Written by 13:28 HABERLER

„Kimlik“ bilincinden öteye…

Ahmet Cengiz

İleri kapitalist ülkelerdeki politik ve sosyal mücadeleleri izleyen herkes, bir şekilde, burjuva düşünce dünyasının alameti farikasını teşkil eden şu görüşe rastlar: Kapitalizmin kusurları vardır, ama bir alternatifi yoktur! Dolayısıyla, kapitalist sistemi aşmaya yönelik her girişim, hüsranla sonuçlanmak zorundadır!

Bu görüş yeni değildir, ancak yine de onda yeni olan bir boyut vardır. Nitekim; uluslararası işçi sınıfının tarihsel yenilgisi, burjuva propagandasının bu klasik görüşünü adeta bir aksiyom düzeyine, yani artık kanıtlanması bile gerekmeyen, kanıtı bizzat kendisi olan bir fikir düzeyine çıkartmıştır. Ve bir aksiyom olarak telkin edilen bu fikir bir kere esas alındığı zaman; sosyalist devrim, devrimci özne olarak işçi sınıfı, sınıf mücadelesi, sınıf bilinci gibi kavramlar yadırganabilir olmaktadır. Dahası; bu kavramları savunanlar, geçmişe takılıp kalarak yeni olana karşı çıkışlarının beyhudeliğinin farkında olmayan romantiklere dahi benzetilebilmektedirler!

Bununla da bitmiyor: Günümüz politik ve sosyal mücadelelerin aldığı somut biçimler, bu benzetmeyi adeta haklı çıkarır gibidir. Bugünün mücadeleleri büyük oranda; “millet”, “ulus”, “din”, “etnik”, “kültür”, “çevre”, “iklim”, “cinsiyet”, “sağlık”, “bakım”, “gıda”, “konut”, “göç” vb. vb. kavram ve konular üzerinden cereyan etmektedirler. Ve bunların hemen hemen hiçbirinde işçi sınıfının sınıf olarak etkin bir rol oynadığı gözlenmemektedir! İşçiler bu mücadelelere katılmaktadırlar, ama, mevcut işçi sendikalarının görev savma veya öfke boşaltma amaçlı katılımları dışında, işçiler genellikle şahıs veya çok küçük gruplar halinde bu mücadelelerde yer almaktadırlar. İdeolojik-politik bakımdan bu mücadelelere kendi sınıf damgasını vuran ise, esas olarak küçük ve orta burjuvazidir veya doğrudan birbirinin altını oyan çeşitli sermaye gruplarıdır. Haliyle, sınıf kavramları bu mücadelelerde pek dile getirilmez. Ve böylelikle, karşımızda sınıf çelişkilerinden kaynaklanan somut politik ve sosyal mücadeleler olmasına karşın, bunlar, başta yürütücüleri tarafından, sınıf mücadeleleri olarak tanımlanmaz.

Bu tablo karşısında, Karl Marks’ın şu sözünü hatırlamamak mümkün değil: “Şeylerin görünüş biçimi ile özü doğrudan doğruya örtüşseydi, o zaman hiçbir bilime gerek kalmazdı.” Böylesi bir halin söz konusu olup olmadığını, ilk bakışta çok alakasızmış gibi görünen bir gerçeklik üzerinden netleştirmeye çalışalım.

En fanatik kapitalizm savunucusunun bile reddetmeyeceği bu gerçeklik, günümüz ileri kapitalist toplumlarındaki işbölümünün olağanüstü derinleşmiş olması gerçekliğidir. Herhangi bir büyük kapitalist tekeli ele aldığımızda bu durum gayet açık bir şekilde görülmektedir. Bilindiği gibi, bugünün tekelleri devasa sermayeyi ve milyonlarca çalışanı bünyelerinde barındırmaktadırlar. Üretimleri dünya ölçeğindedir ve her bir üretim birimi birbiriyle ortak bir planlama ve örgütlenme temelinde bağıntı içerisindedir. Yani üretimdeki coğrafi ve hacimsel genişleme, doğası gereği işin olağanüstü bölünmesini gerektirmektedir.

İster bir tekelin bünyesinde, ister ona bağlı yan sanayide, isterse toplumsal üretimin genelinde olsun, işin olağanüstü bölünmüşlüğü (işbölümündeki derinleşme), ilk bakışta, öncesine göre daha çok parçalanma, kopukluk, özerklik olarak görünmektedir. Fakat yakından bakıldığında, üretimin aslında düne göre çok daha bütünlüklü, çok daha birbirine bağlı olduğu, dahası bu bölünmenin, bütünlüğün varlığına dayandığı görülür.

