Written by 16:11 uncategorized

Yeşiller Partisi ne işe yarar?

Almanya’da son bir kaç aydır “Yeşiller’in yükselişi” konuşuluyor. Gazeteler ve televizyonda yer alan haberlere göre, muhtemel bir genel seçimde Yeşiller Partisi yüzde 20’nin üzerinde oy alabilecek. Yine bu partinin önümüzdeki yıl parlamento seçimlerinin yapılacağı Berlin’de yüzde 28, Baden-Württemberg’de yüzde 32 oy alacağı, dolayısıyla da diğer partileri geçip, birinci olabileceği, ilk kez başbakan çıkarabileceği propaganda ediliyor. Bu propaganda partinin 19-21 Kasım ‘da Freiburg’ta yaptığı genel kongre vesilesiyle bir kez daha doruğa çıkarıldı. Cem Özdemir ve Claudia Roth’un yeniden eşbaşkanlığa seçildiği kongrede ciddi sayılabilecek bir değişim yaşanmadı.
Anketler üzerinden yazılan senaryoların ne kadar gerçekleşeceğini bugünden kestirmek elbette zor. Ancak görünen o ki, sermaye ve onun basını güven yitirmekte olan sistemin üç ana partisinin dolduramadığı boşluğu, bu kez öncesine göre daha fazla Yeşiller’e oynayarak, muhtemel bir sistem ötesi hareketin önüne geçmeyi hedefliyor.
Bu yüzden de bir zamanlar pek fazla dikkate değer görülmeyen bu küçük partinin artık “Yeni Alman halk partisi” (Der Spiegel) olarak değerlendirilmesine kadar iş vardırılmış durumda.
Kökleri 1968’e ve 1970’li yılların ikinci yarısındaki nükleer silahlara karşı verilen mücadeleye kadar uzanan Birlik 90/Yeşiller Partisi, 1998’de SPD ile federal düzeyde koalisyon hükümeti kurana kadar, daha çok sistemin sınırları içerisinde “radikal muhalefet” yapan küçük burjuva partisi idi. Sosyal konulardan çok çevre ve silahlanma konularıyla ilgilenen, diğer partilere oranla göçmenlere daha yakın duran bu “alternatif” partinin gerçekten neyi savunduğu, nasıl bir parti olduğu hükümet ortaklığı yaptığı 1998-2005 yılları arasında görüldü.
Sözde “savaş karşıtı” bir parti olarak hükümet ortağı olduktan kısa bir süre sonra, NATO uçaklarının Yugoslavya’yı bombalamasına, binlerce insanın katledilmesine ortak oldu. Ardından Afganistan işgaline ve Almanya’nın bu ülkeye asker göndermesine onay verdi.
Bir “barış partisi” olarak savaşa destek veren Yeşiller, aynı tutumunu ekonomik-sosyal sorunlar ve göçmenlik konularında da sergiledi. SPD’nin itibar kaybetmesinde önemli ölçüde rol oynayan Ajanda 2010 ve Hartz Yasaları’nın altında aynı zamanda Yeşiller’in de imzası bulunuyor.
Keza, başta Vatandaşlık ve Göç Yasası olmak üzere bir çok alanda göçmenlere yönelik yapılan düzenlemelerde iyileştirmelerden çok hak kesintilerinin olduğunu artık herkes biliyor.
7 yıllık iktidar süresince “aşçı” SPD’ye “garsonluk” yaptığı için daha az yıpranan Yeşiller, muhalefette kalmasının da etkisiyle özellikle 2009’daki seçimlerde oyunu kısmen artırdı.
Son 12 yıl içinde yapılan dört genel seçimde Yeşiller’in almış olduğu oy oranı sürecin anlaşılması bakımından önemli: 1998’de yüzde 6.7 (-0,6), 2002’de yüzde 8.7 (+1.9), 2005’de yüzde 8.1 (-0.6) ve 2009’da 10.7 (+2.6).
Bugün anketlerde ifade edilen yüzde 20’nin, 12 yıl içinde katledilen mesafeye göre büyük “bir sıçrama”yı ifade edeceği açık olarak görülüyor.

