AB giderek diplomasiden uzaklaşıyor ve jeopolitik bir askeri güç olarak rol almaya çalışıyor. Bu gelişmeleri Sol Parti AP Milletvekili Özlem Alev Demirel ile konuştuk.
AB Komisyonu yeniden atandı ve onaylandı. Faşizme açıkça sempati duyan komisyon üyeleri “Avrupa demokrasisi” ile nasıl uzlaşabilir?
Olağan prosedür, Komisyon’un seçilmiş başkanının, komisyonu ve yasama dönemi programını üye devletlerden gelen tekliflere dayanarak biraraya getirmesidir. Özellikle endişe verici olan ise Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in, İtalyan faşizmi geleneğinden gelen bir kişinin, komiser yardımcısı olması yönündeki İtalyan teklifini kabul etmesidir. Bu süreç Avrupa’daki tüm ilerici güçlere bir uarı sinyali olmalıdır. Sol kanat oy birliğiyle karşı oy kullandı ancak liste, Yeşiller ve sağcı popülist gruplar tarafından desteklenen kirli bir anlaşma sayesinde 27 Kasım’da 370 oyla kabul edildi. Yukarıda bahsedilen Raffaele Fitto’nun komiser yardımcısı olarak atanması maalesef endişe verici tek örnek değil.
Başkaları da mı var?
Pek çok örnek var: İklim politikasından sorumlu Wopke Hoekstra, Shell’den geliyor. Bu, uyuşturucuya bağlı suçlarla mücadelede mafyayı görevlendirmek gibi bir şey. Yeni dış temsilci, diplomasiden ve çıkarların dengelenmesinden yana olmayan, daha ziyade Rusya ile gerginliğin daha da artmasından yana olan Estonyalı bir katı görüşlü. İlk kez çalışma ve sosyal işlerden sorumlu bir pozisyon yok, ancak bir savunma komiseri var: Bay Kubillius, onun AB’deki silah endüstrisini büyük ölçüde genişletmesi gerekiyor. Komisyonun odak noktası, Avrupalı şirketlerin küresel rekabette güçlendirilmesi ve AB’nin kitlesel militaristleşmesi. “Savaş ekonomisi” sloganı tekrar tekrar gündeme geliyor.
AMAÇ DAHA GÜÇLÜ SAVUNMA SANAYİ OLUŞTURMAK
Savaş ekonomisine geçişten kim faydalanıyor? Almanya bunda nasıl bir rol oynuyor?
Savaş ekonomisi, yaşamın ve üretimin tüm alanlarının, savaşın gereklerine uygun hale getirilmesi anlamına gelir. AB’de bundan hâlâ çok uzaktayız. Ancak yön açık: Kapsamlı bir şekilde hazırlanmak, daha güçlü bir silah endüstrisi oluşturmak ve yeniden silahlanmanın büyük ölçüde ilerletmesi isteniyor. AB, savunma ve yeniden silahlanma alanlarında giderek daha fazla araç ve program oluşturuyor.
Bu projelerin çoğu Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından önce ortaya çıktı. Ancak o zamandan beri halk arasındaki belirsizlik özellikle militarizme yönelik eleştirileri bastırmak için kullanıldı. Ukrayna savaşı önümüzdeki yıl dondurulsa bile savaşa girme isteği yüksek olmaya devam ediyor ve savaş tehdidi artmaya devam ediyor.
Sözde “dönüm noktası”, dünyanın yeniden paylaşılması ve düzenlenmesi için verilen küresel güç mücadelesini simgeliyor. Şu ana kadar AB’nin ekonomik açıdan lider gücü olan Almanya, artık güvenlik politikasında da baskın bir rol üstlenmek için çabalıyor.
TİCARET SAVAŞLARI ARTAN BİR ŞİDDETLE SÜRÜYOR
Komisyon Başkanı von der Leyen geçenlerde „Avrupa otomotiv endüstrisi Avrupa’nın gururudur“ dedi. AB Komisyonu kimin çıkarlarını temsil ediyor? Bu, daha sonraki ticaret savaşlarının dolaylı bir göstergesi mi?
AB Komisyonu işçilerin çıkarlarını değil, şirket sahiplerinin çıkarlarını temsil ediyor.
