UMUT YAŞAR
Bütün basında, “G7 ülkeleri arasında sadece Almanya ekonomisinin daraldığı” yönünde “sarsıcı” haberlerle birlikte bir takım köşe yazarları, “Resesyon uzun sürer mi”, “Ülke krize girer mi”, “Acaba Avrupa’nın hasta adamı Almanya mı” gibi ‘çok derin’ soruları gündeme getirdiler. Tartışmaların başlamasıyla, “Sanayinin enerji ihtiyacı sübvanse edilmeli”, “Emeklilik yaşı kademeli olarak 70’e çıkarılmalı, maaşların düzeyi düşürülmeli”, “Çalışma sürelerini kısaltmayı değil uzatmayı tartışmalıyız” gibi çözüm önerilerini sunanlar da oldu.
Çözüm önerileri tartışılırken bu kez bir başka ‘sarsıcı’ haber gündeme girdi: “Almanya, Japonya’yı geçerek yeniden dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olacak.”
Bu da nereden çıkmıştı?
Hemen ülkenin bütün önemli iktisatçıları eldeki verileri gözden geçirip, daha önce vardıkları sonuçları sağlama yoluyla kontrol ettiler. Evet, sonuç doğruydu – Alman ekonomisi 2023 yılında, cüzi de olsa, daralacaktı. Yoksa Japonya ekonomisi daha fazla mı daralıyordu?
Fakat bu da olamazdı. Daha önce G7 ülkeleri arasında ekonomisi daralan tek ülkenin Almanya olacağı IMF tarafından açıklanmıştı. Almanya’nın üçüncü büyük ekonomi olacağını da IMF açıklamıştı. Aynı açıklamada Japonya ekonomisinin de yüzde 1,96 büyüyeceği yer almıştı. Şüphesiz “daralan bir ekonomiyle, ekonomisi büyüyen Japonya’yı sollayıp üçüncülük kürsüsüne çıkmanın cazibesi” az değildi ülkenin önemli iktisatçıları ve ekonomi sayfalarının köşe yazarları için. Ama işin içinde kesin bir bityeniği vardı.
Şaka bir yana; bu durumun açıklaması gayet basit. Almanya, “en büyükler” kürsüsüne geri dönüşünü öncelikle istatistiksel bir etkiye borçlu: Uluslararası Para Fonu, bir ülkenin ekonomik performansını ABD doları üzerinden hesaplıyor ve Japon para birimi Yen, dolar karşısında hızla değer kaybetmişti. Ancak bu durum Japon şirketlerinin zayıflığından, ekonomisinin daralmasından değil, öncelikle merkez bankalarının faiz politikasından kaynaklanıyordu. ABD Merkez Bankası Fed ve Avrupa Merkez Bankası EZB, enflasyonla mücadelede faiz oranlarını keskin bir şekilde arttırırken, Japonya Merkez Bankası son derece gevşek bir para politikası izlemeye devam ediyor. Daha bu ayın başında merkez bankası son derece düşük olan yüzde 0,1’lik faiz oranını şimdilik yükseltmeme kararı aldı. Düşük faiz oranları Japon ekonomisini güçlendiriyor ve Yen’i zayıflatıyor, bu nedenle Japonya’nın dolarla ölçülen ekonomik çıktısı küçülüyor. Bu durum Japon tekellerinin, örneğin 18,5 milyar dolar kar yapan Toyota’nın muhtemelen pek umurunda değil, çünkü ülkeler sıralamasında üçüncü veya dördüncü olmak kendi başına bir anlam taşımıyor.
Hoş; dünyanın üçüncü veya dördüncü büyük ekonomisi olmak muhtemelen Alman tekellerinin de pek umurunda değildir. Daralan bir ülke ekonomisine rağmen Alman otomobil tekelleri hala kar rekorları kırıyor, BASF, Bayer ve diğer kimya devleri karlarına kar katıyor, Siemens tekelinin sipariş girdileri 100 milyarı aşmış durumda.
Nasıl ki bir süre öncesine kadar basında çıkan “Almanya ihracat şampiyonu oldu”, “yakında dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olacağız” vb. haberlerin asıl amacı geniş emekçi kitlelerinin gözünü boyamak ve “birlikte hareket ettiğimizde başarırız” aldatmacasının bir yolu olarak gündemimize girdiyse, bugün, “Resesyon uzun sürer mi”, “Ülke krize girer mi”, “Acaba Avrupa’nın hasta adamı Almanya mı” haberlerinin amacı da aynı.
Bu kadar felaket haberlerinin ardından “iş sahalarını korumak için” diye başlayan ve “üretim merkezinin korunması ve rekabet gücünün artırılması için enerji yoğunluklu şirketlerin maliyetlerini düşürmeliyiz” ile kamuoyunda devam eden “tartışmalardan” sonra sendikaların genel merkezlerinde “Sanayi elektriğinin fiyatlarının düşmesi için gösteri” kararları çıkıyor.
Daha bir süre önce sendikaların genel kongrelerinde politik grev önergeleri tartışmalarında, “demokratik yoldan seçilen bir hükümete karşı grev yapamayız” diyen sendika bürokratları, sermaye için pekâlâ politik grev yapabiliyorlar: IG BCE son birkaç haftada 200 yerde 30 bin kimya işçisini, sermaye lehine (“ucuz enerji”) hükümete baskı yapmak için iş bırakarak sokağa çağırdı.
Gazetemizin yayınlandığı 24 Kasım Cuma gününü IG Metall ve IG BCE sendikaları ülke genelinde “eylem günü” ilan ettiler. On binlerce ağır sanayi işçisinin, sermayenin çıkarları için üretimi durdurarak alanlara çıkmasını sağlayacaklar.
Aynı sendika yönetimlerinden, enflasyonun geniş emekçi kitleleri üzerindeki etkilerini hafifletmek için temel gıda maddelerine, kiralara ve enerjiye tavan fiyatı uygulanması talebiyle sokağa çıkma çağrısı yapmalarını beklememek gerekiyor. Ama sendika bürokrasisinin bu ikiyüzlü tutumunu bütün fabrikalarda, işyerlerinde, sendikanın bütün birimlerinde tartışmaya açmalıyız. Eğer bunu yapmayı başarırsak bu talepler için sokağa çıkmayı da başarırız.