Written by 14:07 uncategorized

İktidarın liberal figüranları

A. Cihan Soylu

 

 AKP-Gülen Cemaati devletinin liberal suç ortaklarının en önemli özeliklerinden biri de, devletin, onun muhtevaya ilişkin tüm esaslı özelliklerini, karşı çıkılmaması gerekli kutsi bir zırhın ardına gizleyen katakulli ideoloji ve politikasının cengaverleri olmalarıdır. Ellerinde „militarizm karşıtı“(!) delik-deşik paçavra bir bayrak, devlet-hükümet militanlığını sürdürürlerken, ezberlerini bozan „dil sürçmeleri“,-„yüksek dozajlı şiddet“ ve çok belirgin yalanlar karşısında, utangaç kem-kümlerle devri alemlerini sürdürmeye çalışıyorlar.

Birkaç yıl önceki en önemli silahları, gericiliğin yükseliş dalgasına kapılmış bir coşkunlukla sürdürdükleri „değişim ve demokrasi“ tüccarlığıydı. Halk kitlelerinin on yıllar boyu baskı, yoksulluk, işsizlik ve açlık sistemine karşı biriktirdiği tepkilerin halk yararına bir çıkışı tetiklememesi için, bu tepkiyi Amerikancı, din istismarcısı, yayılmacı ve siyasal demokrasi düşmanı bir politikaya yedeklemek için, yedeklendikleri hakim güçlerle birlikte her şeyi yaptılar. En iyi pazarladıkları malzeme, „ülkenin demokratikleştirileceği“ idi! Demokratik siyasal özgürlüklerin bulunmayışı ve antidemokratik baskı sistemi „askeri vesayet“ ile tanımlanıp izah ediliyordu. Postmodernizm denilen çürüme ideolojisi-kültürünün piyasaya boca ettiği bir sisti. Militarizmi, kapitalist-emperyalist dünya sisteminden, kapitalist pazar ve etki mücadelesinden, mali sermaye, tekelci oligarşi ve büyük güçlerin çatışmalarından soyutlayan bir sözde anti militarizm ile, sermayenin kutsal dokunulmazlığının emrine yazılmışlardı. Şiddetsiz, yayılmasız, çatışmasız ve savaşsız bir kapitalizm kurgusuyla, kitleler dünya ölçeğinde kapitalist emperyalist sisteme bağlanmak istenirken, Türkiye ve diğer pekçok ülkedeki askeri baskı ve generallerin politik sistem içinde üstlendikleri tahakumcu rolün yarattığı antipati ve tepki de malzeme olarak kullanıldı. „Demokratikleşme“ ve „Ilımlı İslam“, „değişim“ sözcükleri, denebilir ki en fazla bu dönemde alıcı buldu!

Siyasal geçmişi, ideolojik-politik şekillenişleri, ‚inançları‘ ve düşman anlayışları, „komünizme karşı savaş“ adına ilerici-demokratik, halktan yana, bağımsızlık ve özgürlük isteyenlere düşmanlık temelinde oluşan sağ-tutucu; kapitalizm savunucusu; emperyalistlerle işbirliğinden yana bir politik gelenek ve kapitalist fraksiyon, halkın karşısına, „halkın en iyi ve en demokrat temsilcisi“ payesiyle çıkarıldı. Hep birlikte başarı da sağladılar.

AKP-Gülen Cemaati, devlet kurumlarını tümüyle ele geçirerek, toplumun üzerinde burjuva diktatöryasını daha „mükemmel bir biçimde tesis“ etmek üzere, pürüzleri bertaraf etme operasyonlarını sürdürdükçe, bu liberal-bir bölümü Amerikancı- payandaların „anti militarist“(gerçekte sadece anti asker) demagojisi de yoğunluk kazandı. Arada, Roboski-Uludere Katliamı’na fail olma, 100 civarında gazeteci tutuklama, zindanları muhaliflerle tıka basa doldurma, hükme dönüşmüş uzun tutukluluk süreleri, Kürtlere, Alevilere, gençlere, kadınlara, işçilere hakaret ve saldırı, açlık sınırında yaşama mahkum milyonlarca insan, gibi bazı „pürüzler“ de olmasa, bu „anti militarist demokratik sistem“, Başkan Tayyip-Fetvacı Gülen yönetiminde yıllar boyu sürüp gitsindi!

