ALİ ÇARMAN
Hitler’in adım adım iktidara taşınması insanlık için geçtiğimiz yüzyılın en büyük belası, en karanlık dönemi olarak bilinmekte. İçinde bulunduğumuz yıl, Nazilerin iktidara getirilişi ve meydanlarda kitap yakılışının 90.yılı.
Hitler hükümetinin kurdurulması, Almanya için sıradan bir hükümet değişikliğinden öte çok daha büyük bir planı ifade ediyordu. Yaşamın bütün alanlarına nüfuz ettirilen ırkçılık ve şovenizm, sokak ortalarında güpe gündüz ilericileri katletmeler, toplama kampları, Yahudi soykırımı ve İkinci Dünya Savaşı ile başta işçi sınıfının iktidar mücadelesi olmak üzere bütün insanlık cezalandırıldı.
Faşistler, 30 Ocak 1933’ten öncesinden itibaren komünistlere ve ilericilere karşı terör dalgası başlattı. Bu konuda sayısız belgeye ulaşmak mümkün.
Faşizmin en sadık uşaklarından propaganda bakanı Joseph Goebbels, bütün özgür, ilerici ve sosyalist kültür birikimlerini ve izleri silmek istiyordu.
Bunun üzerine, 6 Nisan 1933’te Alman Öğrenci Birliği ülke genelinde ‘Alman Olmayan Ruha Karşı Eylem’ ilan etti. Böylece meydanlarda büyük törenler eşliğinde, Alman olmayan her şeyin, özelde ise kitapların yakılması sürecine doğru hızla yol alındı. Bununla yetinilmedi, yüzlerce dergi ve gazete kapatılarak basın özgürlüğü yok edildi.
Naziler kendilerine karşı direnişin önünü kesmek için meydanlarda kitap yakma törenlerinden önce 2 Mayıs 1933’te işçi sınıfının temel örgütleri olan sendika binalarını basarak onları zorla Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Cephesi’ne dahil ettiler.
Böylesine can alıcı bir sorunda adım atılırken, sendikal aristokrasisinin işbirlikçi rolü yadsınamaz. Sendika önderlerinin önemli bir kısmı direnişi örgütleme yerine kendi canlarının telaşına düştü. Kısa bir sürede onlarca sendika binasına Nazi bayrağı çekildi.
KİTAP YAKMA TÖRENLERİ
6 Nisan 1933’te, Alman Öğrenci Birliği Basın ve Propaganda Merkez Bürosu ulusal çapta „Alman Olmayan Ruha Karşı Eylem“ ilan etti.
10 Mayıs 1933 tarihinde, Alman olmayan ruha karşı eylem (Aktion wider den undeutschen Geist) günleri ve toptan temizlik (Säuberung) kapsamında Almanya’nın dört bir yanında, 34 üniversite şehrinde Naziler ve sağcı öğrenciler tarafından halka açık alanlarda kitap yakma törenleri gerçekleştirildi.
Kitap yakma gösterilerinin yapıldığı yerler; Frankfurt, Dresden, München, Hamburg, Leipzig, Hannover, Mannheim, Köln, Heidelberg, Karlsruhe, Marburg, Muenster, Halle, Worms, Giessen, Mainz, Darmstadt, Erlangen, Bonn, Kiel, Rostock, Nürnberg’di.
Naziler, kitapları yakmadan önce 900 profesörün işine son verdi. Bilime, aydınlığa ve insanlığa düşmanlıktan başka bir şey olmayan ‘kitap yakma gösterileri’nin birçoğunda konuşmacılar arasında ne acıdır ki, üniversite hocası yaftası taşıyan dekan ve profesörler de vardı. Onlar da en az faşistler kadar bu büyük suça ortak oldular.
Kitap yakma törenlerinin en büyüğü Berlin’de gerçekleşti. 40 bin kişinin toplandığı Opernplatz’da (Opera Meydanı) kamyonetler ile taşınan on binlerce kitap yığını alkış, haykırış, bando ve Goebbels’in konuşması ve de ‘yakma yemini‘ eşliğinde ateşe verildi. Böylece Alman olmayan, Almanya için tehlike arz eden her şey yok edilmiş oluyordu!
Marksizm klasikleri, cephedeki askerlerin kafalarını bulandıran, dini inanç ve temelleri zayıflatan, Weimar cumhuriyetini öven, milli duyguları rencide eden kitaplar suçlu ilan edildi.
Halk kütüphaneleri, üniversite kütüphaneleri, basımevleri, sendika ve parti (özelikle KPD) binalarında bulunan kitaplar Nazilerce kamyonlarla yakılma meydanlarına taşındı.
Yakılan kitaplar arasında hangi yazarların kitapları yok tu ki: Heinrich Heine, Karl Marx, B.Brecht, Freud, Kafka, Anna Seghers, Thomas Mann, Ernst Barlach, Jack London, Kurt Tucholsky, Alfred Döblin, Ernest Hemingway, Erich Maria, Stefan Zweig, Arthur Schnitzle, Franz Werfel, Georg Berhard, vb. toplamda 94 yazarın kitapları histerik çığlıklar eşliğinde yakıldı.
Nazilerin milyonlarca kitabı yakma eylemleri belli bir süre daha devam etti. Sonrası biliniyor! Bu kez kitapların yerine toplama kamplarında insanların yakılmaya başlandığı noktaya gelindi.
BİR DAHA ASLA
Tarihin sayfaları sayısızca kitap yakma örnekleriyle dolu. Sömürücü egemen sınıflar sadece kitaplardan değil, karanlıkta ışık saçan kitapları kaleme alan yazarlardan da bir o kadar korkmuşlardır.
Zira, okuyanı etkileyen ve zamanla maddi güce dönüşmesine, harekete geçmesini sağlayan kitapların varlığı başka türlü engellenemiyor.
Tatar asıllı Sovyetler Birliği şairi Musa Celil’in Berlin Moabit cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada, büyük bir dayanma gücü ile ölümü beklerken kaleme aldığı dizeler: “Görüyorum yeniden dünyanın zengin ışığını, can verici soluğunu duyuyorum mutluluğun. Şaşıyorum içimi dolduran yaşama sevincine, sanki yeni başlıyorum yaşamaya.” bizlere umut olmaya devam etse de, günümüzde faşizm bir tehlike olarak sömürücü egemen sınıfların koltuk altlarında saklı bir sopa olarak duruyor. İşçi sınıfı tarihi ve mücadelesi göstermiştir ki, sermaye sınıfının karakteristik özeliği değişmedi.
Aradan 90 yıl geçti ve faşizmin ne getirdiğini biliyoruz: Avrupa’nın bir uçtan diğer uca yıkım ve talanı, toplama kamplarında öldürülen milyonlarca insan, II. Dünya Savaşı’nda 66 milyondan fazla ölü ile ceset dağları!
İnsanlığın büyük bedeller ödemesine neden olan bu tarihsel gerçekliğin ayırdında olan demokratik örgütlenmeler, sendika ve üniversiteler 90. yılında Almanya’da bir yıla yayılmış etkinlikler dizisi başlattı.
Bugün dönüp gerilere baktığımızda insanın kuşkuya kapılmaması için neden yok! Çoğu zaman hafife alınan kitabın etkisini sömürgenler daha iyi biliyorlar. Kitap ve yazarına düşmanlıkları da buradan geliyor.
Milliyetçilik, ırkçılık ve faşizmle her şekilde mücadele etmek ertelenemez bir görev olmaya devam ediyor.