Written by 09:32 Allgemein

Olmasaydım yoksul olmazdın zengin

Almanya gibi zengin bir ülkede zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum son 10 yıl içerisinde hızla büyüdü. Nüfusun yüzde 10’luk bir bölümü toplam servetin yüzde 65’ını elinde tutarken, geriye kalan yüzde 90 ise yüzde 35 ile yetinmek zorunda bırakılıyor. 10 yıl içinde servetin ikiye katlandığı ülkede yoksulların, düşük ücretli işlerde çalıştırılanların sayısı yıldan yıla artıyor. Bu tablodan elbette Türkiye kökenliler de önemli oranda etkileniyor. Her üç Türkiye kökenliden birisi yoksulluk sınırında yaşamını sürdürüyor.

 

Yoksul adam zengin adama dedi ki:

Ben olmasaydım yoksul, sen olamazdın zengin.

Berthold Brecht

 

Almanya, Avrupa’nın birinci, dünyanın dördüncü en zengin ülkesi. Dışarıdan bakılınca genellikle 82 milyonluk ülkede herkesin bu zenginlikten adil bir şekilde pay aldığı, herkesin refah içerisinde yaşadığı, dolayısıyla da yoksulluğun, işsizliğin, eğitimle ilgili problemlerin vb. olmadığı düşünülür.

Ama bu zengin ülkede durum hiç de öyle değil. Çünkü, son bir kaç yıldır dünya ihraacat sıralamasında ya birinci ya da ikinci olan Almanya’da daha fazla insan işsizlik, yoksulluk ve düşük ücretli işlerin pençesinde adeta bir limon gibi sıkılıyor.

Buna karşın ülke zenginleşen, toplam servetten daha fazla pay alan azınlığın sayısı artarken, ellerinde tuttuğu servet de büyüyor. Devlet istatistik kurumunun verilerine göre, toplam para miktarı 10 yıl içinde ikiye katlanarak 8,5 trilyon Euro’ya ulaşırken, bu paranın yüzde 65 i, nüfusun yüzde 10’nun elinde toplanmış durumda. Geriye kalan yüzde 90 ise, paranın yüzde 35’i ile idare etmek zorunda bırakılmış durumda. OECD tarafından yapılan araştırmaya göre, yüzde 10’luk zengin kesimin yıllık ortala net geliri en alttakilerin sekiz katı. Başka bir ifade ile, 2008 yılında yüzde 10’luk en zengin kesimin ortalama net yıllık geliri 57 bin 300 Euro iken, alttaki yüzde 10’luk kesimin yıllık ortalama geliri 7 bin 400 Euro. OECD, bu durumu Almanya’daki gelirler arasındaki uçurumun hiç bir sanayileşmiş ülkede olmadığı” şeklinde tanımladı. (1)

 

MAKAS AÇILIYOR

Hem ekonomi araştırma enstitüleri hem de çeşitli sosyal kurumlar tarafından yapılan açıklama ve değerlendirmelerde, Almanya’da gelir adaletsizliği ya da gelirler arasındaki uçurumun özellikle 1990’lı yıllardan itibaren hızla artmaya başladığına dikkat çekiliyor. Daha önce günlük yaşamda kimin zengin kimin fakir olduğu pek ayırt edilemezken, bugün durum çok daha farklı.

Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü’nün (DIW) verilerine göre, 2002-2005 yılları arasında çalışanların ortalama reel gelirinde 1990’lı yılların başına oranla yüzde 4.8 gerileme yaşanırken, aynı dönemde en üstteki yüzde 10’luk kesimin geliri yüzde 6 arttı. Bu oran en üstteki yüzde 1’lik kesimde yüzde 17, en zengin 650 kişide yüzde 35, ultra zengin 65 kişide ise yüzde 53 arttı. Aynı seyir 2005’ten sonra da devam etti.