Ama heyhat! Ne, E. Mahcupyan‘ın, AKP’nin „devlete tam hakim olmadığı“ yanılgısıyla üzülmesi için neden kalmıştır; ne Ahmet İnsel’in „özerk siyaseti“ bir olasılık ve „gerçeklik“tir, ne de Akif Beki’nin sınıf atlattığı işçilerin yönetimde söz sahibi oldukları bir demokrasi! Ne şiddetten arınmış, politikası şu ya da bu sınıfın çıkarlarınca belirlenmemiş bir devlet mümkün olmuştur, ne de AKP gibi, sömürü ve baskı sistemini sürdürmekten gayrı amacı olmayan bir düzen partisinin „demokratlığı“. Şiddeti ve militarizmi „askerler“ ve „sol“ ile tanımlı göstermeye çalışan, sözüm ona hümanist-barışçı yazarların ya görmedikleri ya da bilerek görmezden geldikleri, devletin varlığının şiddetin varlığının ilk dereceden ifadesi olduğu; kapitalizm koşullarında ise, yaşamın her alanında, burjuva hakim sınıf şiddetinin, onun çıkarlarının ifadesi ve uygulanmasının biçimlerinden biri-ve en etkililerinden biri olarak-işlev gördüğüdür. Şiddeti, son birkaç haftada yoğunlaştırılarak sürdürüldüğü türden, „sol“ ile, „sol içi şiddet“ ile, „sol’un şiddete baş vurması“yla, „aile içi şiddet“ ya da „kadına şiddet“ ile izah ederek, sözde bunların eleştirisiyle sarmalayıp satışa çıkaranlar, dünyayı kasıp kavuran emperyalist-kapitalist devlet(ler) şiddetini; kapitalizmin günlük hayatın her alanında uyguladığı iktisadi, politik, askeri, hukuksal, kültürel şiddeti dolaysız savunmuyorlar ise eğer, ya gizliyorlar ya da önemsiz gösterip arka plana atarak, ona hizmet edip yardımcı oluyorlar.

Liberallerin, AKP’ci kapitalizm savunucularıyla birlikte yürüttükleri bu kampanya, devleti Kürt kırımlarından, Ermeni katliamlarından, Rum nüfusa zulümden, işçi ve emekçilere kesintisiz baskı ve şiddet uygulamasından, Maraş, Sivas, Çorum katliamlarından, 1 Mayıs 77 toplu cinayetinden, Uludere bombardımanından, Mehmet Ağar’ın itiraf ettiği „bin operasyon“dan, toplu işkencelerden, saymakla bitmez cinayet, işkence, sabotaj ve dışa yönelik saldırgan-yayılmacılıktan azade gösterirken, baştan aşağı şiddet örgütlenmesi olan bu mekanizmaya karşı mücadeleyi engellemeyi amaçlamaktadır.

Ama hayat durağan değil. Yalanın ‚payidarlığı’da geçicidir. Toplumsal yaşamın statik-durağan ve değişmez oluşu mümkün olmadığı gibi, hiçbir yönetim, hiçbir sınıf, hiçbir birey de, ondan azade değildir. Ne zalim ebedi kalıcılığa sahiptir, ne de baskı ve şiddetin bin türüyle boyunduruk altına alınan, boyunduruk altında tutulanın bu duruma „alışması, rızası, isyansızlığı“! AKP’nin devri iktidarının „suyu“ da, toplumsal sınıfların mücadelesi arenasında giderek daha fazla ısınmaktadır! Liberal bukalemunların yeni kılıklar ihtiyacı da artmış görünüyor. Ve elbette, işçi ve emekçilerin ileri kesimlerinin tüm bu yaşananlardan, sınıf mücadelesi ve saflaşmalardan çıkardıkları bir ders vardır.

 

Close