Avrupa’da birçok insan Alexis Çipras’ın Yunanistan başbakanı olmasına büyük umut bağladı. Syriza başkanı haftalar süren pazarlıklar sonrası tasarruf diktasına boyun eğdiğinde ise hayal kırıklığı çok daha büyüktü.
Alexis Çipras ve Syriza’yı parmakla göstererek ahlaki olarak mahkum etmek haksızlık olur. Bunun yerine Avrupa Sol’unun deneylerinden yararlanarak Avrupa’da hangi koşullarda demokratik ve sosyal, yani sol bir politika hayata geçirilebilir sorusuna cevap aramalıyız.
Birşey öğrendik; kendini tarafsız ve politikadan uzakmış gibi gösteren Avrupa Merkez Bankası para musluğunu kapatırsa AB içinde demokratik ve sosyal ilkelere göre işleyen bir politika sürdürmek imkansızdır.
Geride kalan aylar boyunca Yunanistan’da Drahmi’nin tekrar tedavüle sokulup sokulmaması üzerine çok tartışıldı. Aslında sorun bu soruya indirgenerek darlaştırılıyor. Sadece Yunanistan’da değil Güney Avrupa ülkelerinde gençler arasındaki işsizlik oranı dayanılmayacak düzeyde, birçok ülkede sanayi işletmeleri yok ediliyor. Gençliğe gelecek sunmayan bir Avrupa, parçalanma ve aşırı sağ milliyetçi grupların avı olma tehlikesiyle karşı kaşıyadır.
SORU DRAHMİ Mİ AVRO MU OLAMAZ
Sorumuz, ‚Drahmi mi Euro mu?‘ olmamalı. Sol, felaket olarak nitelenebilecek gelişmelere rağmen hala „Euro’da kalmak mı, yoksa adım adım esnek bir Avrupa Para Sistemi’ne mi (EWS) geçilmeli“ konusunda karar vermelidir. Ben herhangi bir Avrupa Para Sistemine geçilmesinden yanayım. Bu para sistemiyle geçmişte yapılan deneyler, katılan tüm ülkelerin çıkarlarının korunduğu ve yapısal olarak güçlendirildiğini göstermiştir. Gerçi yıllar boyu EWS’in de Avrupa’daki tek tip para sistemi gibi (Euro) problemli olduğu belirgindi ama arada sırada ortaya çıkan gerilimlere rağmen uzlaşma sağlanmaktaydı ve bu para birimi üye ülkelerin farklı ekonomik gelişimlerine uygundu.
Euro sisteminde İspanyol, Yunan ve İrlandalı işçi ve emekliler, AB içindeki yükü ücretlerde kısıtlama, emeklilik maaşının azaltılması ve vergi zamlarıyla taşıyorlar. Avrupa Para Sistemi ise Euro’nun tersine Avrupa halklarının işbirliğini teşvik etmekteydi.
Düzenli olarak yapay değer kaybı ve artışı ile Avrupa halk ekonomilerinin birbirinden farklı gelişimi engellendi. O zamanlar, Alman Merkez Bankası’nın baskınlığı büyük bir problem olmasına rağmen Alman ekonomisi, Merkel, Schaeuble ve Gabriel hükümetinin şimdi üye ülkelerin söz haklarını gaspetmesi yanında oldukça zararsız kalmaktaydı. Şimdilerde ise gelişim oldukça korkunç ve örneğin İtalya’da herhangi bir hükümetin ülke sanayisinin bu denli yok edildiğine göz yumulamayacağını fark etmesine az kaldı.
Bu bağlamda özellikle Alman solunda Avrupa’nın geleceği tartışmasını başka bir yöne çeken çok önemli bir yanlıştan söz etmek gerekiyor. Avrupa’da karar yetkisinin tekrar ulusal düzeye döndürülmesi talebi milliyetçilik ve Avrupa düşmanlığı olarak mahkum ediliyor. Buna, Alman tekel ve bankalarının çıkarları için yayın yapan basın refakat ediyor ve solda birçok kişi de bu oyuna geliyor.