Öte yandan, işbölümündeki derinleşme, bönen işin bütünlüğünü sağlayacak teknolojik ve bilimsel araçları, yani öncesine göre daha gelişkin üretim araçlarını gerektirir. Örneğin, işbölümündeki derinleşmenin düzeyi, her zaman, bu bölünmeyi bir kopukluk olmaktan çıkartan ulaşım ve iletişim araçlarının belirli bir gelişmişlik düzeyine tekabül eder. Böylece, işbölümündeki derinleşme olgusu; aynı zamanda yeni teknikliklerin, yeni sanayi dallarının, yeni mesleklerin, yeni iletişim ve ulaşım kültürünün ortaya çıkması anlamına gelir. Haliyle; eskilerin de aşılması, geride kalması veya tasfiyesi anlamını taşır.

İşbölümünün mümkün kıldığı

Gelgelelim, işbölümü dediğimiz şey, aslında bir soyutlamadır. O kendini ancak somut şeylerde gösterir: Örneğin yeni bir teknolojinin ortaya çıkması sonucu belirli mesleklerin tarihe karışması, veya belirli bir sanayi sektörünün başka bir ülkeye taşınması, ya da güncel bir örnek verecek olursak, elektronik otomobil teknolojisinin yerleşik otomobil yan sanayisini altüst etmesi gibi gelişmelerde kendini belli eder.

Demek oluyor ki, işbölümü, iki durumun ortaya çıkmasını mümkün kılar: a) Üretim süreçlerinin bölünmesiyle, o parçalı ve dolaylı süreçlerde yer alanların kendilerini genel bütünden ayrı ve özerk görebilmesi. Ve b) İşbölümünün derinleşmesi sürecinde eski konumlarını kaybedenlerin, bu kayıplarının nedenlerini, işbölümün gerisindeki gerçeklikte değil de, onun her defasında somutlaştığı olguda („küreselleşme“, „teknoloji“ vb.) aramasıdır. Kısacası, işbölümü derinleştikçe, parçalanmışlık, kopukluk, dolayımlılık, karmaşıklık da artmaktadır. İşbölümündeki derinleşme toplumsal yaşamla üretimin çeşitli alanlarını kapsadıkça, o alanların özneleri için bu kompleks bağıntı ve ilişkilerin gerisindeki gerçekliği çözmek, izini sürmek ve bunların arasında kendilerinin ve kendi dışındakilerinin konum ve rollerini anlamak da zorlaşmaktadır.

Açıktır ki burada söz konusu ettiğimiz, herhangi bir işbölümü değil, kapitalist işbölümüdür. Bu demektir ki, bu işbölümü; yegane amacı artı-değer üretmek, yani azami karı elde etmek olan kapitalist üretim tarzına göre şekillenen bir işbölümüdür. Yani onun somut biçimini, tekniğin veya bilimin soyut olarak mümkün kıldıkları değil, azami karı artırmanın ve bunu da üstelik uluslararası rekabet koşullarında artırmanın gereklilikleri belirlemektedir.

Öylese; eğer sermayedarlar sınıfı bir gerçekse, yani bu devasa üretim araçları belirli bir grup insanın mülkiyetindeyse, ve bunların da tüm amacı karlarına kar katmaksa; eğer bu amaç, rakibinden daha hızlı ve daha ekonomik üretmeyi gerekli kılıyorsa, yani sömürüyü artırmayı ve teknoloji ve bilimi bu amacın hizmetine koşmayı gerekli kılıyorsa, ve eğer bu dürtü ve hırsın bir sonucu olarak sermaye tarafından nüfuz edilmedik toprak parçası, girilmedik toplumsal yaşam alanı bırakılmamışsa ve bütün bunların bir sonucu olarak üretimdeki işbölümü olağanüstü genişleyip derinleşmişse – evet, böylesi bir toplumda; egemen sınıfın; ideolojik-politik hedef şaşırtma, kafa bulandırma, şeylerin dış görünüşü aracılığıyla onların özlerini perdeleme, olup bitenlerin sınıfsal kaynaklarını hasıraltı etme, sorun sahiplerinin kendilerini büyük bir sınıfın, yani ortak konum ve çıkarlara sahip bir bütünün parçası olarak görmelerini ve ona göre davranmalarını durmaksızın engelleme, bunun için de bölme ve karalama girişimlerini sürekli artırma ve çeşitlendirme gibi, sınıfsal çıkarlarının doğal gereği bir davranış tarzının geliştirilmesi şaşırtıcı olabilir mi?

