YÜCEL ÖZDEMİR
Müllermilch başta olmak üzere süt ürünleri alanında faaliyet sürdüren değişik şirketlerin sahibi milyarder Theo Müller’in, aşırı sağcı, milliyetçi ve faşist özellikleriyle bilinen Almanya için Alternatif (AfD) partisinin Eşbaşkanı Alice Weidel ile görüşmesi ve bundan sonra da görüşmeye devam edeceğini söylemesi ülkede sermaye-AfD ilişkiyi bir kez daha gündeme getirdi. Geçmişte faşist NPD’yi finanse ettiğine dair iddiaların olduğu bilinen Müller’in AfD ile yapmış olduğu görüşmeleri kamuoyuna deklare etmeyi zamanlaması elbette tesadüf değil.
Anketlerde AfD’nin oy oranının attığı görülüyor. Müllermilch’in üretiminin büyük bir bölümünü yaptığı Thüringen eyaletinde önümüzdeki yıl yapılacak parlamento seçimlerinden AfD’nin birinci çıkacağı şimdiden ifade ediliyor. Benzer bir eğilimin diğer tekellerde de olup olmadığı konusunda henüz net bir sonuç yok. Ancak bir çok tekelin aşırı sağ, faşist partiler konusunda net tavır belirlememesi dikkat çekici. Süddeutsche Zeitung’da 7 Aralık’ta yayınlanan haber-yorumda yer alan bilgiler de bunu gösteriyor. Örneğin merkezi Münih’te bulunan BMW tekeli bunlardan birisi. Tekel yönetimi AfD seçmenlerinin de araba satın aldığı ya da tekele bağlı fabrikalarda çalışanlar arasında AfD’ye oy verenlerin de bulunduğu gerekçesiyle aşırı sağa karşı açık tutum almamayı tercih ediyor. “Güncel politik gelişmelere müdahil olmama” adı altında belirlenen bu tutumun arkasında elbette potansiyel müşteri kitlesini daraltmama ve siyasi gelişmelere bağlı olarak partilere yaklaşımın değişebileceği yer alıyor. Çip üreten Infineon tekeli de sadece gelişmeleri “endişeyle” izliyor. Tekel içinde “değerler”, “çeşitlilik” ve “açıklıktan” sürekli söz edildiğini yazan Süddeutsche Zeitung, tekel yönetiminin doğrudan isim vererek parti politikasına girmeyi tercih etmediğini ifade etti. Benzer bir eğilim Alman Borsası’nda (DAX) bulunan diğer pek çok tekel için de geçerli.
SIEMENS DE SESSİZLİĞE GÖMÜLDÜ
Irkçılığa, yabancı düşmanlığa karşı çıkışlarıyla tanınan Siemens tekelinin eski CEO’su Joe Kaeser, yıllar önce Alice Weidel’in Berlin’deki göçmenler için kullandığı “türbanlı kızlar”, “bıçaklı erkekler” tanımlamasına sosyal medya hesabı üzerinden “Alman kızlar birliği”ndense “türbanlı kızlar daha iyi” tepkisini göstermişti.
Kaeser’in dört yıl önce görevi bırakmasından sonra yerine gelen Roland Busch, güncel gelişmeler konusunda yorum yapmamayı tercih ediyor. Bu nedenle pek öne çıkmıyor. AfD konusunda ise tekelin “Her türlü radikalliği ve ayrımcılığı reddediyoruz. Sağ popülizm sadece demokrasi değil aynı zamanda yatırım ve ilerlemenin de düşmanı” görüşünü paylaşıyor. Somuttan çok genel bir yaklaşımdan öteye gitmeyen bu görüşte doğrudan AfD mahkum edilmiyor.
YATIRIM VE KÂRIN ANTİFAŞİSTLERİ
Merkezi Essen’de bulunan kimya tekeli Evonik’in menajeri Christian Kullmann, kısa bir süre önce yine Süddeutsche Zeitung’a verdiği uzun söyleşide şirket yöneticilerini AfD’ye açık tutum almaya çağırmıştı. “AfD ekonomimize, toplumumuza ve geleceğimize zarar veriyor” diyen Kullmann’ın başlıca kaygısı elbette aşırı sağın kazanması durumunda genel olarak dünya pazarlarında Alman tekellerinin zorluk çekeceği. Ayrıca ihtiyaç duyulan kalifiye işgücünde Almanya’yı tercih etmeyeceği hesaba katılıyor.
