Written by 11:09 POLITIKA

Avrupa’da eksen sağa kaydı, peki sol ne yapabilir?

YÜCEL ÖZDEMİR

Eğer Avrupa’nın siyasi haritasını bir ‘puzzle’a benzetirsek, son tamamlayıcı parça İtalya oldu. Böylece geçen yıl mart ayında Hollanda’da başlayan Fransa, Almanya ve Avusturya’da devam eden “seçim maratonu” tamamlanmış oldu. Bu beş ülke yüzyıllardır kıta Avrupası’nda ekonomik, siyasi, askeri, kültürel, felsefi… alana damgasını vuruyor. Dolayısıyla bu ülkelerdeki politik gelişmeler, sınıflar arasındaki çelişkiler ve arayışlar kıta hakkında yeterince fikir veriyor. Beş ülkede seçimlerin ortaya çıkardığı sonuçlardan hareketle olup bitenleri şu şekilde sıralamak mümkün:

Birincisi: İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist sistemin temel direği olan muhafazakar ve sosyal demokrat partiler büyük bir çözülme sürecine girmiş ve bunun duracağına dair bir belirti yok. Tersine devam edeceği konusunda güçlü işaretler var. Bu çözülmeden sosyal demokratların çok daha fazla etkilendiği, seçimlerin yapıldığı ülkelerin ortak özelliği. “Ortanın sağı”ndan daha sağa kayan muhafazakar partiler buna rağmen oy kaybediyorlar. Sosyal demokratlar “ortanın solu”ndan sola değil sağa kaydıkları için daha fazla oy ve güven kaybına uğradılar. Bu nedenle sistemin iki ana partisinden kopuş hızı birbirinden farklı. Almanya’da SPD’nin yeniden koalisyon ortağı olmasına tepki tahmin edilenden fazla oldu. Tepki gösterenler önceki gün “İlerici Sosyal Platform”u ilan etti.

İkincisi: Arayış içindeki geniş kesimlerin bir bölümünün ne sağ ne sol cephede duran, popüler ve içi boş bir söylemin peşine takıldıkları, İtalya’da 5 Yıldız Hareketinin bütün partileri geçerek birinci olmasında bir kez daha görüldü. Fransa’da Emmanuel Macron’un cumhurbaşkanı seçilmesi ve partisinin seçimleri kazanması da bu kategoride yer alıyor. Bunların yaptığı, geniş kitlelerin tepki duyduğu neoliberalizmin farklı bir ambalajla sunulmasından başka bir şey değil. Dolayısıyla yükselişleri, sorumluluk almalarıyla birlikte duracak, gerileme süreci başlayacaktır. Çünkü, sistemin iki ana partisinden çok farklı önerilerde bulunmuyorlar. Bu bakımdan “ideolojisiz” gibi görünen ve sistem partilerine protestonun üzerinden güç toplayan bu hareketlerin ömrü çok fazla uzun olmayacak gibi görünüyor.

Üçüncüsü: Sistemin ana partilerinden kopan geniş kesimlerin önemli bir bölümünün günümüzde sağ-milliyetçi, ırkçı-faşist partilere yüzünü döndüğü yeni değil. Bir süredir yükseliş içinde olan bu hareketler sığınmacılar nedeniyle yükselişlerini hızlandırdılar. Bütün ülkelerde, bir zamanlar tabu kabul edilen ırkçı-milliyetçi söylemler normalleşmiş görünüyor. Örneğin Fransa’da ırkçı Marine Le Pen’in ikinci tura kalması, Almanya’da AfD’nin meclise girmesi, Avusturya’da FPÖ’nün koalisyon ortağı olması, İtalya’da faşist Liga’nın sağ partiler arasında birinci olması ve ülkeyi yönetmeye talip olması gayet normal bir durum gibi sunuluyor.

Asıl olarak ekonomik-sosyal sorunlardan kaynaklanan ırkçı yükselişin kısa zamanda düşmeyeceği ortada. Bu nedenle ırkçı hareketlere karşı ortak mücadele hep gündemde olacak.

Dördüncüsü: Kıta genelinde eskiden Sovyetler Birliği çizgisini savunan adı komünist, sosyalist ve devrimci olan partilerin, mevcut koşullarda ciddi bir güç toplamadığı görülüyor. Toplaması da zor. Sosyal demokrat partilerin bu denli güç kaybettiği kıta Avrupası’nda söz konusu akımların ortamdan yararlanıp, geniş emekçi kesimleri ikna etmemesinde bu parti ve akımların halka yeterince güven vermemesi ve yoksul emekçi sınıflara ulaşmak için yeterli çaba harcamadığı anlaşılıyor. Sol Parti Meclis Grubu Eş Başkanı Sahra Wagenknecht, önceki gün Die Tazeszeitung’a verdiği uzun röportajda bunu kabul ediyor. Bu açıdan, solda eskinin her bakımdan yenilenmesi, ileriye doğru bir atılım yapması zorunlu. Bu konuda Jean-Luc Melenchon’un başını çektiği “La France insoumise / Boyun Eğmeyen Fransa” hareketinin örnek olabileceği üzerinde duruluyor. Melenchon cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 19.5 oy almıştı. Kapitalist sistemi değiştirme yerine ehlileştirmeyi savunan bu akımın iktidara gelmesi durumunda söylediklerinin ne kadarını yerine getireceği kuşkulu. Yine de emekçi hareketinin geriye değil ileriye doğru bir atılım yapmasına yardımcı olabilir. Benzer bir “derleme hareketi”nin Almanya’da da kurulması tartışması ise devam ediyor.

Beşincisi: Bir yıl içinde yapılan seçimlerin ortaya çıkardığı siyasi harita, Avrupa’nın bir yol ayrımında olduğunu net olarak gösteriyor. Bu yol ayrımında tarihin ileriye mi yoksa geriye mi gideceği, asıl olarak sınıflar arası mücadele ve bu mücadelede yer alan siyasi akımların nasıl bir rol üstleneceğiyle yakından ilgili. İnsanlığın, işçi sınıfının bütün kazanımlarını ileriye taşımak için başta sendikalar olmak üzere bütün emek örgütlerine, ilerici akım ve hareketlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Tarihsel dönemeçlerde sorumluluğun gerektiği gibi hareket edilmediği takdirde bunun bedelinin çok ağır olduğunu Avrupa tarihinden biliyor. Bu nedenle solun yapabileceği çok şey var.

Bu nedenle “dönemeç” aynı zamanda yeni bir fırsattır.

Close