Karmaşıklık ve parçalanmışlık arttıkça

Sermaye ilişkisi, belirli bir toplumsal ilişki olarak bir gerçeklikse (sanırız bunu reddecek bir aklıevvel yoktur!), ve dolayısıyla bir ilişki olarak bu, doğrudan kendi karşısındakini, yani işçi sınıfını gerektiriyorsa, o halde; sermayenin hakim olduğu kapitalist bir toplumda, bu iki temel sınıf arasındaki ilişki ve çelişki toplumun tüm sınıf ve katmanları arasındaki çelişki ve ilişkileri koşulluyor demektir. Bugün ilk bakışta açıkça görülmeyen, bu temel çelişkinin, emek-sermaye çelişkisinin, kendisini; düne göre çok daha dolaylı, yani sırf „klasik sanayi“deki TİS dönemleri gibi açık ve dolaysızca değil, aynı zamanda toplumsal üretimin birçok farklı alanlarını kapsayarak, birçok görünüm ve biçimler alarak ortaya koymasıdır. İşbölümündeki derinleşmeye dair örneğimiz, Marks’ın sözünü ettiği „şeylerin görünüş biçimi ile özü“nün doğrudan doğruya örtüşmeme halinin, bugün neden düne göre çok daha geniş bir alanı kapsadığını ve kaçınılmaz olarak neden daha karmaşık biçimlere büründüğünü somutlaştırmaktadır. (Örnek olsun: Almanya’da Hambach ormanının RWE tekeli tarafından toptan yok edilmesine karşı mücadele bir yönüyle çevreyi koruma mücadelesi iken, diğer yönüyle tekellerin hem pervasızlığına hem de hükümet üzerindeki hegemonyasına karşı bir mücadeleyi ifade etmekteydi. Tekellerin bu konumları, emek-sermaye ilişkisindeki aktüel güçler dengesinden soyutlanabilir olmasa gerek.).

Söylenenlerden iki husus netleşmiş olmalı: ı- Bugün sermaye ilişkisi adeta girilmedik alan bırakmamışsa, bu; öncesinde hiçbir şekilde işçi sınıfıyla ilişkilendirilmeyen sektör ve mesleklerde çalışanların işçi sınıfına katıldıkları anlamına gelir. Hiç şüphesiz, yaygınlaşan, kapitalist ücretli emek ilişkisidir. Bunun böyle olması ama, şimdiye kadar o meslekleri icra edenlerin de (özel işletme ve kurumlarda çalışan öğretmenler, hemşireler, doktorlar, avukatlar, pilotlar vb.) hemen kendilerini işçi sınıfının bir parçası saydıkları anlamına gelmemektedir. Meslek bilinci ile sınıf bilinci çok farklı şeylerdir. Kaldı ki, sosyo-ekonomik konumdaki değişimler hemen birebir bilince yansımamaktadır. Bu yansımanın ne kadar dolayımlı ve hatta sancılı olabileceğinin çarpıcı örneklerinden biri, Türkiye’den Almanya’ya getirilen „misafir işçiler“dir. Ezici çoğunluğu Anadolu taşrasından alınıp modern sanayi ilişkileri içerisine sokulmuştur. Çoğunluğu köylüyken işçi olmuştur, ama bilinç ve kültür olarak da işçileşmeleri epey zaman almıştır.

ıı- Açıktır ki, toplumsal üretime dayanan ilişkilerde karmaşıklık ve parçalanmışlık arttıkça, sınıf ilişkisini ve çıkarları idrak etme, düne göre çok daha fazla teorik-politik dolayımlarda bulunmayı gerektirmektedir. „Klasik sanayi“deki işçilerin hareketinin zayıf olduğu, yani işçilerin doğrudan sınıf olarak açık mücadelelerinin yaygın olmadığı koşullarda, aslında işçi sınıfının bir parçası olmuş, ama belirtilen nedenlerle kendini bu sınıfın bir parçası olarak görmeyenlerin bu mücadelelerinin, hem kendileri ve hem de burjuva propaganda tarafından bir sınıf mücadelesi olarak algılanmaması/yansıtılmaması şaşırtıcı değildir.

Küçük burjuvazi ile orta burjuvazinin, mali sermayenin artan pervasızlığının kışkırttığı politik-sosyal mücadelelere kendi damgasını vurmasını mümkün kılan da, işte bu iki temel nedenin, işçi sınıfının tarihsel yenilgisinin çok yönlü sonuçlarının hala aşılamamış olmasından kaynaklanarak olağanın ötesinde bir etkiye sahip olabilmesidir. Ama unutulmamalıdır ki, bu etki, yalnızca bu koşullarda bu yönde rol oynamaktadır. Başka koşullarda ama, tam aksi yönde; işçi sınıfına ve mücadelesine renk ve güç katacak, entelektüel kapasitesini artıracak bir yönde rol oynayacaktır!

