Written by 12:56 HABERLER

Ahmet Cengiz yazdı: Fransa’dan öğreneceklerimiz…

Ahmet CENGİZ

Bu satırlar kaleme alındığında, ‘Sarı Yelekliler’in bu haftaki cumartesi yürüyüşü henüz gerçekleşmemişti. Devlet Başkanı Macron, bakanları aracılığıyla ‘Sarı Yelekliler’in ana talebini (Yeni yakıt vergisinin iptal edilmesini), kendi elindeki hançerin görünmesinden başka bir işe yaramayan bir tutumla, nihayet tümden kabul ettiğini duyurmuştu. Gelgelelim; belki on gün önce işe yarayabilecek bu taviz, toplumsal isyana dönüşmekte olan mevcut hareketin hızını kesemediği gibi, sokağa çıkan kitlelerin öz güvenini daha da artırmaktan başka bir sonuç vermemiştir. Geç gelen teselli, idamdan sonraki affa benzermiş! (Shakespeare)

An itibarıyla, Fransa’daki hareketlenme büyüme eğilimine sahip. Gelinen yerde sadece ‘Sarı Yelekliler’ değil eylem çağrısı yapanlar. Tır şöförleri ve köylüler gelecek hafta greve çıkacaklarını açıkladılar. Yüzü aşkın lisede (Marsilya, Paris, Lyon ve Toulouse’da) öğrenciler okulları bloke ediyor (Bu arada 700’ü aşkın liseli göz altına alınmış bulunuyor, üstelik “terör örgütü mensuplarına“ yapılan bir muameleyle!) Üniversiteliler ise dersleri boykot ediyor; demir yolu işçileri sivil itaatsizlik eylemlerine çağrı yapıyor (“Yürüyüşe gelecek Yelekliler biletsiz geçebilirler!”)… Hepsi de kendi yakıcı talepleriyle harekete geçiyor veya geçeceklerini açıklıyorlar. Daha düne kadar sendikaları doğru dürüst muhatap almayan Macron, şimdi onlara‚ devreye girmeleri için çağrı yapıyor! Ne diye? Sükunet gelsin ve kontrolsüz ilerleyen hareketi kontrol edecek bir muhatap çıksın umuduyla!

HAREKETİN SORU İŞARETLERİ
Bilindiği gibi, ‘Sarı Yelekliler’ hareketi üzerine yazılan birçok makalede birbirinden zıt görüşler ileri sürüldü. Tek başına bu olgu bile, bu hareketin bünyesinde ezber bozan bir mayanın bulunduğuna işaret etmektedir. Kuşkusuz, nihai bir değerlendirme için erkendir henüz. Ancak an itibarıyla bilinir olan hiçbir veri, gelişmekte olana sahip çıkmamanın gerekçesi kılınamaz. Nitekim başta Avrupa olmak üzere (bu arada ülkemizde de!) uluslararası ilerici ve sol kamuoyu açısından bu hareketin nasıl değerlendirilebileceği konusunda tereddüt yaratan üç unsur öne çıktı:

a- İdeolojik eğilimi (‘Sarı Yelekliler’ arasında faşistler ve milliyetçiler var söylemi),

b- Sosyal tabanı (Taşra küçük burjuvazisinin hareketi olması)

c- Şiddet uygulaması (yakılan arabalar, indirilen camlar, polisle çatışmalar vb.).

Macron’un özellikle birinci ve üçüncü unsuru öne çıkartarak hareketin meşruiyetine gölge düşürmeye çalışması anlaşılabilir bir refleksti. Seçim döneminde‚ “Benim için ne sağ ne sol var” diyerek oy toplayan Macron’un bu suçlamasına, ‘Sarı Yelekliler’den verilen yanıt “Biz de ne sağ ne de sol tanıyoruz” oldu! Şiddet suçlaması ise hiç beklenmeyen bir yerden yanıtlandı: Oyuncu Pamela Anderson, “Fransız ve küresel elitlerin yapısal şiddetiyle kıyaslandığında, bu insanların şiddeti ve lüks arabaların yakılması nedir ki?“ diye sordu!

Peki “sol kamuoyu“ (esasta da bilimum sosyal reformistler) neden tereddüte düştü? En kestirmeden söylenecek olursa, kendiliğinden halk hareketleri ve isyanlarının doğasına yabancı olduklarından! Bu yabancılık da sınıf mücadelelerine bakışlarının bir yansımasıdır sadece.