 

NEOLİBERAL ZİHNİYET SÜRÜYOR

1990’lı yıllardan itibaren dünyada esen neoliberal anlayış ve uygulamalar kendisini Almanya’da da özellikle Kohl ve Schröder hükümetleri döneminde güçlü bir şekilde hissettirdi, sonrasında da buna devam edildi. Ücretlerin düşürülmesi, çalışma koşullarının kötüleştirilmesi, zenginlerden alınan vergilerin azaltılması ve kamu kurumlarının özelleştirilmesi şeklinde kendisini ifade eden bu anlayış Almanya’da da yoğun bir biçimde hayat buldu. Ama aynı dönemde temel tüketim mallarına (yüzde 2.8), elektriğe (yüzde 9.5), kiralara ve diğer ürünlere önemli ölçüde zam yapıldı. Bu artışlar, reel ücretlerde yaşanan gerileme ile birlikte, işçileri ve yoksullukları daha fazla geçim sıkıntısının içine çekti.

En önemlisi de son 10 yıl içinde çalışma yasalarında ve iş piyasasında yapılan değişikliklerle, işçi sınıfı daha fazla güvencesiz, düşük ücretli ve yarım günlük işlerde çalıştırılmaya zorlandı. Eskiden süresiz iş anlaşması olan bir çalışan artık emekli olana kadar bu işyerinde kalabileceğinin güvencesiyle geleceğe bakarken, şimdi bu büyük bir hayal olarak görülüyor. Verilere göre, günümüzde işe yeni alınan her iki çalışandan birisi (yüzde 46) süreli iş anlaşmasıyla çalışıyor. 10 yıl önce bu oran yüzde 30 civarında idi. Başka bir deyişle günümüzde 2.7 milyon işçi her an işten atılabileceğinin korkusuyla işe gidip geliyor.

Ama, süresiz iş anlaşması olan, büyük fabrikalarda çalışan işçiler de artık her an kapı dışarı edilebileceği ya da kısa, yarım gün çalıştırılabileceği, bunun sonucu olarak da aylık gelirinin düşeceği endişesiyle yaşamını sürdürüyor. Zira içinden geçtiğimiz süreçte sermaye tarafından dayatılan koşullar, işçi sınıfına ne pahasına olursa olsun işini koruma, işten atılmamak için her zorluğa katlanmayı adeta bir “zorunluluk” haline getirmiştir.

SPD-Yeşiller Hükümeti’nin mimarı olduğu Ajanda 2010 ve ona bağlı olarak Hartz Yasaları ise neoliberal politikaların devamı olarak emekçiler üzerindeki ekonomik sömürü ve baskıyı katmerleştirdi. (2)

Geride bıraktığımız son 15 yılın en göze çarpan özelliği ülke genelinde güvencesiz işlerde çalışanların sayısının hızla artması oldu.

Avrupa’nın bu en zengin ülkesinde son 15 yıl içinde yarım günlük işlerde çalışanların sayısı rekor düzeyde arttı. Çeşitli kaynakların derlediği bilgilere göre 15 yıl önce 4.35 milyon olan yarım günlük işlerde çalışanların sayısı günümüzde 8.7 milyona çıkmış bulunuyor. Alman Ekonomi Enstitüsü (DIW) bu rakamı 10 milyon olarak ifade ediyor. Bu da ülkedeki bütün çalışanların yüzde 26’sına denk düşüyor. Zira, 2010 yılında çalışan kadınların yüzde 45’i yarım günlük işlerde çalışırken, yoksulluktan da en çok bu kesim etkileniyor.

 

İŞÇİLER YOKSULLAŞIYOR, MENAJERLER ZENGİNLEŞİYOR

Son yıllarda hükümetlerin izlediği politikalar işçilerin, gençlerin, kadınların daha fazla işsiz kalmasına, yoksullaşmasına yol açarken tekeller ve onların yöneticileri kazandıkça kazandı. Başka bir deyişle, emekçiler yoksullaştıkça zenginlerin kazancı daha da arttı.

