Written by 09:28 AVRUPA

Avrupa solu iltica lehine tutum almalı

Pierre JACQUEMAIN / Politis Genel kayıtsızlık içinde trajediler birbirini izliyor. 26 Şubat’ta İtalya kıyılarında, aralarında birkaç aylık bir bebeğin de bulunduğu 62 ceset bulundu. Çoğu savaş, zülüm ve yoksulluktan kaçarak Afganistan ve İran’dan gelmişti. İtalyan hükümetinin başı Giorgia Meloni, bu korkunç gemi kazasından sonra istediği kadar “derin acısından” bahsedebilir, ancak ağır bir sorumluluk taşıyor. İktidardaki aşırı sağ, insani yardım gemilerini aynı anda sadece bir kurtarma operasyonuna sınırlama zorunluluğu kılan ve insan kaybı riskini arttıran yeni kurallar onayladı. Avrupalı yetkililer, Ursula von der Leyen’in yaptığı gibi “trajediyi” her zaman kınayabilirler, ancak sürgünlerin kabulü için onurlu ve sürdürülebilir koşulları finanse etmek yerine savunma bütçelerini ve sınırların kapatılmasını sürekli artıran politikalar, göç akımlarının yönetimini insan hakları konusunda çok az endişesi olan devletlere devrederek başkalarının hayatlarını tehlikeye atmaktan suçlu olmaya devam etmektedir. Fransa her zaman insan hakları ülkesi olmakla övünebilecektir, ancak sığınma politikaları hiçbir zaman son yıllardaki kadar kötü muamele görmemiştir. Çadırların yırtıldığı, yiyeceklere polis tarafından el konulduğu ve aktivistlerin kriminalize edildiği görüntüler ülkemizi sanık sandalyesine oturtuyor. Kimse Humus, Asmara, New York, Paris ya da Kiev’de doğmayı seçmez. Devletlerimizi kabul politikalarında daha mütevazı ve makul olmaya sevk etmesi gereken şey de budur. Çünkü Fransa’da, Avrupa’nın başka yerlerinde ve daha yaygın olarak kuzey ülkelerinde olduğu gibi, bir “göç sorunu” yoktur, sadece bir kabul sorunu vardır. Bizim bir borcumuz var. Bizler, kuzey ülkeleri, kaçınılmaz olarak nüfus hareketlerine yol açan dünyanın bozulmasından sorumluyuz: İster küresel ısınma, ister eşitsizlikler, çatışmalar ve savaşlar olsun. Bu bizim borcumuzdur. Bu, faşist bir söylem olan “göçmen istilası” söylemine kapılmak anlamına gelmiyor. Ortada bir baskın yok ve hareketlerin çoğu güney ülkelerinden güney ülkelerine doğru gerçekleşiyor. Bu nedenle dayanışma görevimiz var. Çünkü ilgisizlik öldürür. Her şey insanlığın yarısının diğer yarısının ölmesine izin vermeye karar verdiğini gösteriyor. Sanki gezegendeki en zengin insanların hayatta kalması, aramızdaki en yoksulların kademeli ve gizli bir şekilde ortadan kaybolmasına bağlıymış gibi. Geçen yıl 24 Aralık’ta üç yaşında bir kız çocuğu Tunus sahiline vurmuş olarak bulundu. Sekiz yıl önce, cesedi bir Türkiye sahilinde bulunan küçük Alan Kurdî’nin fotoğrafı tüm dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Küçük kız bu onura sahip olamayacak. Neden, nasıl oldu da öfkeden önemsizleştirmeye geçtik? Önce sağlık krizi ve bugün Avrupa’nın kalbindeki savaşla birlikte ekonomik kriz, sınırlar sorununu yeniden kamusal tartışmanın merkezine yerleştirdi. Sanki tek tehlike dışarıdan geliyormuş gibi. Ortamın kendi içine kapanmayı ve parmakla günah keçisi ilan edilmeye elverişli olduğunu biliyoruz. Aşırı sağın sürgünlerin kabulüne karşı eylemleri artarken, göç hakkında konuşmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Güvenlikçi ve yabancı düşmanı politikalara alternatifler mevcuttur. Hiç kimse evini, köyünü, toprağını, ailesini ve sevdiklerini zevk için terk etmez. Sol hareketler, kabul ve iltica lehine tutum almalıdır. Söz konusu olan insanlığın, insanlığımızın geleceğidir. (Çeviren: Diyar Çomak)
Close