuklarımızla diyalogumuz onların sağlıklı kişiler olarak yetişebilmelerinin güvencesidir.

Close