ALTERNATİFLİKTEN İYİ KAZANANLARIN PARTİSİNE
Bu sıçrama asıl olarak Yeşiller’in tabanını, hedef kitlesini değiştirmesiyle doğrudan ilintili. Özellikle muhalefet olduğu yıllarda “iyi kazananlardan” çok, az kazanan ancak yerleşik partilere güven duymayan “alternatif düşündüğünü ve yaşadığını” savunan küçük burjuvalardan oy alan Yeşiller, hükümet ortaklığı ile birlikte “iyi kazanan”ları da kucaklamayı hedefledi. Politikasını sürekli onların desteğini alabilecek biçimde şekillendirdi, buna karşı çıkanları ise kendi içinden ayıkladı.
Kendisine siyasi rakip olarak da liberalizmin temsilcisi konumundaki Hür Demokrat Parti’yi (FDP) seçti. Süreç içinde aynı taban üzerine oturan FDP ile Yeşiller’in özellikle “bireysel haklar” konusunda neredeyse aynı düşündüğü söylenebilir. Bu aynı taban üzerine yerleşme nedeniyle de, FDP ile aralarında yoğun bir rekabet ve tartışma yaşana geldi; politik platformu aynı olmasına rağmen koalisyon ortaklığı konusunda hep çekince konuldu.
Siyasi yelpazedeki yeri daha önce “sol” olarak görünen Yeşiller, bu gelişmeler eşliğinde konumunu “liberal sol”a kaydırdı ve asıl olarak da bunun üzerinde politika yapan tipik bir burjuva partisine dönüştü.
Yeşiller’deki bu oy artışının bir yanını ise, FDP’nin oy kaybı oluşturmakta. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan koalisyon hükümetlerinde hep “küçük ortak” olarak kilit rol oynayan FDP, uzun bir aradan sonra 1998’de muhalefete düştü. 2002’den itibaren de oyunu istikrarlı bir şekilde artırmaya başladı.
FDP’nin son 12 yıl içindeki oy dağılımı şöyle oldu: 1998 yüzde 6.2 (-0.7), 2002 yüzde 7.4 (+1.2), 2005 yüzde 9.8 (+2.4), 2009 yüzde 14.6 (+4.7)
Ne var ki son genel seçimlerden en karlı çıkan FDP, daha mevcut “Siyah-Sarı” hükümetinin kuruluşunun üzerinden bir yıl gibi kısa bir süre geçerken, oy oranı anketlerde yüzde 5 sınırına kadar gerilemiş durumda. Hükümetin küçük ortağı olmasına rağmen kazanılmış haklara yönelik dile getirmiş olduğu pervasız politikalardan ötürü sürekli güven kaybetti.
Yeşiller’in yükselişi ile FDP’nin çöküşü arasındaki bu ilişki, açık bir şekilde FDP’nin kaybettiği oyların Yeşiller’e gittiği ve böylece oylarının ciddi biçimde arttığı anlaşılıyor.
Diğerlerine göre en az yıpranan parti olarak avantajlı bir konum elde eden Yeşiller, sadece oy değil üye sayısında da bir yükseliş içinde; 2008’de 44 bin olan üye sayısı Kasım 2010 itibariyle 51 bin 400’e çıkmış durumda.

YÜZDE 20 HESABI NEDEN YAPILIYOR?
Bu tablo aynı zamanda büyük partilerden umudunu kesen, ancak sistemle bağlarını koparmayan kesimlerin şimdi de Yeşiller etrafında kümelendi(rildi)ğine işaret ediyor. Bunda elbette, Yeşiller’in Stuttgart 21 projesine ve ‘castor’ varilleri içinde nükleer atığın Gorleben’e nakledilmesine karşı verilen mücadelenin merkezinde yer alması da rol oynuyor. Ancak, yükselişi tek başına bu iki olayla açıklamak, genel olarak yaşanan süreci daraltmak anlamına gelecektir.
İçinden geçtiğimiz ve 2013 seçimlerine kadar devam edeceği tahmin edilen süreçte, ekonomik-sosyal sorunlara çözüm getirmeyen ve ciddi alternatifler sunamayan sistemin iki ana partisi CDU/CSU ve SPD’nin en iyi ihtimalle yüzde 30 civarında oy alabileceği tahmin ediliyor. Geriye kalan yüzde 20’nin tamamlanarak istikrarlı bir hükümetin kurulabilmesi için, mutlak olarak iki dönemdir “muhalefette” olan, dolayısıyla de yıpranmayan Yeşiller ile yüzde 20’lik farkın kapatılmasının mümkün olduğundan hareketle bunca fırtına koparılıyor ve Yeşiller abartılı bir şekilde parlatılıyor.
Çünkü bu sağlanamadığı takdirde genel seçimlerden sonraki sürecin belirsizliklerle dolu olacağı bugünden kestirilebiliyor. Mevcut koalisyon hükümetinin dört yıl daha işbaşında kalma olasılığı oldukça düşük olduğuna göre, geriye “büyük koalisyon” (CDU/CSU-SPD), kırmızı-yeşil (SPD-Yeşiller), siyah-yeşil (CDU/CSU-Yeşiller), Jamaika (CDU/CSU-FDP-Yeşiller), ampul (SPD-Yeşiller-FDP) ve kırmızı-kırmızı-yeşil (SPD-Sol Parti-Yeşiller) ihtimalleri kalıyor.
Ve siyasi analizlerin çoğunda bu sonuncu olasılığın salt çoğunluğu sağlamak için gerekli oyu alabileceği üzerinde duruyor. Böylesine bir “sol hükümetin” Almanya için yıkım olacağını ileri süren muhafazakar, liberal sol çevrelerin tümü çare olarak sistemin güvenilir partisi olduğunu kanıtlayan Yeşiller’in güçlenmesiyle bunun engellenebileceğini, en önemlisi de Sol Parti’nin yükselişinin engellenebileceğini hesaba katıyorlar.
Türkiye kökenli göçmenler arasında da SPD’nin dışında en fazla ilgi gören, oy verilen parti Yeşiller’in bu yükselişi ne kadar ve nereye kadar sürecek bunu önümüzdeki zaman gösterecek ama bu yükselişin geniş işçi ve emekçi yığınlar açısından pek de hayırlı olmayacağı açık ve net. Çünkü, SPD’den CDU’ya halk nezdinde yıpranmış ve itibar kaybetmiş rakiplerinden bayrağı devralmaya hazırlanan Yeşiller’in, bu yıpranmanın arkasında yatan sermaye yanlısı ekonomik politik uygulamaların dışına çıkma diye bir derdi bulunmuyor; öfke ve hoşnutsuzluk içindeki kesimleri yatıştırmadan başka…

YÜCEL ÖZDEMİR

Close