Örneğin son on yıl içinde işçilerin reel ücretleri azalırken, Alman Borsası’nda (DAX) kayıtlı tekellerin yönetim kurulu üyelerinin maaşları iki katına (yüzde 119) çıktı. (3)

Krizin etkili olduğu, işçilerin işten atıldığı ya da kısa çalışmaya gönderildiği 2010 yılında tekel yöneticilerinin maaşlarına ortalama yüzde 22 zam yapıldı. Aynı yıl içinde çalışanların maaşlarına brüt olarak sadece yüzde 2.2 zam yapılabilmişti.

Ortalama olarak bir yönetim kurulu üyesinin yıllık maaşı 2.92, yönetim kurulu başkanın maaşı ise 4.54 milyon Euro. Örneğin, VW tekelinin menajeri Martin Winterkorn’un yıllık maaşı özel primlerle birlikte 17.4 milyon Euro’yu buluyor.

Bu yıllar aynı zamanda tekellerin de karlarını rekor düzeyde artırdığı yıllar oldu. 2011 yılında Alman tekelleri toplam yarım trilyon kar etti. Böylece Almanya tarihinde ikinci kez (ilki 2007) rekor kar gerçekleşti.

Bu kar asıl olarak, fabrikalarda çalışan işçilerin mümkün olduğu kadar en düşük ücretle çalıştırılması, tekellerin pek çok vergiden muaf tutulması, hatta kriz gerekçesiyle (hurda priminde olduğu gibi) devlet tarafından fonlanması sayesinde gerçekleşti.

 

YÜZDE 1’LİK AZINLIK SERVETİN YÜZDE 46’SINI YİYOR

Ülkede yaratılan zenginlikten pay almadaki uçurum da yıldan yıla artış gösterdi. Ülke genelinde 15 milyona yakın insan ortalama gelirin altında yaşamını sürdürmeye çalışırken, zenginliği elinde tutan milyarderlerin sayısı hızla artıyor. World Wealth Report’a göre, 2010 itibarıyla Almanya’da 924 bin “dolar milyoneri” bulunuyordu. Bu rakam bir önceki yıla göre yüzde 7.2 artışı ifade ediyor. Dolar milyoneri sayısındaki artışın 2012’nin başında 1 milyonu bulduğu tahmin ediliyor.

Bu veriden hareket edildiğinde Almanya’da nüfusun yüzde 1.1’ini milyonerler oluşturuyor. Dolayısıyla Almanya, İsviçre’den sonra Avrupa’da en fazla milyonerin olduğu ülke. ABD’de bu oran % 1’in biraz altında. (4)

Hatırlanacağı gibi, geçen yılın sonlarında başlayan “Occupy” eylemlerinde göstericiler bu yüzde 1’lik milyoner sayısını hedef alarak, “Biz yüzde 99’uz” sloganını öne çıkarmış ve geniş bir sempati toplamıştı.

Çeşitli kurumlar tarafından yapılan hesaplamalara göre, milyonerler, Almanya’daki paranın yüzde 45.6’sına sahipler; başka bir deyişle, yüzde 1.1’lik azınlığın elinde tuttuğu parayla yüzde 99’un elinde tuttuğa para neredeyse eşit.

Diğer taraftan, orta sınıf ve en alttakilerin toplam servetten aldığı pay sürekli azalıyor. DIW tarafından 2008’de açıklanan bir rapora göre, genel nüfus içindeki oranı 2000 yılında yüzde 62 olan “orta sınıf”,  2006’da yüzde 54’e düştü. Bütün bunlar, bir taraftan sınıflar arasındaki çelişkilerin sürekli derinleştiğini göstermekle birlikte, Almanya’da sınıf atlamanın eskiye oranla çok daha zor olduğunu da ortaya koyuyor. Bu da servetin paylaşımı konusundaki adaletsizliğin ne denli büyüdüğünü gözler önüne seriyor.

