Written by 11:30 HABERLER

Emekli maaşına kimin ihtiyacı var ki?

DÜZGÜN ALTUN

Almanya’da emeklilik her beş kişiden birinin yaşlılıkta yoksullukla karşı karşıya olması anlamına geliyor. Eylül ayında yapılacak federal seçimler öncesi oy toplama amaçlı kullanılmaya çalışılan temel emeklilik ek ödemesi de durumu değiştirmeyecek. Zaten işveren örgütleri ve Alman Ekonomik Enstitüsü, demografik gelişim ve sosyal devletin finanse edilemeyeceği gerekçesiyle, emeklilik yaşının 70 ya da 73’e çıkarılmasını talep ediyor. Kurumlar veya servet vergisini artırarak sosyal sistemin finansesi ise akıllarından bile geçmiyor.

65 yaş üstü her beş kişiden biri yaşlılıkta yoksulluktan etkileniyor. Son yıllarda yaşanan ücret kayıpları ve 21.Yüzyıl’a girildiğinden beri maaşlarda yaşanan durgunluk nedeniyle bu eğilimin önümüzdeki yıllarda da devam edeceği kesin. 1 Ocak 2021’den itibaren yürürlüğe girecek olan ve çok övülen temel emekli maaşı ek ödemesi, artan yaşlılıkta yoksulluk sorununu düzeltemeyecek. Karmaşık hesaplama bir yana, bu uygulamadan kısacası en az 33 veya 35 yılını yasal emeklilik planına yatırmış olanların yararlanacağı söylenebilir. Federal hükümet, hala geniş ölçüde genişletilmesi gereken bu yasayı, federal seçimlerden kısa bir süre önce oy toplamak ve onu „işleyen“ bir sosyal piyasa ekonomisinin kanıtı olarak lanse etmek için kullanmak istese bile, nihayetinde bu sübvansiyona karar verilmesi emekçilerin çabasıyla oldu.Emekçiler yıllardır yaşlılıkta yoksullukla mücadele için somut adımlar atılması talebinde bulunuyor.

Son haftalarda emeklilik yaşının 68’e çıkarılmasıyla ilgili tartışmalar yeniden başladı. Federal Ekonomi Bakanlığı’ndaki bilimsel danışma kurulu, emeklilik maaş artışlarının sınırlandırılması ve emeklilik yaşının 68’e çıkarılması çağrısında bulunuyor. Bu tür talepler yeni değil. İşveren dernekleri ve Bundesbank uzun süredir emekliliğin 70 yaşında başlamasını talep ediyor. Alman Ekonomi Enstitüsü ise 73 yıldan bahsediyor.

VURUCU ARGÜMANLARI: DEMOGRAFİK GELİŞİM

„Gelecekte çok az gencin çok fazla yaşlıyı finanse etmek zorunda kalacağı“ argümanı, yıllardır gençlerle yaşlılar arasında anlaşmazlık yaratmak için kullanılıyor. Evet, doğum oranındaki düşüş reddedilemez. Ancak burada daha önemli olan, verimliliğin gelişimi ve zorunlu sigortaya tabi çalışan sayısıdır. Bu noktalarda uzun süredir “olumlu” bir gelişme var. Çalışan sayısı arttı ve çalışanlar kişi ve saat başına her zamankinden daha fazla üretiyor. Burada sorun yıllardır artmayan ücretler ve prekar ve güvencesiz istihdamın artması.

„HİÇBİR YERDE ALMANYA’DAN DAHA FAZLA EMEKLİ MAAŞI YOK“ MASALI

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) rakamlarına göre, Almanya’da emekli maaşlarının uluslararası karşılaştırmada en üst sırada yer aldığı masalının inandırıcılığı kalmıyor. OECD ülkelerinde, ortalama net emekli maaşı, önceki net gelirin yüzde 59’u civarında. Almanya’da ise yüzde 52. Düşük ücretliler için durum daha da kötü. Birkaç örnek vermek gerekirse: Almanya’da yarı zamanlı bir çalışan (yüzde 50), 40 yıl çalıştıktan sonra 664 Euro ile 684 euro arasında emekli maaşı alıyor. Bu, Avusturya’da 1.223, Hollanda’da ise tatil parası dahil 1.328 euro.

