Yücel ÖZDEMİR / Köln
Bugün uluslararası mülteciler günü. Birleşmiş Milletlerin 4 Aralık 2000’de aldığı karardan sonra 20 Haziran 2001’den bu yana her yıl dünya genelinde mültecilerin sorunlarına, nedenlerine dikkat çeken açıklamalar, etkinlikler, eylemler yapılıyor. Öncesi bir yana, son 22 yılda her 20 Haziran’da sığınmanın nedenlerinin ortadan kaldırılması, sığınmanın bir insan hakkı olduğunu içeren açıklamalar, geçiş yollarında önlemler alınmasına dair çağrılara rağmen dünya genelinde mültecilerin sayısı arttı, sığınma büyük ölçüde bir hak olmaktan çıkarıldı.
Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Yüksek Komiserliği (UNCHR) tarafından 2013’te yapılan bir açıklamada dünya genelinde 51 milyon insanın mülteci olduğuna dikkat çekiliyordu. Bu sayı yıllar ilerledikçe artmaya devam etti. UNCHR, son olarak 14 Haziran’da dünya genelinde 108 milyon sığınmacının olduğunu açıkladı. Bu rakam 2022’de 100 milyon, 2020’de ise 80 milyondu.
Tarihsel perspektiften bakıldığında hızlı kitlesel artışların asıl olarak savaşlardan kaçışların olduğu görülüyor. Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Ukrayna işgalleri ve savaşları dünya genelinde mülteci sayısını artırdı.
UNCHR tarafından yayımlanan verilere göre, 2021’de kayıtlara geçirilen ülkesini terk etmek zorunda kalan 21.3 milyon sığınmacından 6.85 milyonu Suriye vatandaşı. Bunları Afganistan (2.7 milyon), Güney Sudan (2.3 milyon), Myanmar (1.2 milyon) vatandaşları takip etti. En fazla mülteci veren 10 ülke arasında geri kalanların tümü Afrika ülkeleri. 2022’de bunlara, AB’nin kapılarını cömertçe açtığı Ukraynalı sığınmacılar de eklendi.
GÖÇE NEDEN OLANLAR KAPILARINI KAPATIYOR
Göç edilen ülkelerdeki savaşların, çatışmaların, politik gerilimlerin, yoksulluk ve sefaletin aralarında Avrupa’nın en fazla silah satan ülkeleri olan Almanya, Fransa, İngiltere’nin de olduğu emperyalist devletler. Ama bu devletler, “En iyi sığınmacı ölü sığınmacıdır” anlayışıyla hareket ederek, Avrupa’nın kapılarını yaratmış oldukları yıkımdan kaçan sığınmacılara kapatmak için her türlü yola başvuruyorlar.
En son 8 Haziran’da AB iç işleri bakanları toplantısında, savaştan ve yoksulluktan ötürü ülkelerini terk etmek zorunda kalanların Avrupa’ya ulaşmasını engellemek üzere alınan kararlara, ulaşmayı başaranların geri gönderilmesi de eklendi. Dolayısıyla bir süredir ilerici örgütler tarafından eleştirilen “Pushback” (Geri itme) politikasına yasal çerçeve uyduruldu. AB ülkeleri tarafından üzerinde anlaşmaya varılan yeni kararlara göre, AB’ye ulaşan mülteciler sığınmacı kamplarında tutulacak ve başvuruları burada değerlendirilecek. Ardından kabul edilmeyenler ya geldikleri ülkelere ya da güvenli üçüncü ülkelere gönderilecekler. Başvuruları kabul edilenler ise kota ile AB ülkeleri arasında paylaştırılacak. Bunu kabul etmeyen ülkeler ise mülteci başına 20 bin avro ödeyecek.
Temel hedefi AB’ye canlı ulaşmayı başaran mültecilerin Avrupa’nın merkez ülkeleri Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika ve İskandinav ülkelerine ulaşmasını engellemek olan bu yaklaşım, asıl olarak mültecilerin yükünü Yunanistan, İtalya, İspanya gibi ülkeler ve bunlara komşu, antlaşmaların yapıldığı Türkiye gibi ülkelere yüklüyor.
AKDENİZ’DEKİ BÜYÜK KATLİAMLAR
Denilebilir ki mülteci düşmanı AB’nın politikaları daha fazla insanın AB sınırlarında can vermesine davetiye çıkarıyor. 14 Haziran’da Yunanistan açıklarında batan ve 650’den fazla insanın hayatını kaybettiği felaket de bunun sonucu. 18 Nisan 2015’te İtalya açıklarında batan ve 700’den fazla mültecinin hayatını kaybettiği felaketten sonra da bugünküne benzer tartışmalar yaşanmıştı. Ancak AB’nin bundan çıkardığı sonuç kapıların açılması değil, sığınmacı teknelerinin yola çıktıkları ülkelerde durdurulması olmuştu.
