Ulrike WAFENER / Neues Deutschland
Federal hükümetin mülteci ve göçmenler konusundaki ırkçı tutumu nüfusun üçte birine doğrudan bir saldırıdır.
Koalisyon hükümeti, federal cumhuriyet tarihindeki en sert göç politikasını izliyor. Irkçı Almanya için Alternatif AfD’nin Thüringen ve Saksonya’daki seçim başarıları ve Solingen’deki şüpheli İslamcı saldırının ardından, federal hükümetin sığınmacıların ve göçmenlerin temel haklarını kısıtlamaya hazır olduğu ortada. Salı öğleden sonraki “göç zirvesinden” ve parlamentodaki oturumdan sonra, şimdi Hristiyan Demokrat ve Hristiyan Sosyal Birliğin sınırlarda sığınmacıları reddetme taleplerinin yasal olarak uygulanıp uygulanamayacağını “kontrol etmek” istiyor. FDP Maliye Bakanı Christian Lindner bir videoda, göç politikasında düşünce yasaklarını kınadı ve Alman anayasası ile Avrupa yasasını değiştirmek istediğini belirtti.
Liberal bir partinin bir temsilcisinin, temel insan haklarına saygı gösterilmesi konusundaki ısrarın “düşünce yasağı” olduğunu ilan etmesi herkesi ürpertiyor. Federal Başkan Frank-Walter Steinmeier (SPD) bile pazar günü Solingen saldırısı kurbanları için düzenlenen anma töreninde “yasa dışı göçün” engellenmesi çağrısında bulundu.
Ancak sınır dışı etmeler ve ırkçı ajitasyon, İslamcılık ve terörle mücadelede yararlı araçlar değil. Federal Dini Aşırılık Çalışma Grubuna göre ergenlerin ve genç yetişkinlerin güçlendirilmesi, sosyal tanınma ve sadakat bu türden uçlaşma ve saldırıları önleme açısından önemli. Şu anda yaşananlar tam tersidir.
Almanya’daki insanların üçte biri göç geçmişine sahip. AfD’den, Birlik partilerinden, SPD’den Yeşillere kadar politikacılar göçü “tüm sorunların anası”olarak ilan ettiklerinde, nüfusun üçte birine şunu söylüyorlar: Burada istenmiyorsunuz! Bu insanlar, ırkçılığın normal olduğu bir topluma, sokakta insanlara saldıran, mültecilerin evlerini ateşe veren Neonazilere teslim ediliyor. Koruma ve güvenlik vaadi onlar için geçerli değil. Hanau’daki ırkçı terör saldırısından neredeyse beş yıl sonra, hayatta kalan Said Etris Hashemi, Almanya’da bir sahnede şöyle diyor: “Yine genel şüpheli görünmekteyim.”
AfD’nin seçim başarısıyla birlikte etnik düşünce, “Alman halkının” beyaz, Hristiyan bir topluluk olduğu ve sözde “ötekiler”, kültürel geri kalmış insanlar, yani siyah ve Müslümanların saldırısına uğradığı fikri şeklindeki ana akıma geri döndü. Bu imaj kölelik ve sömürgecilik tarihine kadar uzanır. O dönemde de ırkçı şiddet, farklı ten renklerine, dinlere ve kültürlere sahip insanların oluşturduğu iddia edilen tehlikeyle meşrulaştırılıyordu; dış etkilerden arındırılması gereken üstün beyaz ırk yapısı yaratılmıştı.
Belki Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in kastettiği bu değil. Ancak Afganistan, Suriye ve İran’dan gelen mültecileri durdurulması gereken -ki bu şiddet olmadan yapılamaz- “yasa dışı göçmenler” olarak ilan eden herkes tam olarak bunu yapıyor: Tüm insanlarda, “biz” (beyaz, Hristiyan Almanlar), potansiyel tehlike oluşturan ve bize, buraya ait olmayan şimdilik sadece “yasa dışı göçmenler” düşüncesi oluşturuluyor. Ve başbakan “Kimin bize gelmesine izin verilip kime verilmeyeceğini” seçmemiz gerektiğini açıkladığında, sadece “bize” yararlı olanların gelmesine izin verileceğini söylüyor. Ey bizden olmayanlar; iyiliğinizi, yararlılığınızı ve acınızı “biz” belirliyoruz.
Alman toplumu sömürge döneminin soykırımlarından ya da holokosttan bir şey öğrenmedi. Türkiye ve İtalya’dan gelenlerin dikkat çekmeden Alman ekonomisini iş gücüyle canlandırmalarının beklendiği, aile bulduğu, kreşe yerleştiği ve yaşadığı dönemden bu yana da bir şey öğrenmedi.
Ancak Almanya’da göç geçmişi olan yaklaşık 24 milyon robot çalışmıyor. Onlar insan! Korunmaları ve ve güvenliklerinin sağlanmasının Alman siyasetinde rol oynamamasının sonuçları olacaktır. Pek çok insan zaten kendini istenmeyen ve güvensizlik içinde hissediyor. Afganistan, Suriye ve İran’dan gelen mülteciler savaşa ve zulme maruz kalmaktan korktukları kadar Naziler tarafından öldürülmekten de korkuyor. Irkçı şiddet yalnızca AfD’nin ilçe yöneticisi olduğu ilçelerde artış göstermiyor. Şiddet yanlısı Neonaziler, politikacıların bu tür eylemlerden cesaret aldıklarını düşünerek eylemlerini radikalleştirerek arttırıyor.
Irkçı ajitasyon ve dışlama giderek büyüyen bir terör. Yavaş ama istikrarlı bir şekilde korku ve terör yayıyor. Bunun sonuçları ise kronik stres, travma ve travma sonrası stres bozuklukları, yabancılaşma ve izolasyon. Nüfusun üçte birinin sistematik olarak dışlanmasının toplum açısından ne gibi sonuçları olur? Koruma ve güvenlik vaadi, ülke içindeki tüm insanlar için eşit şekilde geçerli olmalıdır.
Çeviren: Semra Çelik