ÖZERKLİK DEMOKRASİNİN TEMEL TAŞIDIR
Bu, Neoliberalizme yeni kanallar açan, yetkinin uluslararası düzeye taşınması, Avrupa Birliği ideolojinin ikonlarından olan Friedrich August von Hayek tarafından daha 1976’da, bir Anayasa maddesi ile ortaya konuldu. Bu nedenle şimdi yürürlükte olan pazar özgürlüğünün ve düzensiz sermaye dolaşımının Avrupası hiçbir zaman sol bir proje olmadı. Kurulalı beri Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun sanayi lobisinin isteklerini yerine getiren organlar olduğu tüm boyutuyla ortaya çıktı. Aynı zamanda karar yetkisinin uluslararası düzeye taşınmasının demokrasi ve sosyal devletin yok edilmesi anlamına geldiği de sergilenmiş oldu. Bu konuda, uzun süre görevlerin Avrupa düzeyine taşınmasından yana olan inanmış bir Avrupalı olarak bu eleştirileri geç yaptığım için kendime de eleştirel yaklaşıyorum. Ancak hala etki alanı oldukça geniş Alman filozof Jürgen Habermann, çok sayıda politikacı ve ekonomi uzmanı, yıldan yıla Avrupa halklarını birbirine düşürdüğü ve yanlış bir yola yönlendirdiği açığa çıkmasına rağmen bu düşüncede ısrar ediyorlar. Thomas Mann’ın ‚Avrupa’nın Almanyası‘ hayali tersine döndü, artık ‚Almanya’nın Avrupası’na sahibiz.
Karar ve yetkilerin yanlış organlarda alınmasıyla ilgili olarak çok sayıda örnek gösterebiliriz; örneğin dünya çapında faaliyet sürdüren ‚kumarhane bankalara‘ değil yerel bankalara ihtiyacımız var, büyük mali ihtiyaçlar eyalet bankaları veya ulusal bankalar tarafından çok güzel karşılanmaktaydı. Avrupa çapında büyük santralleri ve ağları ile varolan enerji devlerine ihtiyacımız yok. Yeniden kullanılabilir enerji üreten santralleriyle bölgesel kapasiteye sahip olan yerel enerji işletmeleri ihtiyacımızı karşılayabilir.
AB’de sermaye dolaşımı kuralsızlaştırılarak ulusal bankalar büyük ölçüde baskı altına alındı, dünya çapındaki spekülasyonlara kapı açıldı. Halbuki bankaların kurulma amacı devletleri finanse etmektir.
Avrupa Para Birimi Sistemi’ne dönüş adım adım gerçekleştirilmeli. Örneğin Drahmi’nin tekrar tedavüle sokulmasına Avrupa Merkez Bankası destek vermeli. Belki de Yunanistan, Schaeuble’den Yunanistan’ın Euro Bölgesi’nden çıkarılması projesini somutlaştırmasını istemeli. Bilindiği gibi Schaeuble, Grexit durumunda borçların yeniden yapılandırılacağı ve kalkınmayı teşvik edecek insani ve teknik yardım yapılacağı sözü vermişti.
Eğer bu teklif ciddi ise ve Avrupa Merkez Bankası’nın maddi desteği de garanti edilirse Euro taraftarı çoğu kişinin Drahmi’nin tekrar tedavüle sokulması halinde ortaya çıkabileceğini öne sürdüğü korkulu senaryolar yok olacaktır.
AVRUPA SOLU AB POLİTİKASINI GÖZDEN GEÇİRMELİ
Muhafazakar veya sol liberal kesimden çok sayıda tanınmış ekonomist ve para uzmanının Yunanistan’ın Euro sisteminden bu koşullarla çıkışından yana olması çok şaşırtıcı ve sevindirici. Yunanistan’ın ekonomiden anladığı açık olan eski maliye bakanı Varufakis, Drahmi’nin tedavüle sokulması ile ilgili bir senaryo hazırladığı için AB içindeki meslektaşlarının tepkisini çekmişti. Varufakis, Draghi’nin, para musluğunu kapatması yani uzmanların deyimiyle ’nükleer seçeneği‘ uygulamaya sokması halinde bir B planına sahip olmak istemekteydi. Gerçekten de bir zamanların yatırımcı bankeri Draghi, bu silahı devreye soktu. Schaeuble’nin yanısıra Euro Bölgesi’nin kötü çocuklarından biri olan Draghi, Syriza hükümeti kurulduğunda Çipras’a diz çöktürmek için Avrupa Merkez Bankası’nın işkence yöntemlerine başvurdu.
Yunanistan’dan sonra Avrupa Birliği ülkelerinden başka birinin de aynı duruma düşmesi halinde Avrupa solunun bir B planı olmalı. Demokratik açıdan meşruluğu olmayan Avrupa Merkez Bankası’nın otomatik olarak demokrasiyi devredışı bıraktığı işlerlik sona erdirilmeli. Avrupa Para Birimi Sistemi’nin (EWS) adım adım tedavüle sokulması, bu tehlikenin azalmasına yol açacaktır. Alman solu Merkel’in ‚Euro ölürse Avrupa da ölür‘ mantrasını deşifre etmeli. Euro Bölgesi, Alman tekelleri ve Alman bankalarının egemenlik aracı haline geldi. Demokratik ve sosyal bir Avrupa’dan yana olan sol, Yunanistan deneyinden yola çıkarak Avrupa politikasını değiştirmek ve yeni bir yol izlemek zorundadır.
Oskar Lafontaine/Junge Welt
Çeviren: Semra Çelik