Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin imzalanmasının 70. yılında Avrupa mültecilere kapılarını tamamen kapamış durumda. Türkiye ve Libya ile yapılan anlaşmalar, mültecilerin para karşılığı bu ülkelerde tutulmasını sağlıyor. Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı Frontex, ülke sahil güvenlikleriyle mültecileri geri püskürtmeyi amaçlıyor ve yüzlerce mülteci Akdeniz’de veya başka denizlerde boğuluyor. Almanya savaş bölgelerine sınırdışı etmelerde hiç de tedirginlik göstermiyor.
70 yıllık Cenevre Mülteci Sözleşmesi
Ulla Jelpke/Junge Welt
Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nin imzalanmasının 70. yıldönümü vesilesiyle, çarşamba günü mültecilerin korunmasına ilişkin bu önemli uluslararası anlaşmanın erozyonuna karşı uyarıda bulunan sesler yükseldi. Özellikle kilise temsilcileri ve sivil toplum kuruluşları sözleşmenin savunulmasını istediler.
Birleşmiş Milletler mülteci dairesi başkanı Filippo Grandi’den de açık bir eleştiri geldi. Giderek daha fazla ülkenin mültecilerin korunması konusundaki sorumluluklarından kaçındığından şikayet etti. Avrupa Birliği ve üye devletleri, yıllardır Cenevre Sözleşmesi’ni sistematik olarak ihlal ediyor. Bu sözleşmenin özü geri gönderme yasağıdır: Hiç kimse, zulüm, işkence veya insanlık dışı muamele ile tehdit edildiği bir devlete iade edilemez. Ancak AB’nin dış sınırlarında ve Almanya’nın sınır dışı etme politikasında her gün olan tam da budur.
Yunan Sahil Güvenlik, Ege Denizi’ndeki mülteci botlarını rutin olarak durduruyor ve onları Türk sularına geri gönderiyor. AB’yi mültecilerden korumayı amaçlayan Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı Frontex de bu tür eylemlerde yer almakta. Avrupa kara sınırlarında da sistematik “geri göndermeler” var. İnsanlar dövülmekte, ellerinde ne varsa gasp edilmekte, çırılçıplak soyulmakta, ateşli silahlarla tehdit edilmekte ve telefonları imha edilmekte. Ancak bu uygulamaların Komisyon veya diğer AB hükümetleri tarafından açık bir şekilde kınanmasını beklemek saflık.Çünkü insanların AB’ye girmesini engellemek ve mülteci sayısını düşük tutmak için AB yöneticileri hemen her yolu kullanma hakkına sahipler.
Bu, aynı zamanda, Avrupa Kalesi’nin kapılarındaki diktatörlere ve savaş ağalarına dış kaynak sağlama konusunda uzun süredir devam eden uygulama tarafından da ortaya konulmakta. Erdoğan ile yapılan mülteci anlaşması ve sözde Libya sahil güvenlik milisleri ile yapılan işbirliği de bu kategoriye giriyor. Yeni olan şu ki, Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne giderek daha açık bir şekilde saldırılıyor. Danimarka Parlamentosu geçtiğimiz günlerde, gelecekte üçüncü ülkelerde iltica prosedürlerinin yürütülmesini sağlayan bir yasa çıkardı. Mültecilerin artık Danimarka’ya gitmesine izin verilmeyecek. Davaları dışarda görülecek, hak ederlerse(!) Danimarka’ya gidecekler. İngiltere’de de bu tür planlar var.
1951’de Nazilerin işlediği suçların bir sonucu olarak, mültecilere bağlayıcı haklar tanıyan uluslararası bir anlaşma üzerinde anlaşmanın mümkün olması, hala ve herşeye rağmen büyük başarıdır. Bu hakların pratikte erozyona uğraması, korunması için tekrar tekrar mücadele edilmesi ve imzacı devletlerin çıkarlarına karşı savunulması gerektiğini göstermektedir: Bu mücadele ulusal ve uluslararası mahkemelere yapılan şikayetler, sokaktaki protestolar ve uluslararası kuruluşların baskılarının yardımıyla olacaktır.
Çeviren: Semra Çelik