 

 YÜCEL ÖZDEMİR

(1) Spiegel online, https://www.spiegel.de/wirtschaft/soziales/soziale-ungleichheit-deutschland-wird-amerikanischer-a-801730.html)

(2) Yeni Hayat NR. 74

(3) ISW-Wirtschaftsinfo Nr. 46)

(4) ISW-Wirtschaftsinfo Nr. 46.)

 

 

Adaletsizliğin kaynağı kapitalizmde

 

1980’li yıllardan beri Almanya gibi bir ülkede yoksulluk riskiyle karşı karşıya kalma ve alt gelir grubuna düşme ihtimali yüzde 57’den yüzde 65’e çıkarken, zengin olanların da daha fazla zenginleşme ihtimali yüzde 38’den yüzde 51’e çıktı. (Datenreport 2011)

Zenginlerin bu denli servetini artırdığı dönemde, işçilerin reel ücretlerinde yüzde 4.8 azalma yaşandı. Alman Sendikalar Birliği’nin hesaplamalarına göre, tam gün çalışan 1 milyon insanın brüt aylık maaşı 1000 Euro’nun altında.

Yani, alt gelir grubundan olan emekçi kesimler arasında yoksullaşma riski önemli oranda artmış, dahası geçmişten bugüne milyonlarca emekçi için bu “risk” olmaktan çıkıp somut bir olguya dönüşmüş durumda.

Bütün bu gelişmeler, ülkedeki yoksullaşmayı öyle derinleştirmektedir ki, yoksulların üçte biri her iki günde bir doğru dürüst bir öğün yemek yiyemiyor, her altı kişiden birisi yaşadığı evi gerektiği kadar ısıtamıyor, yılda 800 bin hane elektrik faturasını ödeyemediği için elektriksiz kalabiliyor. (ISWWirtschaftsinfo Nr. 46)

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, işbaşına gelen hükümetler sürekli “aşırı borçlanmayı” (2 trilyon Euro) gerekçe göstererek, emekçileri ilgilendiren sosyal, kültürel alanlarda kısıtlamalar hayata geçiriyor ya da planlıyor. Yani bütçe açığının faturasını yine çalışanların, işçilerin, işsizlerin ve yerel yönetimlerin sırtından karşılamaya çalışıyor.

Büyük sermaye sahipleri ve onların hükümetleri, ülkede yeterli kaynak olmadığı için emekçilerin daha azına razı olmaları gerektiğini propaganda ediyorlar. Ama yukarda yer alan birçok veri de göstermektedir ki, ülkede kaynak sıkıntısından ziyade yaratılan gelirin nasıl paylaşıldığı sorunu var.

Bu sorun ki, kapitalizmin doğasından kaynaklanan ve onarılması ancak mülkiyet düzeninin değişimiyle mümkün olabilecek bir sorundur. Çünkü kapitalizmde paylaşım, sermaye sahipleri ve hükümetlerin vicdanı, veya adalet duygusuyla değil özel mülkiyet rejimine göre belirlenmektedir. Üretim sürecinde değer yaratan tek sınıf emekçiler olsa da, üretim sonucu yaratılan kara, sermaye sahipleri el koymakta, emekçilerse en iyi ihtimalle, ancak işverene sattıkları işgücünün bedelini elde edebilmektedirler. Yani adaletsizliği baştan öngören ve güvence altına alan bir ekonomik, hukuksal, siyasal düzen söz konusudur; emekçi sınıfların örgütlenme ve mücadele düzeyine göre gelir dağılımında dalgalanmalar yaşansa da; bu, adaletsizliğin kökten yok edilmesiyle değil derecesiyle ilintilidir. Örneğin zenginlerden daha fazla vergi alınması,  adaletsizliğin derecesini hafifletebilecek ama adaletsizliğin varlığını tümden ortadan kaldırmayacaktır.