Sosyal bir isyanın tüm özelliklerini sergileyen ‘Sarı Yelekliler’ hareketi arasında aşırı sağcı ve milliyetçilerin bulunduğu, dahası bu hareketi kendi amaçları için kullanmaya çalıştıkları bir sır değil. Ancak; birincisi, bunda şaşılacak bir şey yok, ikincisi harekete damgasını vuran bir hegemonyaları yok, üçüncüsü hareketin talepleri aşırı sağcı-milliyetçi çizgiye sığmayan bir genişliğe sahip ve dördüncüsü bu gerici güçlerin girişimleri, kendine sol ve ilerici diyen güçlerin harekete müdahil olmalarının gerekliliğini ortadan kaldırmamakta, tersine ona yön vermeleri, onu daha ileriye taşımalarını şart koşmaktadır!

NİYET VE KISMET
‘Sarı Yelekliler’ hareketi aşırı sağın bir hareketi değildir. Başta taşra emekçi gençliği ve küçük burjuvazisinin olmak üzere çeşitli toplumsal kesimlerin, onlarca yıl izlenegelen ve esasta tekellerle mali oligarşiyi palazlandıran politikalara karşı sosyal bir isyan, özellikle de “orta sınıfın” alt kesimlerinin “yeter artık!” haykırışıdır. Ve böyle olduğu için, halihazırda hareketin ne politik bir merkezi, ne bütünlüklü talepleri, ne de belirgin bir politik çizgisi bulunmaktadır. Hareketin bu zayıflığı ama, aynı zamanda onun şu anki gücünü, dinamizmini teşkil etmektedir. Bunun sürdürülemez ve geçici bir hal olduğu ortadadır.

Şimdi tüm sorun, Fransız işçi sınıfının ileri kesimlerinin bu hareketin en ileri taleplerini sahiplenmesi, onları işçi sınıfının talepleriyle bütünleştirmesi ve Fransız mali oligarşisine had bildirecek bir geniş cephenin, kent ve kır emekçilerinin birliğini sağlayacak bir cephenin örülmesinde düğümlenmektedir. Son günlerin gelişmeleri bu ihtimalin olanak dışı olmadığına işaret etmektedir (Lyon’da CGT’lilerle ‘Sarı Yelekliler’in sokakta buluşması ve kucaklaşması gibi örneklerin ortaya çıkması).

Sınıf mücadeleleri tarihi, niyetleriyle kısmetleri örtüşmeyen toplumsal hareketlerin örnekleriyle dolu. ‘Sarı Yelekliler’ yeni bir vergiyi iptal ettirmek üzere yola çıktılar, fakat içinde mücadele ettikleri toplumsal ve politik koşulların özgünlükleri, onları bu talebin ötesine sürükleyen bir dinamizmin doğmasına neden oldu. Şu aşamada önü açık bir süreçte bulunuyoruz. Ancak, ilerici ve devrimci güçlere yüklediği görevlerin hiç de muğlak olmadığı bir süreç bu.

Türkiye’nin işçi ve emekçileri için Fransa’daki mücadelelerin en belirgin tecrübesi şudur: Sermayenin hizmetindeki hükümetlerin saldırılarını püskürtmek ve hak elde edebilmek için hiçbir burjuva partisinden medet ummadan mücadele etmek ve bunun için de örgütlenmek! İşçi ve emekçilerin kendi güçlerine güvenmelerinin somut bir örneğidir Fransa’da bugün olup bitenler.

Türkiye’nin ilerici ve devrimci kamuoyunun da ders çıkaracağı bir husus vardır: Sosyal hareketleri ideolojik görünümleriyle ibaret değerlendirmeme; kendiliğinden sosyal hareketlerin politik zayıflıklarını, başta hareketin ve taleplerinin ekonomik-sosyal karakterini gözeten bir anlayışla aşmaya çalışma!

Ekonomik kriz ilerledikçe, benzer (kent ve/veya kır küçük burjuvazisinin) kendiliğinden öfke hareketlerinin ülkemizde de patlak vermesi bir sürpriz olmayacaktır. Hiç şüphesiz, bu açıdan da Fransa’dan öğreneceklerimiz var!

Close