EMEKLİ MAAŞININ ÜÇ SÜTUNU

Schröder hükümeti sırasında, sözde üç sütunlu model, ilerici bir emeklilik politikasına yönelik tüm tartışmaları ve yaklaşımları gölgeledi. Yasal emekli maaşının tek başına yeterli olmayacağı iddiası, bazı durumlarda temkinli eleştiri ve ek önerilerle de olsa sendikalarda da kabul gördü. Ana rol ve ilk sütun, yasal emeklilik. Mevcut siyasi liderliğin ve neoliberallerin fikirlerine göre, gelecekte bunun azaltılması gerekiyor. İkinci sütun, işyeri emekliliği. Ancak, Schröder hükümetinden önce tamamen işverenler tarafından finanse edilen bu uygulama, kulağa hoş gelen bir adla „ertelenmiş tazminat hakkı“na dönüştürüldü (Riester reformu 2001), böylece işe başlayan işçiler büyük ölçüde brüt ücretlerinin bir kısmı aracılığıyla işyeri emekliliğini finanse etmek zorunda bırakıldı. Üçüncü sütun, öncelikle „Riester emekli maaşı“ olarak bilinen özel emeklilik. Sözde “vazgeçilmez” Riester emekliliği (adı 1998-2002 yılları arasında SPD Federal Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı olan Walter Riester’den geliyor), “gönüllü” özel emeklilik olarak reklamlarla işçilere tam anlamıyla dayatıldı.

HER ŞEY KİŞİSEL SORUMLULUK MESELESİ Mİ?

Konu ana akım medyada ikircikli bir şekilde işleniyor. Bir yandan hiç kimse bu “kalpsiz” siyasetin sözcülüğünü yapmak istemezken, diğer yandan sosyal güvenlik sistemlerini yıkma politikası ve bu sistemlerin özelleştirilmesi, kasaların boş olduğu iddiasıyla yaygınlaştırılmaya ya da mali açıdan finansmanı imkansız olan refah devleti ve „her çalışanın kişisel sorumluluğu“ argümanlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu tartışma sadece emeklilik politikasıyla sınırlı değil. Geleceğin sağlık hizmetleri, uzun süreli bakım ve diğer sosyal ve kamu hizmetleri de gündeme getirilerek sorgulanıyor. 9 Haziran 2021 tarihli FAZ’da Dietrich Creutzburg şöyle yazıyor:“ … Sosyal güvenliğin üç sütunu da siyasetin sosyal piyasa ekonomisinden nasıl uzaklaştığının renkli bir örneğini sunuyor- iştirakçi devletten tedarikçi devlete … „

DAYANIŞMACI VE KARARLI

Dönemin Çalışma Bakanı Franz Müntefering (SPD) 2007’de emeklilik yaşını 67’ye çıkardığında, sendikalar buna ciddi şekilde karşı çıkıyor gibiydi. IG Metall, ülke çapında 300.000’den fazla emekçinin katıldığı iş bırakmalar organize etti. Ardından gelen ise işçilerin mücadeleye devam etme ve grevler düzenleme konusundaki istekliliğini güçlendirmek yerine imza toplamaydı. Tabanın baskısı olmadan bugün de olumlu bir değişiklik gerçekleşmeyecektir. Bugün tüm partiler danışman raporu ve önerilerini „reddediyor“. Ama Pandora’nın kutusu açıldı. Şimdiki sosyal sistemin finanse edilemeyeceğini iddia edenlere daha yüksek kurumlar ve servet vergileri hakkında düşünmeleri tavsiye edilebilir.

(Çeviren: Semra Çelik / Foto: Pixabay)

Close