Ancak bugün Almanya veya diğer ülkelerde giderek bariz hale gelmekte olan, “sosyal adalet”, “toplumsal eşitlik” gibi talepler ve tartışmalar, “değersiz ve boşuna” değildir; doğası gereği sürekli daha fazlasına el koyma güdüsüyle işleyen sermaye düzeninde gelir adaletsizliğinin ulaştığı boyutlar, emekçiler arasındaki tepki ve eleştirileri yoğunlaştırmakta, çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesi yönündeki arayışları hızlandırmaktadır. Diğer taraftan bugün elde edebilecek talepler ileri sürmek, daha köklü çözüm arayışının önünde bir engel olmaktan ziyade, bu yöndeki arayış ve mücadelenin hem bir sinyali hem de hazırlayıcısı olarak görülmelidir. Kaldı ki, bugün Almanya’da da yaşanıp görüldüğü üzere sermaye kesimi nasıl ki, kendi karını yüksek tutmak için verebileceğinin en azını vermeye çalışıyorsa; emekçiler de alabileceklerinin en fazlasını almaya çalışacaklardır, çalışmaktadırlar da…

 

 

Zenginlerden alınan vergiler sürekli düştü

 

–         En zenginlerden alınan gelir vergisi bugüne kadar toplam yüzde 11 düşürüldü. Bu yolla devletin yıllık vergi kaybı yaklaşık 12 milyar Euro oldu.

–         Şirketlerden alınan kurumsal vergiler yüzde 15 düşürüldü.

–         Faiz ve hisse senetlerinden alınan vergiler 2009 yılından bu yana yüzde 25 .. Devlete yıllık maliyeti 4.8 milyar Euro.

–         Servet vergisinde yapılan indirimler nedeniyle yıllık yarım milyar Euro kayıp söz konusu.

–         Büyümeyi Hızlandırma Yasası (Wachstumbeschleinigungsgesetz) kapsamında işverenler yıllık 8 milyar Euro’dan muaf tutuldu.

–         Zenginlere ve işverenlere getirilen bu vergi muafiyetleri nedeniyle devletin yıllık kaybı 50 milyar Euro.

–         Ama aynı yıllarda halktan alınan KDV (Mehrwertsteuer) yüzde 16’den yüzde 19’a çıkarıldı.

(Kaynak: ISW-Wirtschaftsinfo Nr. 46, sf, 5)

 

 

Rakamlarla Almanya’da yoksulluk

 

Federal Çalışma Ajansı tarafından verilen bilgiye göre, Ağustos 2012 itibarıyla ülke genelinde 5 milyon 165 bin kişi İşsizlik Yardımı 1 ve İşsizlik Yardımı 2’yie (Hartz IV) alıyordu.

 

İşsizlik Yardımı I:  837 bin

İşsizlik Yardımı II (Hartz IV): 4 milyon 420 bin

Sosyal yardım alan: 910 bin

 

1 Euro’luk işlerde çalışan: 300 bin kişi.

400 Euro’luk işlerde çalışan: 4.9 milyon

Ek iş yapanlar: Bir işte çalıştığı halde geliri yetmediği için ek bir işte çalışan sayısı 1.3 milyon

Yarım günlük işlerde çalışanlar: 2.2 milyon

Çalışan kadınların yüzde 45’i yarım günlük işlerde çalışıyor.

Bütün bunların toplamından oluşan “Mini-İş”lerde çalışan sayısı 7.4 milyon.

Kiralık işçi: 800 bin (Bu sayı 1994’te 140 bin idi)

Resmi işsiz sayısı: 2 milyon 905 bin (Temmuz 2012).

 

-Yoksulluk: Halkın yüze 15.6’sı (12 milyon) yoksulluk sınırında, yüzde 4.5’i aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. (Eurostat)

– Çocuk yoksulluğu: 15 yaşından küçük her 4 çocuktan biri yoksulluk sınırı altında gelire sahip olan ailede yaşıyor. (PASS-Stuide). Deutschen Kinderhilfwerk’in verilerine göre ise ülkede 18 yaşından küçük 2.7 milyon çocuk yoksulluk içinde yaşıyor.

– 1 milyon çalışanın aylık brüt maaşı 1000 Euro’nun altında.

