ŞENAY AYDEMİR
1959 yılının mart ayında New York’taki Amerikan Oyuncak Fuarı’nda, sektörün çehresini sonsuza dek değiştirecek ve bugüne kadar dünyanın dört bir yanındaki çocukların yüzünü güldürecek bir oyuncak bebek piyasaya sürüldü. Mattel’in kurucu ortağı Ruth Handler tarafından yaratılan ‘Barbie’, o zamana kadar sadece oyuncak bebek üreten sektörde, 65 santimlik boyu ve kıvrımlı bir yetişkin olması nedeniyle bir devrim niteliğindeydi. Barbie bebek ya da tam adıyla ‘Barbara Millicent Roberts’, Handler’ın kendi kızı Barbara’nın adını taşıyordu ve Handler’ın haklarını satın aldığı Alman bebek Bild Lilli’den esinlenmişti. ABD’de piyasaya sürüldüğünde, üretimdeki tek yetişkin oyuncak bebekti ve tüm genç kızların sadece anne olmak istediği, dolayısıyla onlara bakmaları için oyuncak bebekler verildiği yönündeki uzun süredir devam eden düşünceye meydan okudu. Barbie tüm bu fikirleri değiştirdi; bir özlem ve ilham kaynağına dönüştü ve kısa sürede sadece ABD’de değil, tüm dünyada bir hit olduğunu kanıtladı. 60 yılı aşkın bir süre sonra, Barbie hâlâ her zamanki kadar popüler; hatta dünyanın en çok satan bebeği.
Yılın merakla beklenen filmlerinden “Barbie”nin tanıtım bülteninde, efsane haline gelmiş bu bebeğin ortaya çıkışına dair yukarıdaki bilgiler veriliyor. Ama hikaye bununla sınırlı değil. Barbie fikriyatı, çocuklara bir beden standardı dayattığı için, ırk ayrımcılığı yaptığı için, bütün karakterleri çok başarılı olduğu için, erkek (Ken) karakterlerinin bedensel temsili için, cinsel yönelimleri görmezden geldiği için vb. onlarca nedenle ağır eleştiriler aldı. Bebeği üreten firma her zaman bu eleştirileri dikkate alarak, pazarın değiştiğini de gözlemleyerek yeniliklere gitti. Ama eleştiriler hız kesmedi. Bugün dahi Barbie endüstrisine yönelik eleştiriler övgülerden çok daha fazla.
Çünkü şirket bütün bu temsil sorunlarını halletmiş (Kilolu hatta down sendromlu bebek bile üretti) gibi görünse de, iyi niyetli çabalar içinde olduklarına dair imaj yaratsa da, Barbie bir tüketim toplumu figürü ve bunun hakkını on yıllardır veriyor. Zirvesini bu kültürün patlama yaptığı 1990’larda görmüş olması bile iyi bir kanıt. Ama çok önemli bir popüler kültür figürü olduğu için kız çocukları çoğunlukta olmak üzere onun etkisinden kaçmak da pek mümkün görünmüyor.
Yönettiği “Uğur Böceği”, “Küçük Kadınlar” filmleriyle kendisine yer edinen, aynı zamanda oyuncu olarak da tanıdığımız Greta Gerwig ve yine sinemacı olan eşi Noah Baumbach’ın kaleminden çıkan “Barbie” bu hafta tüm dünyada salonlardaki yerini aldı. Kimi eleştirmenlerden ancak bir şampuan reklamı kadar ‘feminist’ olmakla eleştirilen filmle iki önemli beklentiden biri karşılanıyor bence. Eğlence ve eleştiri olarak ifade edebileceğimiz bu beklentilerden ilki daha açılış sahnesinde, Stanley Kubrick’in “2001: A Space Odyssey” filmine yaptığı göndermeyle el yükseltiyor. Film içinde türlü erkek filmleri de nasibini alıyor. Barbie evreninde mutlu mesut ve ‘kadın egemen’ hayatlarına devam eden Barbie’ler ve Ken’ler ile tanışıyoruz sonrasında. Margot Robbie’nin canlandırdığı ‘Klasik’ Barbie, durup dururken ölüm fikrine kapılıyor ve kusursuz bedeninde bazı değişimler başlıyor. Selülitleri çıkıyor örneğin! Ve bu sorunu halletmek için gerçek dünyaya geçmesi ve oradaki sahibini bulması gerekiyor. Kendisine aşık Kenlerden (Ryan Gosling) birisiyle yola çıkıyor ama Barbie evreni sayesinde kusursuz olduğunu düşündüğü dünyanın hiç de öyle olmadığını anlıyor. Barbie, gerçek dünyanın kendisiyle pek de ilgilenmediğini ve ‘kusursuz’ olmadığını fark edip hayal kırıklığı yaşasa da, Ken dünyayı erkeklerin yönettiğini görünce bunu lehine kullanmaya karar veriyor. Barbie, gerçek dünyadaki sahibi Gloria ve kızı Sasha ile birlikte yeniden kendi evrenine dönüp işleri orada düzeltmesi gerektiğini anlıyor.
Öncelikle, filmin son yarım saatine kadar gayet iyi bir işleyiş olduğunu söylemek gerek. Temayı uygun görsel tercihler, plastik bir dünya, dozunda komedi ve hınzırca eleştiriler filmin elini hayli yükseltiyor. İzlediğimiz şeyleri sarsıcı bir etki yarattığını söyleyemeyiz ama zaten böyle bir vaat de söz konusu değil. Ancak ne oluyorsa son yarım saatte oluyor. Greta Gerwig ve “Marriage Story”, “White Noise” filmleriyle tanıdığımız Noah Baumbach ikilisi anlaşılmaz bir biçimde didaktik bir dil tutturuyorlar senaryoda. Gloria ve Sasha, bütün Barbie kadınlarını karşılarına alarak onlara feminist nutuklar çekiyor ve kendine getiriyor. Bunu yaparken de o kadar kör gözüm parmağına yürüyor ki süreç bir süre sonra düşülen halin kendisi mizaha dönüşüyor.
Daha da vahim olan. Bu kadar yüksek perdeden ilan edilen bu politik dil. Finalde sakinleşiyor, dinginleşiyor ve hatta bizzat Barbie’nin yaratıcısıyla uzlaşarak “Hepimiz kardeşiz bu kavga ne diye” kıvamına ulaşıyor. Tamam belli ki işin içinde stüdyo var, çok para konmuş, radikalliğe fazla izin verilmemiş ama bu kadar kötü bir final tercihi sinema tarihine geçecek türden. Ayrıca zaten Barbie evreninde ‘Toplum sözleşmesi imzalanmış’ liberal demokrasi tesis edilmişken Barbie’nin insan olma hevesini anlamak da zorlaşıyor. Bir kişi de çıkıp demiyor ki “Barbie’sin sen Barbie kal.”