Written by 10:00 AVRUPA

AB, Almanya, İsrail ve ateşkes

Son yıllarda pek çok konuda ulusal çıkarlara bağlı görüş farklılığı ve bölünmenin yaşandığı Avrupa Birliği (AB), İsrail’in Gazze saldırısından sonra da benzer bir tablo ile karşı karşıya kaldı. Ülke başkentlerinden yapılan açıklamalar ve liderlerin bölge ziyaretlerinde verdiği mesajlara bakılırsa, AB’nin Ortadoğu’da ciddi bir aktör olması mümkün görünmüyor. Her ülkenin kendi çıkarlarını ve politikasını öncelediği bu süreçte en dikkat çeken ise her kurumun başındaki yöneticinin geldiği ülkesinin politikasına yakın mesajlar vermesi oldu. Başka bir değişle AB Konseyi, Komisyonu ve Dışişleri Komiseri ayrı telden çaldılar.

AB’deki “İsrail bölünmesi“ni şu üç gruba ayırmak mümkün:

Birinci grup: Almanya, Avusturya ve Macaristan’ın başını çektiği ülkeler açık olarak İsrail’e sınırsız destek veriyorlar. 7 Ekim saldırısından sonra İsrail’e giden ilk devlet temsilcisi olan Almanya Başbakanı Olaf Scholz, aşırı sağcı Başbakan Benjamin Natenyahu ile yaptığı görüşmede İsrail’in güvenliğinin Alman dış politikasının değişmezlerinin başında geldiğini ifade ederek her türlü desteği verdi. Bu destek, Gazze’de yapılan katliamlar ve Batı Şeria’ya düzenlenen saldırılara kadar geniş bir alan kapsıyor. Radikal dinci Hamas’a karşı bir savaş yürütülürken, sivillere yönelik saldırılar, bu ülkeler için sadece bir ayrıntıdan ibaret. Keza, bu ülkeler AB’nin ateşkes çağrısında bulunulmasına da karşı. Bu nedenle İspanyol AB Dışişleri Yüksek Komiseri Josep Borrell’in ateşkes çağrısında sert tepki gösterdi.

İkinci grup: Bu grubun başını ise Fransa, Hollanda gibi ülkeler çekiyor. Hamas’a karşı savaşta İsrail yönetimine tam destek verilirken Filistin halkına yönelik saldırılar konusunda ise İsrail hükümetini savaş hukukuna uyma konusunda uyarıyorlar. Hafta başında Tel Aviv’e giden Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Hamas’a karşı uluslararası koalisyon çağrısında da bulundu. Böylece en fazla radikal dinci terör saldırılarına uğrayan ülke olarak açık bir tavır sergiledi. Ama aynı Macron, İsrail’in ölçüsüz saldırılarına da mesafeyi koyarak barış ve diyalog çağrısında bulundu. Bunun için Scholz’un yapmadığını yaparak Filsitin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı ziyaret etti. Fransa’nın İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermemesinin başlıca nedeni elbette İslam ülkeleriyle ekonomik-askeri ilişkilerinde dengeyi kaçırmak istememesi. Keze, AB’de en fazla Yahudi (500 bin) ve Müslüman (5 milyon) nüfusun yaşadığı ülke olması da izlediği politikada rol oynuyor.

Üçüncü grup: İspanya, İrlanda, Lüksemburg ve Belçika’nın içinde olduğu bu grup İsrail’in Gazze’deki katliamlarını daha açık ve net kınıyor. Hatta bunlar Hamas’tan önce İsrail’in kınanması gerektiğini de ifade ediyorlar. Hatta, İspanya’da koalisyon ortağı Sumar üyesi Çalışma Bakanı Ione Belarra, İsrail’e Filistin halkını yok ettiği için silah satılmasına karşı olduğunu açıkladı ve gösterilere katılma çağrısı yaptı. Bu ülkeler Borrell’in ateşkesi çağrısına tam destek veriyorlar. AB Komisyon Başkanı ve Almanya eski Savunma Bakanı Ursula von der Leyen’in İsrail’e gidip Netanjahu hükümetine sınırsız destek vermesini ise eleştiriyorlar. Hatta Belçikalı AB Konseyi Başkanı Charles Michel, von der Leyen’in üzerine düşmeyen bir ziyarette “diplomatik hasar” oluşturduğunu söyledi.