 

 

Üç Türkiye kökenliden biri yoksul

 

Federal İstatistik Dairesi tarafından kamuoyuna açıklanan “Datenreport 2011” adlı raporda, “Sozio-oekonomischen Panels” (SOEP)’nin hazırladığı verilere göre, göçmenler arasındaki yoksulluk, Almanlara göre iki kat daha fazla. Türkiye kökenli göçmenler arasında ise işsizlik ve yoksulluk daha da yüksek.

“Datenreport 2011”e göre 2009 yılında Türkiye kökenli göçmenlerin yüzde 33’ü yoksulluk riski altında yaşıyordu. Almanya’da aylık ortalama kazancın yüzde 60’ından az gelire sahip olanların yoksulluk riski altında yaşadığı kabul ediliyor. Bu demektir ki, 2009 itibariyle her üç Türkiye kökenliden birisi yoksulluk riski altındaydı. Ekonomik krizin etkileri ve artan düşük ücretli işler gözönünde bulundurulduğunda, 2009’dan bu yana iyileşmeden çok kötüleşmenin olduğu söylenebilir. Yoksulluk oranı Almanya genelinde yüzde 15’e yakın iken, Almanlar arasında yüzde 12, bütün göçmenler arasında yüzde 24. Buna göre yoksulluk oranı Türkiye kökenliler arasında genel olarak Almanya ve göçmenler ortalamasından çok daha yüksek.

Verilere göre, Türkiye kökenliler aylık ortalama gelir açısından da ‘en alttakiler’ arasında. 2009 itibarıyla, Almanların ortalama aylık hane geliri (Haushaltsäquivalenzeinkommen) 1640 Euro iken, bütün göçmenlerin ortalama aylık hane geliri 1280 Euro. Bu durumun kendisi bile yerlilerle göçmenler arasındaki aylık gelir farkını ortaya koymakta.

Bu rakam gelinen ülkeye göre tasnif edildiğinde Türkiye kökenlilerin aylık ortalama geliri 1040 Euro ile en düşük miktarı oluşturuyor. Göçmenler arasında görece “Güney Batı Avrupa” ülkeleri olarak bir grupta toplanan İtalyan, İspanyol ve Portekiz’den gelenlerin geliri çok daha yüksek: 1410 Euro.

Sosyal konum bakımından bugün halen “en alttakileri” oluşturan Türkiye kökenli göçmenler arasında “sınıf atlama” diğer göçmen gruplarına göre çok daha yavaş gerçekleşmekte. Rapora  göre, Türkiye kökenli göçmenlerin yüzde 86’sı, Almanya’daki aylık ortalama gelir sınırı ve onun altında yaşamını sürdürüyor. Geriye kalan yüzde 11’inin aylık ortalama geliri, yüzde 100 sınırı ile yüzde 150 arasında.

Benzer bir durum, aylık ortalama geliri yüzde 150’nin üzerinde olanlar için de geçirli. “Datenreport 2011”e göre Türkiye kökenlilerin sadece yüzde 3’nün aylık ortalama geliri yüzde 150’nin üstünde iken bu oran diğer göçmen grupları arasında yüzde 7 ile yüzde 13 arasında değişiyor.

Dolayısıyla, toplamı açısından bakıldığında Türkiye kökenli göçmenlerin sadece yüzde 14’nün geliri ortalamanın üzerinde seyrediyor. Bu oran beş yıl önce yüzde 15 olarak tespit edilmiş.

Aynı rapora göre, 2009 yılında Almanların ortalama aylık net geliri 1600 Euro iken, göçmenlerde 1310, Türkiye kökenlilerde ise 1210 Euro olarak saptandı.

Bu gelir grubu baz alındığında en çok da emeklilerin durumu içler acısı. Alman emeklilerde ortalama aylık 1120 Euro iken, göçmenlerde ortalama 920, Türkiye kökenlilerde 740 Euro olarak tespit edildi. Türkiye kökenliler arasında işsizlik ise yüzde 20. (YH)

Close