Bir süredir ekonomide ve endüstriyel üretimde köklü bir yeniden yapılanma gözlemleniyor. Bu, muazzam miktarda kaynak gerektiren yeni teknolojilere geçişin yanı sıra ticari ilişkiler, tedarik zincirleri ve ticaret yolları gibi temel konularla da ilgili. Bu ekonomik ve jeopolitik gelişmeler birbiriyle yakından bağlantılı; sonuçta bu, piyasalar için küresel rekabetle ilgili.
AB iki yönlü bir yaklaşım izliyor: Bir yandan ihracat pazarlarına serbest erişimi sağlamak için Mercosur gibi ticaret anlaşmaları üzerinde çalışıyor. Öte yandan Avrupa’da Çin’den elektrikli otomobil gibi ithalatın sınırlandırılması yönünde girişimlerde bulunuluyor. AB içerisinde üye devletlerin farklı çıkarları ve stratejileri bulunmakta.
Ticaret savaşları kapitalizmde yeni bir şey değil; bunların açıkça tartışıldığı Merkel/Trump dönemini hatırlayın. Ancak artık giderek şiddetleniyorlar ve hızla askeri çatışmalara dönüşebiliyorlar.
AB ASKERİ AÇIDAN BAĞIMSIZ HAREKET ETMEK ARZUSUNDA
Trump’la birlikte AB’de ne olacak?
Gelişmeler halen devam ettiğinden nihai bir değerlendirme için henüz erken. Ancak bir şey açık: Trump ya da Biden, Scholz ya da Merz iktidarda olsun, jeopolitik durum gergin olmaya devam ediyor. Çin ve Hindistan gibi yeni ekonomik güçler dünya pazarlarına baskı yapıyor, kendi paylarını talep ediyor ve Avrupa ve Amerikan tekellerinin hakimiyetini yerinden ediyor.
Bu arka plana karşı, ABD ve AB’nin bu zorlukların üstesinden gelmek için Trump yönetiminde siyasi işbirliği yapması muhtemel. Ancak Biden yönetimindeki Enflasyonu Azaltma Yasası konusundaki anlaşmazlıkların gösterdiği gibi, ortaklar arasındaki çelişkiler devam ediyor.
Trump’ı farklı kılan, gerilimleri daha da artırabilecek alışılmadık ve saldırgan yaklaşımı. Scholz ve Merz arasında da benzer farklılıklar görülebilir. Bununla birlikte, tüm bu aktörlerin uğraşmak zorunda olduğu nesnel zorluklar esasen aynı kalıyor.
Güvenlik politikası açısından AB ve özellikle Almanya’nın lider güç olarak çeşitli senaryolara hazırlanmaya çalıştığı açıkça söylenebilir. Son yıllarda silahlanma NATO doğrultusunda ilerletildi ancak aynı zamanda ABD ile olası bir kopuşa hazırlıklı olmak ve askeri açıdan bağımsız hareket edebilmek için de adımlar atıldı. Trump’ın seçilmesi, silah lobisinin halk arasındaki belirsizliği kendi çıkarları doğrultusunda istismar etmesi için ek bir koz işlevi görüyor.
Artık NATO’nun tek vücut olduğu konusunda yanılsamalara kapılmamalı mıyız?
Dediğim gibi nihai bir değerlendirme yapmak için henüz çok erken. Ancak mevcut jeopolitik koşullar altında NATO topluluğunu ilk döneminde olduğu kadar baltalama ihtimalinin düşük olduğunu düşünüyorum. ABD gibi bir dünya gücü bile kısıtlamalardan bağımsız hareket edemiyor ve Çin’in artan ekonomik ve politik nüfuzu dinamiği değiştirdi. Çin ve Hindistan gibi yükselen güçlerle yaşanan güçlü rekabet, yerleşik güçleri ortak çıkarlar doğrultusunda birleştirmeye devam ediyor.
Ancak yine de Trump ya da diğer siyasi aktörler hakkında yanılsamalara kapılmamak konusunda uyarıyorum. İster ABD’de, ister Avrupa’da, ister Rusya’da, ister Çin’de olsun, sermayenin çıkarlarını temsil edenler, dünyayı ne daha barışçıl ne de daha sosyal hale getirebileceklerdir. Bunu ancak halkın kendisi savaşa ve sömürüye karşı çıkarak yapabilir.