Yücel Özdemir
Hafta başında beri NATO tarihinin en büyük hava tatbikatı Air Defender 2023’e ev sahipliği yapan Almanya, çarşamba günü ülke tarihinde bir ilk olan “Ulusal Güvenlik Stratejisi”ni ilan etti. Dışişleri Bakanı Baerbock, Maliye Bakanı Lindner, Savunma Bakanı Pistorius ve İçişleri Bakanı Faeser’i yanına alan Başbakan Olaf Scholz, bakanlar kurulu tarafından onaylanan ve yakın dönemde ülkenin dış politikasını belirleyecek 76 sayfalık “Ulusal Güvenlik Stratejisi” belgesinde neler olduğunu açıkladı.
Almanya tarihinde nadir bir durum olarak, 1978’den bu yana ilk kez, bu kadar bakan ortak basın toplantısı yaptı ve 90 dakika boyunca gazetecilerden konuyla ilgili gelen sorulara yanıtlar verdi. Demek ki; dış politikası ve ulusal çıkarlarının korunması bakımından kafalardaki bütün soruların dökülmesi isteniyordu.
Alman sermayesinin çıkarları “halkın” ve “ülkenin” çıkarları olarak bu kez “Ulusal Güvenlik Stratejisi” adıyla servis edildi. Geçmişin emperyalist-yayılmacı politikaları ve büyük bir yıkımdan geriye kalan “tarihsel sorumluluk” nedeniyle; Alman sermayesi ve hükümetleri, kendi çıkarlarını “ulusal” yani “Almanlık” üzerinden ifade etmemeyi özel olarak tercih etmişlerdi. Dış politikadaki hedefler Avrupa Birliği üzerinden tarif ediliyordu. Girilen savaşlar, yapılan işgaller bu nedenle hep “Avrupa’nın güvenliği ve çıkarları” olarak tarif edildi. Tarihsel nedenlerden ötürü itici gelen “ulusal/Alman”lık böylece arka plana itildi.
Alman ordusunun ulusal dış politikaya dair “güvenlik stratejisi” de “tarihsel yüklerden” ötürü “Weißbuch” (Beyaz Kitap) diye adlandırıldı. Yeni Ulusal Güvenlik Strateji belgesi artık “Weißbuch”un yerine alacak. Dolayısıyla artık dünya üzerindeki çıkarlar ve izlenecek politikalar aynı zamanda Almanya’nın “ulusal çıkarları” üzerinden tarif edilecek.
Ortak basın toplantısında da buna dikkat çekildi. Özellikle “Almanya’nın dünyanın dördüncü büyük ekonomisine sahip güçlü bir ülke” olduğu hem Scholz hem de Baerbock tarafından birkaç kez hatırlatıldı. Dolaylı olarak ekonomik açıdan bu denli güçlü olan bir ülkenin askeri olarak da güçlü olması ve dünya çapındaki emperyalist paylaşımda bir aktör haline gelmesi gerektiği söylenmek isteniyor.
Ama belgede açık olarak ifade edilenler de var: “Avrupa’nın ortasında en büyük ülke ve en büyük ekonomi olarak Almanya barış, güvenlik, refah ve istikrarın yanı sıra, doğal kaynaklarımızın sürdürülebilir yönetimi için özel bir sorumluluk taşımaktadır. Bu sorumluluğu aynı zamanda tarihimizin bilinciyle de üstleniyoruz. Bu nedenle Avrupalı komşularımızla varılan uzlaşı için müteşekkiriz ve İsrail’in varlığını sürdürmesi için sorumluluk üstlenmeye devam ediyoruz.” (sayfa 3, nationalesicherheitsstrategie.de)
Geçmişteki düşmanlıkları bir yana bırakarak AB’de kader birliği yapan Fransa’ya, NATO’ya ve ABD’ye özel göndermelerin yapıldığı belgenin beşinci sayfasında Batı Balkanlar, Ukrayna ve Moldovya’nın AB’ye entegrasyonu için Almanya’nın çabalarını sürdüreceği ve “AB’nin jeostratejik bir aktör olarak gelecek kuşaklara bırakılmasından” söz ediliyor.
Silahlanma ve askeri harcamalar konusunda, Ukrayna savaşının başladığı 24 Şubat 2022’den üç gün sonra ilan ettiği 100 milyar avroluk “özel fon” ile önemli bir tabuyu kıran mevcut hükümet, Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde bunun devam edeceğini ilan ediyor: “NATO’nun belirlediği GSYİH’nin en az yüzde 2 şartını yıllarca yerine getireceğiz.”
Bu aynı zamanda Alman sermayesinin çıkarları için silahlanmanın alabildiğince devam edeceği, ordunun modernleştirileceği anlamına geliyor.
Belgenin içeriğine bakıldığında, bazı köşe yazarlarının da ifade ettiği gibi, elbette ortada Alman dış politikasında “devrim” mahiyetinde bir değişim yok. “Devrim” mevcut koşullarda AB’den ayrı Almanya’nın emperyalist paylaşım mücadelesinde kendisi olarak var olmayı açıkça ilan etmesidir. Gerisi zamanla gelecek. Scholz’un basın toplantısında söylediği gibi “Bu daha başlangıç.”
Emperyalistler arasındaki çıkar çatışmasının sertleşmesi ve safların giderek belirginleşmesi, Almanya’ya “tarihsel yüklerinden” kurtulmayı da dayatıyor. Genel olarak Batı ittifakında yer alma, Rusya’yı düşman ilan etmede bir ilerleme sağladı. Bir sonraki hamlede ise belgede “partner, rekabet edilen ve sistematik rakip” olarak tanımlanan Çin’e yönelik politika netleştirilecek.
Emperyalist yayılma ve militarizmde “tabuların” SPD, Yeşiller ve FDP’nin ortak olduğu koalisyon döneminde yıkılması da ayrıca dikkate değer. Özellikle SPD ve Yeşiller, Alman sermayesi için tabuların yıkılmasında dalga kıran rolü oynuyor. Alman ordusu ilk kez bu iki partinin iktidarda olduğu bir dönemde Kosova ve Afganistan savaşlarına gönderildi. Yine ülke tarihinde en büyük sosyal yıkım olan Ajanda 2010 paketi de bu partiler tarafından çıkarılarak hayata geçirildi. Alman sermayesi değişik alanlardaki en gerici politikalarını bu iki parti eliyle yapmaya devam ediyor.
Alman halkının, gençliğinin, emekçilerinin tarih bilinci bugün de Käthe Kolwitz’in Birinci Dünya Savaşı’nın 10. yılında çizdiği “Nie wieder Krieg!” (Savaş bir daha asla!) afişinde canlı olarak duruyor. Savaş karşıtlarının “tarihsel sorumluluğu” şimdi bunu harekete geçirmeyi gerektiriyor.