Written by 13:31 uncategorized

Cepheyi genişletelim, mücadeleyi yükseltelim

Federal hükümetin hazırladığı tasarruf paketine ilk tepkiler gelmeye başladı. 9 Haziran günü Almanya çapında yapılan öğrenci eylemlerine 80 bine yakın genç katıldı. Aynı gün Köln’de sosyal alandaki kısıtlamalara karşı düzenlenen eyleme de 6 binden fazla emekçi katıldı.
10 Haziran günü ise Baden Württemberg Eyaleti’nin beş ayrı kentinde binlerce çırak, daha fazla meslek eğitim yeri ve meslekten sonra işe alınmak için eylem yaptılar. 12 Haziran günü de Berlin ve Stuttgart’ta 40 binden fazla emekçi, „krizin faturasını biz ödemeyeceğiz“ sloganı altında gösteri yaptılar.

DOĞRU YÖNDE ATILAN ADIMLAR
Geçtiğimiz Mart ayında Essen ve Stuttgart’ta toplam 7 bin civarında emekçinin katılımıyla yapılan eylemlerle kıyaslandığında 9-12 Haziran eylemlerinin başarılı olduğunu söylemek mümkün. Fakat saldırıların kapsamına bakıldığında (hazırlanan tasarruf paketinin devamının geleceği kesin) bu gösterilerin yeterli olmadığı, „doğru yönde atılmış ilk adımlar“ olduğunu söylemek gerekiyor.
Bu nedenle hareketin gücünü fabrikalardan, işyerlerinden alarak kitleselleşmesi için daha fazla çaba harcanması gerektiği de ortada. Nitekim hareket, gücünü buralardan almadığı sürece üç, dört ayda bir yapılacak gösterilerle saldırıların geri püskürtülmesi mümkün olmayacaktır.

HAREKETİN KİTLESELLEŞMESİNİN KOŞULLARI VAR
Hükümetin saldırı paketini açıklamasının hemen ardından yapılan kamuoyu yoklamaları, halkın büyük çoğunluğunun (%79) paketi „adaletsiz“ olarak değerlendirdiğini; yüzde 93’ünün ise önümüzdeki dönem yeni saldırıların geleceği görüşünde olduğunu ortaya koyuyor.
Paketin ayrıntıları daha net anlaşıldıktan sonra hükümete karşı öfkenin de arttığı biliniyor. Yani hareketin kitleselleşmesinin koşulları daha da olgunlaşmıştır.
Geçtiğimiz hafta Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü tarafından yayınlanan bir araştırmada önemli gelişmelere dikkat çekiliyor. 2000 – 2009 yıllarını kapsayan DIW araştırmasına göre Almanya’da yoksulların oranı yüzde 18’den 21,7’ye yükselmiş bulunuyor. Yoksulların oranının artması, aynı zamanda orta gelir grubuna dahil olanların sayısının azalması anlamına geliyor. Yani kriz ve geride bıraktığımız on yıl içinde alınan bütün önlemler, yürürlüğe konulan yasa değişiklikleri ve „sosyal reformlar“ işçi ve emekçilerin yoksullaşmasına neden olmuştur.
Bunun yanı sıra Grup TİS’lerinin delinmesi (DGB’nin bir araştırmasına göre yürürlükte olan TİS’lerin yüzde 75’i ek maddelerle işverenlerin lehine delinmiştir.), işyeri özel sözleşmeleri, işyeri güvenlik sözleşmeleri gibi TİS’lerden bağımsız anlaşmalarla işçi ve emekçilerin daha önce mücadeleyle elde ettikleri haklar gasp edilmiştir.
Kısacası bütün fabrikalarda, orta ve küçük ölçekli hizmet işletmelerinde ve kamu alanında emekçiler arasında ciddi bir hoşnutsuzluk söz konusudur.