„Kimlik“ bilinci ve özdeşlik

Elbette, her türlü „kimlik“ bilinci (millet, din, cinsiyet, meslek vb.), sınıf bilincine göre çok daha kolay edinebilinir bir bilinçtir. Burada „kimlik“ kavramını asıl anlamıyla (özdeşlik/aynılık) kullanıyoruz. Açık ki, özdeşlik kategorisi olmadan çelişkisiz düşünmemiz mümkün olamazdı. Bu kategoriye dayanmayan bir düşünme, ancak „mantık öncesi“ bir düşünme olabilirdi. Öte yandan ama, bu aynı kategori, çelişkiyle birlikte düşünmemize bariyerler koyar (zaten diyalektik düşünme biçimleri de bu bariyerleri aşmaya, yani özdeş olarak saptadığımız şeylerin aynı zamanda özdeş olmadıkları deneyimimize dayanır).

Başka bir ifadeyle, özdeşlik kategorisi ne kadar gerekliyse de, onun aslında; bir şeyin (ister bir nesne, isterse bir düşünce olsun), ilgili durumdaki özelliğinden bağımsız „boş biçimi“ni tanımlayan bir kategori olduğu unutulmamalıdır. Sözgelimi, bir kişi kendini bir millet, din veya cinsiyetle özdeş görebilir. „Kimliği“ne dair bu bilgiler, pek çok şeyi içerir ama, kişinin sosyo-ekonomik konumu hakkında doğrudan bir bilgi vermez. Sınıf kategorisinin espirisi ise, verili toplumdaki üretim ilişkilerine, yani o toplumdaki üretimin örgütlenme biçimine dayanmasıdır. Üretimsiz bir yaşam olmayacağına göre, sınıf kategorisi, „boş biçimi“ değil, sınıflı bir toplumda yaşayan bir kişinin bütün „kimlikleri“nin üzerinde duran ve onlara rağmen onun o toplumdaki asıl konum ve özelliğinin tam ne olduğunu gösteren bir niteliğe sahiptir. Kişinin karnı tok mu aç mı, işsiz mi çalışıyor mu, geçinebiliyor mu geçinemiyor mu, geleceği güvende mi değil mi, kültürel yaşamı zengin mi tek düze mi vs.; bütün bunlar, sınıf kategorisinin dışında temellendirilemez.

Sınıf kategorisi, sayısız özdeşlikler („kimlikler) içindeki ayrımı bu veriler üzerinden somutlaştırırken, yani özdeşlik ile ayrımı birlikte kapsayıp özdeşliğin „boş biçimi“ne somut bir içerik katarken; sözgelimi millet (veya din) özdeşliğindeki ayrım ama, ancak o milletten (dinden) olmayan bir millet (din) üzerinden gerçekleşebilir. Örneğin “ben Türküm”, “o Alman” denilerek veya “ben Müslümanım”, “o Hıristiyan”!

Politik-sosyal mücadelelerde, ayrımlar, ve dolayısıyla da saflaşmalar; sınıf değil de „kimlik“ üzerinden gerçekleşiyorsa, orada ya gerçek toplumsal çelişkiler maskeleniyordur ya da özünde sınıfsal olan sorunlar kendilerini belirli bir „kimlik sorunu“ üzerinden dışa vuruyorlardır. Özel bir çabayı gerektiriyorsa da, her iki durumda da, sınıf ilişkileri ve çıkarlarının somutlaştırılması vazgeçilmezdir – eğer ki işçi ve emekçiler başka sınıf ve zümrelerinin „boş biçim“lerine dolgu maddesi olmak istemiyorlarsa!

Bütün maharet, tekil olaydaki geneli görebilmektedir; yani emek-sermaye çelişkisinin kendisini ve onun dolaylı etkilerini en alakasız görünen olay, olgu ve mücadelelerde de görünür kılmakta ve aralarındaki bağıntıların tüm işçi ve emekçilerce de görülmesini sağlamaktadır. Bunun, ilgili olay ve mücadeleleri ele alırken „bu işin temelinde sınıf sorunu var!“ gibi bir söylem kolaylığına savrulmak anlamına gelemeyeceği anlaşılmalıdır. Yapılması gereken, sınıf ilişkisini, mücadelenin somut konusunun karşısına dışsal bir gerçek olarak dikmek değil, tersine; o somut konunun özgünlüğüne derinlemesine vakıf olarak, onun iç bağıntılarındaki sınıf ilişkisini saptayıp açığa çıkartmaktır. Bu çaba sarf edilmeden, birbirinden ayrı ve bağlantısız gelişen, fakat her birisinin de kendi varlık nedeni bulunan bu mücadeleleri ortak bir hedefe (sermayenin egemenliğine karşı) yönlendirmek mümkün olmayacaktır.

Sonuç itibarıyla: Kapitalizm gibi sınıflı bir toplumda, işçi ve emekçiler bakımından, sınıf gerçeği ve bilincine dayanmayan hiçbir politik-sosyal mücadele ne köklü ne de kök sökücü olabilir.

Close