Written by 12:00 HABERLER, TOPLUM

Göçmen olmaya çalışmak

Sîyabend Penaber

“Sen nasılsın diye sor. Kötüysem de iyi olurum” diye bir yazı okumuştum. Evet tam da böyle zamanlar yaşıyoruz. Ancak birbirimizi sorarak, empati kurarak ortak dertlerimize çare arayarak kötü bile olsak dayanışmayı büyüterek iyi olabiliriz. Özellikle zor zamanlarda en büyük ihtiyacımızın bu olduğunu düşünüyorum.

Kimimiz göçmen olduğumuzdan kimimiz göçmen olmaya çalışıyorken birçok engel ve sıkıntıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Yazının başlığı size biraz garip gelebilir daha çok göçmenlikle ilgili sıkıntılar, problemler konuşuluyor. Hele son zamanlarda artan göçmen karşıtlığı ve bu doğrultuda gelişen politikaları düşününce çok da haksız sayılmazsınız. Tüm Avrupa özelde Almanya’da, var olan sosyal, ekonomik ve politik problemleri görmezden gelerek problemlerin tek kaynağını sağ faşist söylemler doğrultusunda göçmen problemi olarak gösterme yarışında tüm siyasi taraflar. Hatta bu uğurda “ben daha karşıyım” yarışı içerisinde. Ayrıca bu söylemlerin iyi savunucusu sol partiler veya göçmenlik geçmişi olanlar tarafından yapılması da ayrıca dikkat çekici. Var olan problemlere karşı çözüm üretmeyen tüm siyasi partiler en kolay ve basit olana kraldan çok kralcı mantığıyla davranmaya çalışıyor. Kendi kısır politikalarının üstünü örtme çabasıyla faşist bir parti olan AfD’nin söylemlerini sahiplenerek faşistten daha fazla faşist olacağının ve buradan siyasi rant elde edeceğinin yanılsamasına giriyor. Bu rüzgâr öyle güçlü esiyor ki kendi oluşturdukları ‘Avrupa değerlerini’ bile hiçe sayarak, toplumsal sorunlara göçmenler üzerinden kılıf bulmaya çalışılıyor. Bu konuda tabi çok şey söylenebilir ve birçok analiz eklenebilir.

Tabi ben göçmen olmanın zorlukları ve göçmenlik karşıtı konusunun yanında hala göçmen olamamış hala mülteci statüsünde ya da henüz o hak bile daha tanınmamış bir duruma biraz değinmek istiyorum. Daha önce kamp süreci ile ilgili süreci dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım. Şimdi göçmen olan ama önceden aynı yollardan geçen eski mültecilik koşullarını yaşayanlara ve bu süreçleri geçen dostlara bir hatırlatma babında olsun. Bundan birkaç yıl önce okuduğum yani daha mülteci olmadan önce okuduğum Sebastian Haffner’in “Bir Almanın hikayesi” kitabında (şiddetle okumanızı tavsiye ederim) aynen şu cümle geçiyordu: „Mülteciler her ülke için yüktür, yük olduğunu hissetmekse hiçbir zaman hoş bir şey değildir. Bir ülkeye bir elçi gibi, yapacağı işler ve beraberinde getireceği değerler olan bir insan olarak gelmekle, barınacak yer arayan bir mağlup olarak gelmek arasında büyük bir fark vardır.” Evet bu cümle beni daha Almanya’ya gelmeyi düşünmeden önce bile çok etkilemişti ama şimdi cümle benim gibi kişilerde vücut buluyor adeta. Kendini bir mağlup ve yük gibi görüp bir an önce bu durumdan sıyrılma çabası içine sokuyor. Ne yazık ki yük olmama çabası bir yana kendin kalmak bile büyük bir beceri gerektiriyor.

Başlıkta dediğim gibi göçmen olmanın problemleri bir yana göçmen olmaya çalışmanın bile inanılmaz problemleri var.

Kendi ülkende Avrupa’nın sattığı silahların gölgesinden ya da savaş olmayıp ama Avrupa’nın değerlerini taşımaya çalışıp bunun mücadelesini verdiğin için yargılandığın, canının, özgürlüğünün ve yaşamının elinden alındığı devletinin zalimce uygulamalarına maruz kaldığın ya da karşısında durduğun, bu uğurda topraklarını, sevdiklerini geride bırakarak terk ediyorsun.

