Written by 19:00 POLITIKA

AfD’nin yükselişi tesadüf mü?

HÜSEYİN AVGAN

AfD (Almanya için Alternatif) en son ağustos başında yapılan kamuoyu yoklamalarında da yükselme eğilimini sürdürerek, Almanya genelinde yüzde 21 oy potansiyeline ulaşmış gözüküyor. Ukrayna savaşıyla birlikte kamuoyu yoklamalarında yükselişi devam eden AfD’nin, bu yıl ve 2024’te yapılacak tüm eyalet seçimlerinde oylarını ciddi bir şekilde artıracağı, hatta Sachsen, Sachsen Anhalt ve Thüringen eyaletlerinde açık arayla birinci parti olması bekleniyor. Kurulduğu günden bu yana AfD ilk defa Almanya’nın en küçük seçim bölgesi olan Sonneberg’de tüm diğer partilerin ortak hareket ederek CDU adayını desteklemesine rağmen ilk valisini kazanmıştı.

Sağ popülist, ırkçı-faşistlerin de içinde yer aldığı bu neoliberal sermaye partisinin seçmenler içerisinde yükselişi emek mücadelesi veren, işçilerin birliğini savunan kesimler içerisinde haklı olarak endişelere neden olmakta. Özellikle işçi, işsizler ve emekliler içerisinde bu parti konusunda, ‘küçük insanların’ partisi olduğu imajı, hükümet politikalarına karşı muhalefet odağı gibi görünmesi, sol muhalefetin zayıf olması ve parlamentoda yer alan partilerin önemli konularda aynı politikalarda birleşmesi, bu partiye karşı ilgiyi artıran, seçmenlerin ‚oy verebilirim‘ demesine neden olan faktörlerin başında gelmekte.

AfD SADECE ALMANYA’DA YOK!

Emperyalistler arasındaki rekabet ve çatışmanın derinleşmesinin de bir sonucu olan ve bilinçli bir şekilde körüklenen ırkçı-milliyetçi politikalar tüm dünyada etkisini devam ettirmekte. Bu anlamda AfD benzeri partiler sadece Almanya’da değil, tüm kapitalist ülkelerde işçi ve emekçiler içerisinde güç toplayan partiler konumundalar. Bunlar bazı ülkelerde iktidar, birçok ülkede de ana muhalefet partisi konumundalar. Yakın dönemde İtalya’da AfD benzeri talepleri dile getiren Giorgia Melon’un sağ cephesi seçimleri kazanarak iktidara gelmişti.

AfD’nin güçlenmesinin kendi içinde nedenleri olmasına rağmen, dünya genelinde devam eden bu ırkçı-milliyetçi politikaların etkisini de dikkate almalıyız. Ve bu dalganın esas kaynağının kapitalist sistem içerisinde yaşanan rekabet ve pazar kavgası olduğunu, tek tek ülkelerde yaşanan ırkçı-milliyetçi gelişmelerin, diğer ülkelerdeki gelişmeleri de hızlandırıcı etkiler yarattığı dikkate alınmalıdır.

Bu anlamda AfD’nin neden yükseldiği, emekçileri nasıl etkilediği, emekçiler içerisinde nasıl teşhir edileceği, özellikle diğer partileri protesto ederek AfD’yi desteklemeyi düşünen emekçilerin mücadeleye katılımının nasıl sağlanacağı konularında daha hassas davranmak, yaşanan mücadele deneylerinden öğrenerek, işçi ve emekçilerin ırkçı-milliyetçi-popülist akımların etkisine kapılmasına karşı mücadele etmek, işçi ve emekçiler içerisinde oluşan tepkilerin AfD gibi partiler içerisinde erimesini engellemek, bugün daha da bir önem kazanmış durumdadır.

SAVAŞ VE SERMAYE KOALİSYONU

Kamuoyu yoklamalarına göre AfD Ukrayna savaşının başlamasından sonra oylarını neredeyse iki katına çıkardı. Bilindiği gibi Ukrayna savaşı öncesi yapılan seçimlerde, savaşa ve silahlanmaya karşı olduğu açıklaması yapan partilerinin bir kısmı hükümeti kurdu. Ancak bu partiler savaşın gündeme gelmesiyle birlikte en saldırgan savaş partileri konumuna geldiler. Silahlanma yarışına hız verildi. Rusya’ya uygulanan ambargoların sonucu olarak, enerji fiyatları arttı. ABD lehine enerji politikaları uygulamaya sokuldu, çevre düşmanı LNG gazı için milyarlarca yatırım yapıldı. Enflasyonun ve gıda fiyatlarının artması, kiraların yükselmesi, ücretlerin düşmesi milyonlarca insanın yaşam koşullarını daha da ağırlaştırdı. Halkın önemli bölümü savaş ve silahlanma politikalarına, Ukrayna’ya silah gönderilmesine karşı olmasına rağmen, hükümet sermayenin çıkarları gereği bu politikaları peyder pey hayata geçirmeye başladı. Son olarak çevreyi koruma adı altında parlamentoya getirilen ‘Kalorifer Yasası‘ geniş kesimler içerisinde hükümet politikalarına karşı tepkiyi büyütürken, gelecek kaygısının derinleşmesini de beraberinde getirdi.