SERMAYE VE HÜKÜMETİNİN BÖL-YÖNET POLİTİKALARI ARTACAK!
İşçi ve emekçiler arasında hoşnutsuzluk arttığı ve mücadeleye yönelmelerinin koşulları olgunlaştığı ölçüde, sermaye güçleri, ellerindeki bütün araçları kullanarak onları bölüp-zayıflatmak için her şeyi deneyeceklerdir.
Geçtiğimiz günlerde yine bir açıklama yapan Merkez Bankası yöneticilerinden Thilo Sarrazin’in „Türkiye, Yakın ve Orta Doğu ile Afrika’dan gelen göçmenlerin (…) daha eğitimsiz oldukları, bu nedenle Almanya’nın doğal yollardan, giderek daha da aptallaştığı“ sözleri, „Müslüman gençler daha fazla şiddet eğilimli“ tespitinin yapıldığı „araştırma“, „Hartz IV ile geçinenlerin tembel olduğu“, „işsizlerin işsiz kalmalarının asıl nedeni kendileri olduğu“, „yaşlıların giderek artan bir düzeyde toplumun sırtında yük olduklarının“ söylenmesi gibi daha burada sıralayamayacağımız birçok şey tam da bu „böl-yönet“ politikalarının kendisidir!
Fakat sermaye ve hükümeti daha ileri gidiyorlar. Haziran başında Alman Sendikalar Birliği (DGB) ve Alman İşverenleri Birliği (BDA), ortak bir basın toplantısı düzenlediler. „TİS özerkliğinin ve birliğinin yasal olarak güvenceye alınmasını“ talep eden DGB ve BDA, ortak bir yasa önerisini hükümete sundular! DGB Başkanı Michael Sommer yaptığı konuşmada, „işletmeleri ve işçileri gündemdeki sorunların zaten yeterince meşgul ettiğini, ne işletmelerin ne de işçilerin sözleşmelerle ilgili sorunlarla uğraşmak istemediklerini“ ileri sürdü ve mücadeleci sendikaların ve sendikacıların önüne yeni yasal engeller dikilmesini talep etti. BDA ve DGB, geçtiğimiz yıllarda öne çıkan Cocpit, GDL, Marburger Bund gibi meslek sendikalarının örnek alınarak artmasının önüne geçmeye çalışıyor. Ama asıl olarak DGB’ye bağlı sendikaların tabanının, „bu küçük sendikaların yaptığını biz de yapabiliriz“ diyerek sendika bürokrasisinin üzerinde baskı kurmasının önüne geçmeyi hedefleniyor.
Sermayenin ikinci ciddi hamlesi ise „Gelecek Zirvesi“ adı altında 18 Haziran günü atıldı. „Yuvarlak masanın“ bir tarafında Alman sermayesinin önde gelen örgütleri BDA, BDI, DIHK ve ZDH yerlerini alırlarken diğer tarafında DGB, IG Metall, ver.di ve IG BCE ile Almanya’nın en büyük işçi örgütleri bulunuyorlardı. Önemli bakanların yanı sıra ekonomi alanından temsilciler de toplantıya katıldılar.

Yaklaşık 3,5 saat süren toplantının ardından konuşan Başbakan Angela Merkel, toplantıda „günlük ve kısa vadeli konuların ele alınmadığını, tasarruf paketinin gündeme gelmediğini“ söyledi. Merkel, „Almanya’nın önümüzdeki on yıllık dilimlerde olumlu gelişme sağlayabilmesi ve rekabet gücünün geliştirilmesi için nelerin yapılabileceği üzerine konuşuldu“ dedi. Merkel’in sözlerini doğrulayan Sommer, „Bu toplantıda küçük sorunlar değil ülkenin geleceği üzerine duruldu. Hiç kimse kendi özel taleplerini gündeme getirmeye çalışmadı“ dedi!Bu sözler sendika bürokrasisinin geldiği noktayı gösterdiği gibi önümüzdeki dönem saldırıların da (Hartz I-IV yasalarında ve „Ajanda 2010“ da olduğu gibi) sendikaların onayı ile gerçekleşeceğini göstermekte.

MİLYONLAR, MİLYONERLERDEN DAHA GÜÇLÜDÜR!
Ekonominin kriz öncesi dönemi yakalamasının 2014 yılına sürmesi bekleniyor. Bu da işçi ve emekçilere yönelik saldırıların ve hak gasplarının daha da artacak olmasından başka bir anlama gelmiyor. Özellikle yılsonuna doğru kısa çalışma uygulamasını geçici olarak düzenleyen yasa yürürlükten kalkacak. Bu ise yüzbinlerce işçinin işten atılma tehlikesinin büyümesi demek. İşten atılmayanların üzerinde de baskı artacak. TİS anlaşmalarıyla elde edilmiş haklar gasp edilmeye çalışılacak. Diğer yandan taşeron işçilik son derece artacak.
Her ne kadar tablo „karamsar“ görünse de, birçok yerde ışık belirtileri de var. İrili ufaklı onlarca işletmede işçiler saldırılara karşı direniyorlar. Genelde bu direnişlerin bilgileri fabrikanın dışına taşmıyor. Hem işverenler hem de sendika bürokratları bu direnişlerin duyulmasının önüne geçmeye, örnek alınmasını engellemeye çalışıyorlar.
Mücadele yanlısı işyeri ve sendika temsilcileri, mücadeleci işçi ve emekçiler, gençler ve kadınlar Haziran ayının ilk haftalarında nasıl bir hat izlenmesi gerektiğini gösterdiler. Ama üç, dört ayda bir yapılan salt protesto karakterli gösterilerde „faturayı ödemeyeceğiz“ demenin yeterli olmadığı da ortada. Bu nedenle sermayeye ve hükümetinin saldırılarından rahatsız olan kesimlerin mücadelesini birleştirmek ve güçlendirmek için çabalarımızı artırmalıyız. Tek tek işletmelerde direnenler arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi, kurulan yerel birliklerin kendi kabuğunu kırması ve şu veya bu alanda harekete geçen kesimlerle birleşmesi; ve Türkiyeli emekçilerin de bu hak alma hareketine daha aktif katılımı için için çalışmalıyız.
Yunanistan’da, İtalya’da, İspanya, Portekiz, Romanya, Macaristan ve Fransa’da devam eden mücadeleler bize örnek olmalıdır, Türkiye’deki Tekel işçilerinin şanlı direnişleriyle elde ettikleri başarılar bize örnek olmalıdır.

Serdar Derventli

Close