Önce yüklü miktarda borçlanıyor ve hepinizin bildiği ölüm ve umut yolculuğuna çıkıyorsun. İnanılmaz yol hikayeleri var, ormanlarda haftalarca aç kalıp Hint fakirlerinin acıyıp taşıyarak getirdikleri kişiler mi, ormanda ayıların kovaladığı kişiler mi dersin, tellerden atlayıp ayaklarını kırıp geri dönmek zorunda olanlar mı, defalarca yakalanıp geri gönderilenler mi, sınır polisleri tarafından ölesiye dövülenler mi, aile fertlerini yollarda kaybedenler mi yoksa öldüğünü ve kimsesizler mezarlığında senelerdir yatanları mı, yoksa Akdeniz üzerinden gelip yara bere içinde aylarca tedavi görenler mi, ya da Akdeniz içinde kaybolmuş cenazesi bile bulunamayanlar mı?

Bu anlatılacak o kadar uzun bir hikâye serisi ki, filmlere kitaplara konu olacak ve gelecek nesillerin ‘gerçekten nasıl olur’ diye şaşıracağı hikayeler. Aslında bunlardan birçoğuyla ekranlarda ya da haberlerde karşılaşmışızdır. Ne yazık ki hiçbir acı film ya da kitap, gerçeği kadar acı olamaz. Neyse bir şekilde Avrupa’ya ulaşan ve geçici bir sarhoşlukla mutlu olan göçmen olmaya çalışan mülteciler aslında hikayenin yeni başladığını zamanla öğreniyorlar. Öncelik kamp süreçleri başlıyor, bu kısmı zaten anlatmıştım tekrarlamanın anlamı yok siz değerli okuyucuların bu sürecin nasıl yıpratıcı olduğunu anlaması için bir örnek olarak bunu söyleyeyim bir röportajda doktor olan bir kadın arkadaşın sözünü aktarayım: „İnsanı sıfırlayan bir süreç” demişti, evet tam olarak insanı sıfırlayan bir süreç. Ne okuduğunuz kitaplar ne eğitiminiz ne mücadele geçmişiniz ne insanı değerler için verdiğiniz çaba vs. hepsi sıfırlanıyor. Ayrıca süre uzadıkça sıfırlanmayla kalmıyor artık kendinizden ödün vererek sıfırın altına ilerliyorsunuz. Hatta kendi içinizde ikilemlere giriyorsunuz mücadeleden kaçtığınızı düşünüyorsunuz. Yalnızlaşmaya ve mücadelenizin ortak değerlerini kaybetme korkusu yaşamaya başlıyorsunuz. Artık gelmenin anlamını yitirdiği bir dönemde hasbel kader mülakatlara giriyorsunuz. Önce kendinizi ikna ediyorsunuz, gelmenizin gerçekçi ve haklı sebeplerini tekrardan kendinize anlatıyorsunuz. İşte burada böyle mücadele ettim, yok böyle insan haklarını savundum yok bu çalışmaları yürüttüm, yok bilmem hakkımda kaç dava açıldı, yok cezaevi, işkence, taciz… anlatıp duruyorsunuz.

Evrensel insani değerlerin ülkenizde olmasını istediğiniz için, demokrasi gibi görünüp diktatoryal rejimi yaşayan bir ülkeye karşı olduğunuz için başınıza bunca şey geldiğini anlatıp duruyorsunuz. Hatta Goethe’nin sözü bir an aklınıza geliyor: “Kendini hür sanan köleler kadar daha köle kimse yoktur”. Ve o küllerin arasında artık yaşayamadığınızı ve bu yolu tercih ettiğinizi, yani göçmen olmak için tüm yaşanmışlıkları, yaşananları ve mücadelenizi anlatıp duruyorsunuz. Her bir olayı yeniden yaşıyorsunuz. Ve kimisi uzun zaman sonra belki çok ihtimal dahilinde değil ama oturum hakkı alıyor diğerleri ret veya terk alıyor ve başka süreçler başlıyor ve göçmen olabilmenin savaşı buralarda veriliyor. Yeni ülkelerde iltica arayışı, gizli bir şekilde saklanıp geçen zamanda tekrar başvuru yapma, çalışma hakkı hatta sahte ya da gerçek evliliklere kadar uzanıyor bu işin sonu. Burada kalma mücadeleleri sadece göçmen olabilmek için verilen uzun soluklu süreçlerin devamı olarak geliyor.

Aslında arada atladığım o kadar çok mesele var ama yazıyı çok uzatıp bağlamından çıkarmak istemiyorum.

Göçmen olmanın zorluklarının yanında daha göçmen olabilmek için verilen uzun bir maraton aslında bu süreç. Öncelikle sözüm göçmen olmaya çalışan dostlara ve arkadaşlara gelsin; bu günleri unutmamak, gelecekte veya şimdi karınca kararınca bu gayri insani adaletsiz düzene karşı mücadeleyi yükseltmek, destek vermek olmalı. Her ne kadar henüz göçmen olmasak ta bir göçmen adayıyız. Yarın öbür gün göçmen olduktan sonra da birçok problemle karşılaşacağı gerçeğini unutmadan bu mücadeleye bu anlamda ortaklaştırıp örgütlenerek destek olunmalı.

Close