Bütün bu gelişmeleri, “trafik lambası koalisyonu”nu oluşturan partiler SPD, Yeşiller ve FDP ile muhalefet partileri CDU/CSU ve Sol Parti nüans farklılıkları olmakla birlikte, özünde desteklendi. Parlamentoda geniş bir savaş ve sermaye koalisyonu oluştu. AfD ise bu süreçte, savaşa ve silahlanmaya, enerji fiyatlarının artmasına, orta ve küçük esnaf iflaslarına, Rusya’ya karşı uygulanan ambargoya karşı “muhalefetin merkezi” olma gibi bir imaj yarattı. AfD parlamento dışı muhalefetin zayıflığının da etkisiyle, hükümetin uygulamalarına karşı bir odak görüntüsü kazandı.

AfD hükümetin çöplüğünde güçleniyor!

AfD, hükümetin ve ana muhalefetin ortak bir koalisyon gibi hareket ederek, sermayenin çıkarları için uyguladıkları politikaların oluşturduğu bu zeminde güçlenmeye başladı. Parlamento açıldığında kesin yasallaşması beklenen ‘Kalorifer Yasası’na halkın yüzde 70’i karşı ve bu yasadan en az dört haneli rakamlarda ekonomik zarara uğrayacağını beklemekte. Ama başta Yeşiller Partisi yöneticileri olmak üzere, yasaya karşı çıkanları çevre sorunu karşısında ’sorumsuz, toplum için fedakârlık yapmayanlar‘ olarak suçlanmakta. İkinci örnek ise Ukrayna’ya silah gönderilmesi, savaşa ve ambargoya karşı çıkılması. Bu konularda oranlar değişse de halkın önemli bölümü hükümetin uygulamalarını onaylamamakta. Burada da savaşa, ambargoya, silah göndermeye karşı çıkanlar ya Putin’ci ya da savaşa karşı olduğunu söyleyen AfD’li veya sağcılarla iş yapanlar olarak suçlanmakta. Halkın bu eğilimlerini dikkate almayan, savaşın-silahlanmanın ve rekabetin faturasını halka çıkarmaya çalışan ve üstüne bir de halkı suçlayan, yukardan bakan bu tutum ve politikalar, adeta hükümeti eleştirenleri AfD’nin kucağına itiyor.

Parlamentoda partilerin aynılaşması, sokak muhalefetinin zayıflığı, hükümet politikalarını sorgulayanların bir kısmının ne yazık ki AfD’ye yönelmesini beraberinde getirmekte. Kamuoyu yoklamalarına göre, AfD’ye oy verecek her üç kişiden ikisinin “başka muhalefet olmadığı ve diğer partileri protesto etmek için AfD ye oy veriyorum” demesi de bunun bir göstergesi.

AfD’ye karşı mücadele

AfD’nin gerçek yüzünü açığa çıkarmak için, hükümetin sermaye yanlısı politikalarına karşı mücadeleyi güçlendirmek, AfD’nin de bu politikaların bir sonucu olduğu, esas olarak bu düzenin devam etmesinden yana bir parti olduğu somut taleplerle teşhir edilmelidir. AfD dünden daha farklı olarak bazı eyaletler de yüzde 35 oy alma potansiyeline ulaşmış, hükümet politikalarına muhalif olan bazı kesimler tarafından da seçilebilir olarak görülmekte. Hatta göçmen karşıtı bir parti olarak bilinmesine rağmen, göçmenler içerisinde bile muhalif olarak değerlendirildiğine tanık olunmakta ve bu partiye oy verileceği ifade edilebilmekte. Bu anlamda bugüne kadar olduğu gibi AfD’ye karşı mücadelenin parti kongrelerini protesto etmek gibi, protestocu bir yaklaşımla başarıya ulaşması pek mümkün görünmüyor. Bu partinin programı ve parlamentoda onayladığı yasaların sermayenin çıkarlarına hizmet ettiğini; savaşa ve silahlanmaya karşı olmadığını ve savunduğu politikaların emekçilerin ve halkın yararına olmadığını geniş kesimlere anlatabilmek gerekiyor. Nitekim AfD de, NATO’dan, silahlanmadan, ‘Alman ordusunun en savaşkan ordu’ olmasından yanadır ve zenginlerden alınan vergilerinin düşürülmesinden, emeklilik yaşının yükseltilmesinden yana, asgari ücretin ve emekli aylıklarının yükselmesine karşı tam bir işçi düşmanı partidir.

Bu anlamda özellikle işçi ve emekçiler içerisinde AfD’nin sorgulanmasına olanak tanıyacak eylem biçimleri, aydınlatma çalışmaları ve esas olarak AfD’yi de yaratan sisteme ve bugün geniş kesimler açısından acil talep haline dönüşen yoksulluğa, savaşa ve silahlanmaya, çevrenin tekeller tarafından tahrip edilmesine karşı mücadelenin büyütülmesi önemlidir. Ki bu konuda mesafe alındığı ölçüde AfD gibi ırkçı-milliyetçi akımların da etkisi azaltılabilecektir.

Close