Alman sermayesi içinde AfD’ye karşı nasıl bir tutumun izlendiğini değerlendiren Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Marcel Fratzscher şunları söylüyor: “Bazı şirketler korkak, çünkü AfD’ye yakın müşteriler ya da çalışanlarla uğraşmak istemiyorlar. Ülkenin ekonomik ve demokratik temelleri söz konusu olduğunda şirketler tarafsız kalamazlar. Özellikle kriz sırasında yüklü sübvansiyonlar alan büyük şirketlerin AfD’ye karşı tavır almalarını bekliyorum.”
Şirketlerin yönetim katlarından sermaye yanlısı ekonomi enstitülerine kadar bütün kesimler AfD şahsında ırkçı-faşist partilere “kâr-zarar” hesabıyla yaklaşıyorlar. Faşizmin insanlık düşmanı bir görüş olduğunu ifade etmekten ziyade faşist partinin başarısının şirketleri nasıl etkileyeceğiyle ilgileniyorlar. AfD’nin güç toplaması, seçimleri kazanması durumunda Alman sermayesinin dünya ölçeğinde gücünü arttıracağına inanan sermaye kesimleri ise bu partiye hem ideolojik hem de pragmatist açıdan destek vermeye devam ediyorlar. Theo Müller, sadece bunlardan bir tanesi.
Küreselleşmenin nimetlerinden yararlanan sermaye kesimleri ise elbette ulusal pazara hapsolmanın bedelinin kendilerine ağır olacağının farkındalar. Bu nedenle her sermaye grubu kendi “kâr-zarar” hesabı üzerinden ırkçı partiye yaklaşmayı uygun görüyor, tutum belirliyor.
ALMAN SERMAYESİNİN GÜNAHLARI ÇOK
AfD’ye yaklaşım üzerinden süren tartışmalar bir kaç açıdan önem taşıyor. Bunları şu şekilde sıralamak mümkün:
1- Her şeyden önce AfD’nin de diğer sermaye partilerinden farksız sermayeyle bağlantıları olduğu bir kez daha görüldü. Ekonomi politikaları açısından zaten neoliberal, serbest piyasacı olan bu partinin sisteme tepki duyan emekçi sınıflardan oy almak için öne sürdüğü söylemlerin hiç birisi gerçeğe tekabül etmiyor. Bu nedenle AfD, milliyetçi Alman sermayesinin partisi olma yönündeki ilerleyişini sürdürüyor.
2- Küreselleşme ve dünya pazarlarından, yurtdışından gelen kalifiye işgücünden en fazla yararlanan Alman sermayesi ise içe kapanmanın büyük bir tehlike olduğunun farkında.Bu nedenle milliyetçiliğe karşı durmaya devam edecek. Çünkü çıkarları bunu gerektiriyor. Bu nedenle aşırı sağın yükselişi yerine kendi iktidarlarını tehdit etmeyen, sorgulamayan liberal-popülist sola daha yakın duruyorlar. Böylece sağ popülizmi sol popülizmle dengelemeye çalışacaklar.
3- Hitler faşizminin yükselişi ve iktidara gelişinde Alman tekelci sermayesinin rolü tartışılmaz. Daha doğrusu Hitler, tekelci sermayenin belirlediği yolda ilerledi. Başta Krupp-Thyssen, IG Farben, Boss, Deutsche Bank… olmak üzere sayısız tekel açıktan, komünistlere karşı faşist NSDAP’yi destekledi. Bugün sermayenin iktidarını sarsacak güçlü bir komünist parti olmadığı için, sermayenin önemli bir bölümü bir kez daha faşistlerin iktidara gelmesine ihtiyaç duymuyor. Bu nedenle bazı tekel yöneticileri tarafından kullanılan antifaşist söylemlerin arkasında bu gerçeklik bulunuyor.
4- Sendikalar başta olmak üzere bütün emek örgütleri, zaman kaybetmeden aşırı sağcı partilerin sermaye ile kurduğu bağlantıyı teşhir ederek, bu partilerin işçi sınıfı ve emekçi dostu olmadığını açığa çıkarmalı. Her seçimde işçilerin azımsanmayacak bir bölümünün gelecek korkusu ve endişesiyle ırkçı partiye oy verdiği biliniyor. Yaşanan tartışmalar geçmişte ırkçı partiye oy verenlerin tercihinin değiştirilmesi için bir fırsat olarak görülebilir. Çünkü sistemin dışından geldiğini ileri süren ırkçıların, aşırı sağcıların aslında sistemin parçası olduğu her geçen gün biraz daha açığa çıkıyor.