AB Sınır Güvenlik Ajansı (Frontex) önlemlerini bu ülkelere kadar genişletmişti. Ayrıca başta İtalya olmak üzere sınır ülkeler açık denizde mültecilere yardım etmeyi suç saymış, yardım eden gemilerin kaptanlarını mahkemeye çıkararak yargılamıştı. Bu da mültecilerin AB’ye sağ değil ölü ulaşmasını sağlayan başka bir politika.
Geride bıraktığımız dönemde aynı AB’nin mülteciler arasında bir ayrımcılık yaptığı da net olarak ortaya çıktı. Ukrayna savaşından kaçan mülteciler için kapılar sonuna kadar açıldı, özel tren seferleri düzenlendi. Gelenlere barınma ve beslenme konusunda her türden yardım en iyi derecede yapıldı. Savaştan kaçan bütün mültecilere uygulanması gerekenlerin sadece Ukrayna’dan gelenler için yapılması, Asya ve Afrika’dan gelenlere ise ölümün dayatılması AB’nin barbar mülteci politikasını gözler önüne seriyor. Bu devletlerin mülteciler politikasının, bölgesel planlarının belirlediğini gösteriyor. Ekonomik ve siyasi çıkarların daha yakın olduğu bölgelerden gelenlere özel bir mülteciler politikası izlediği ortada.
Dünya çapındaki emperyalist paylaşım mücadelesi giderek keskinleşiyor. Silah tekelleri satış rekorları kırıyor. NATO, Doğu’ya genişleme hamlelerini sürdürüyor. Finlandiya ve İsveç’ten sonra sıranın Moldovya ve Gürcistan’a geleceği ifade ediliyor. Ukrayna’da olduğu gibi bu ülkelerde de Rusya ile egemenlik mücadelesi içinde olan NATO yeni gerilim ve savaşlarla etki alanını genişletmeye devam etmek istiyor. Bu da doğal olarak yeni mülteci hareketleri anlamına geliyor.
Keza küresel ısınma, iklim değişiklikleri, kuraklık, yer altı ve yer üstü kaynaklarının sömürüldüğü Asya ve Afrika ülkelerinden Avrupa’ya doğru göçlerin devam edeceği görülüyor. Güvenlik önlemleri, duvarlar, artan ırkçı saldırılar ise mülteciler açısından faturanın ağır olacağına işaret.
Bütün bunlar, hiç kimsenin yerini-yurdunu terk etmek zorunda olmadığı, insanca yaşadığı bir dünya kurulmadığı takdirde, mülteciler gününde sarf edilen sözlerin çoğunun sadece temenniden ibaret kalmaya devam edeceğine işaret ediyor.
AB SINIRLARI DUVARLARLA ÖRÜLDÜ
Son birkaç yıldır aralarında Türkiye’nin de olduğu “geçiş ülkeleri” ile yapılan anlaşmalar, bu ülkelere verilen her türlü askeri, polisiye desteğe rağmen “umuda yolculuğu” sürdüren mültecilerin bir kısmının Avrupa’ya ulaşmaya devam etmesi üzerine bu kez sınırlarda duvarlar örülmeye başlandı. Türkiye üzerinden AB’ye giriş kapılarında biri olan Yunanistan sınırına 2014’te AB’nin 5 milyon avroluk desteğiyle 3 metre yüksekliğinde 12.5 km uzunluğunda bir duvar yapıldı. 2020’de ise 5 metre yüksekliğinde 27 km uzunluğunda çelik tellerden bir duvar daha örüldü. Böylece 212 km uzunluğundaki Türkiye-Yunanistan sınırının 40 km’si duvarlarla kapatılmış durumda. Keza Bulgaristan, Türkiye ile olan 270 km uzunluğundaki sınırını çelik telden duvarlarla kapattı. Türkiye de aynı anlayışla, dünyanın en uzun üçüncü sınır duvarı (837 km) olma özelliği taşıyan duvarı Suriye sınırına inşa etti. Benzer şekilde Türkiye-İran sınırında da duvar yapılmaya başlandı. 2017’de yapımına başlanan Ağrı-İran sınırındaki duvarın uzunluğu 81 km.
AB sınırlarında komşu ülkeler arasında yapılan duvarların sayısı da 2015’ten sonra arttı. AB üyesi Macaristan, Sırbistan ve Hırvatistan ile olan sınırlarına toplam 175 km uzunluğunda, beş metre yüksekliğinde telden duvarlar ördü. Yine bir diğer AB ülkesi Slovenya da Hırvatistan ile olan sınırına duvarla kapattı. Polonya, Belarus üzerinden gelen mültecileri engellemek için 186 km ve 5.5 metre yükseklikte bir duvar ördü. Toplam 350 milyon avroya mal olan duvarın inşasına AB de tam destek verdi.