AB ATEŞKES YAPAMADI

Bu koşullar altında 26-27 Ekim tarihlerinde Brüksel’de yapılan AB Zirvesi’nde taraflar asgari düzeyde üzerinde anlaştıkları bir metin yayınladılar. Dışişleri Bakanları toplantısında üzerinde uzlaşmaya varılmayan metin üzerinde yapılan yoğun girişimlerin ardından İsrail’e sadece “İnsani amaçla savaşa ara vermesi” ve “Yardımların Gazze’deki sivillere ulaşması için koridor açılması” çağrısı yapılabildi.

“Geçici ateşkes” anlamına gelen AB’nin çağrısında, İsrail’in üç haftadır katlettiği yaklaşık 8 bin kadar sivil için açık bir kınama yapılmadı. Ortak metinde asıl olarak Hamas’ın sivillere yönelik yaptığı katliam ve buna bağlı olarak İsrail’in kendisini savunma hakkına sahip olduğu öne çıkarıldı. “Savaşa ara verme” şeklinde ifade edilen kısa süreli ateşkes çağrısı aynı zamanda AB’nin İsrail tarafından başlatılacağı ilan edilen kara harekatı konusunda da sessizliğini korumaya devam edeceği anlamına geliyor. İsrail, AB’nin geçici ateşkes çağrısına cuma günü öğlen saatlerine kadar bir tepki göstermedi.

ÜLKELERİN ÇIKARLARI BELİRLEYİCİ

Hiç şüphe yok ki, son gelişmeler bir kez daha AB’nin en zayıf halkalarından birisinin dış politika olduğunu gösterdi. Çünkü soyut bir “AB dış politikası” yok. Ülkelerin ulusal çıkarları ve buna bağlanmış bir dış politika söz konusu. Ukrayna savaşında ABD’ye yedeklenme konusunda kimi küçük itirazlara rağmen ortak bir tutum alabilen AB’nin benzer tutumu Ortadoğu’da alması zor görünüyor. Çünkü, çıkarlar çok farklı ve çeşitli.

Bu nedenle AB’nin bölgesel bir aktör olma olasılığı bulunmuyor. Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jeans Asselborn’un şu sözleri çok da haksız sayılmadığını gösteriyor: “AB, çözüm önerileri konusunda net bir tutum sergilemekte başarısız oldu. Buna, 1967 sınırlarına tabi bağımsız bir Filistin devleti inşası ve Kudüs’ün İsrail ve Filistin’in başkenti olması dahil. Son yıllarda artık bunu bir kağıda dökebilecek bir durumda bile olamadık. Bizim AB’de buna ilişkin bir pozisyonumuz artık yok.”

Bu durumda AB’den, ABD’den, Rusya ve Çin’den, hatta BM’den İsrail-Filistin sorununa gerçek anlamda bir çözüm getirmelerini beklemek tam anlamıyla boş bir hayal. Çünkü bugünkü tablonun asıl sorumlusu bu güçlerdir.

Bu nedenle, geriye İsrail ve Filistin halklarının faşist, dinci-gerici akımlara, emperyalist planlara karşı mücadele ederek eşit ve adil bir barış sağlamaları seçeneği kalıyor. Özellikle son bir haftadır İsrail’de başlayarak dünyanın değişik ülkelerinin sokaklarında yükselen dalga bu konuda umutsuz olmaya gerek olmadığını gösterdi. (YH)

Close