Written by 12:39 POLITIKA

Koalisyon anlaşması ne anlama geliyor?

Almanya’da 24 Eylül’de yapılan genel seçimlerin üzerinden tam dört buçuk ay geçtikten sonra Hırsitiyan Demokrat Birlik (CDU/CSU) partileriyle Sosyal Demokratlar Parti (SPD), koalisyon anlaşması için anlaşmaya varabildi.

2013’te kurulan büyük koalisyonun devamı niteliğindeki hükümetin bugüne kadar izlenen politikaları olduğu gibi sürdüreceği anlaşılıyor. Eğitim başta olmak üzere belli alanlara yatırımların yapılmasının öngörüldüğü, çocuk parasının sadece 25 Euro artırılmasının hedeflendiği anlaşmada asıl olarak SPD’nin seçimler öncesinde vaatlerin yerine getirilmediği bir belge olma özelliği taşıyor. Genel seçimlerden önce yaşlılıkta emekliliğin son bulması, en önemli vaat olan kamu ve özel sağlık sigortaları arasındaki ayrımın kaldırılarak “Yurttaş Sigortası”nın getirilmesini isteyen SPD, bunları yerine getirmedi. Sadece işverenlerin de çalışanlar gibi sağlık sigortası primi ödemesinin önü açıldı. Çocuk eğitimi, düşük ücretli işler, yüksek kiralar vb. gibi pek çok alanda bazı yatırımların yapılması planlanmakla birlikte, ülkedeki önemli sorunları azaltacak bir adım atılmadı. Zenginlerden alınan vergiler yükseltilmezken, yurt dışına silah satışına da devam edilecek. Koalisyon anlaşmasının ortaya çıkardığı tabloya baktığımızda ülkedeki siyasal durumu şu şekilde sıralamak mümkün:

1. 2005-2009 ve 2013-2017 dönemlerinden sonra yine Merkel liderliğinde kurulan III. Merkel Büyük Koalisyon Hükümeti, hiçbir şekilde ülkede yaşayan emekçiler arasında heyecan ve umut yaratmamıştır. Hem de seçim anlaşmasına ülke genelinde değişik alanlara 45 milyar Euro ayrılması ya da yatırım yapılması karara bağlandığı ve kimi temel alanlara küçük makyajlar yapıldığı halde. İki büyük partinin kurduğu hükümetin halk arasında yeni bir heyecan yaratmamasının en önemli nedenlerinin başında geçmişte uyguladıkları politikalar geliyor. Bu nedenle genel seçimlerde tarihlerinde en fazla oy kaybeden iki partisinin biraraya gelerek “kaybedenler koalisyonu” kurması Almanya’da yaşayan emekçiler açısından fazla bir şeyin değişmeyeceğini gösteriyor. Genel seçimlerde her iki koalisyon ortağı toplam yüzde 13,5 oy kaybına uğramıştı. Seçmenler tarafından bu şekilde cezalandıran partilerin eski hükümete yeni makyaj yapması da durumu değiştirmeyecek görünüyor.

2. Büyük koalisyonun küçük ortağı SPD’nin maliye, dışişleri, çalışma gibi büyük bakanlıkları alması ilk etapta bir çelişki gibi görülüyor. Yani, CDU/CSU ile SPD arasındaki oy farkı yaklaşık yüzde 12,5 olmasına rağmen, bakanlık dağılımında tersi bir durum arz etmektedir. Hal böyle olunca muhafazakarlar cephesinde, bakanlık dağılıma tepki gösterilmiştir. Bu nedenle bu tepkinin kısa zamanda Merkel’e fatura edilmesi ve parti içindeki eleştirilerin yükselmesi kuvvetle muhtemeldir. Buna rağmen büyük bakanlıkların küçük ortağa verilmesi dört yıl boyunca yıpranmanın faturasının daha çok SPD’ye çıkarılmak istendiği şeklinde de değerlendirilebilir. Merkel için bu son dönem olduğu göz önünde bulundurulduğunda, muhafazakarların bir sonraki seçimlere daha az yıpranmış olarak girme hesabı var.

3. Yeniden koalisyon ortaklığının SPD için ‘intihar’ olacağını sadece muhalif kesimler değil, SPD içindeki bir kesim de sürekli dile getiriyor. Özellikle de gençlik örgütü bu nedenle büyük koalisyona karşı çıkmaya devam ediyor. Sol Parti Meclis Grubu Eşbaşkanı Sahra Wagenknecht de anlaşmadan sonra tepkisini “SPD kendi mezarını kazdı” diye özetledi. Önümüzdeki dört yıl içinde SPD’nin güç kaybetmesi sürpriz olmayacak. Asıl önemli olan parti tabanında büyük koalisyona karşı yükselen tepkilerin nereye yöneleceği. Partiden kopuş mu, yoksa parti içinde kalıp muhalefet etmek mi? Her iki durumda da SPD üye ve oy kaybetmeye devam edecek. Gerhard Schröder’in başbakanlık koltuğuna oturduğu 1998’te toplam oyu 20 milyon olan SPD’nin oyu son seçimlerde 9,5 milyona kadar gerilemiş bulunuyor. Ortada 20 yılda kaybedilen 10,5 milyon oy söz konusu.

4. Oy ve üye kaybedeceğinin farkında olan SPD daha fazla kan kaybetmemek için önümüzdeki dört yıl boyunca sol gösterip sağ vuracak. Sağ kanat temsilcileri Martin Schulz, Olaf Scholz gibi isimlerin hükümette yer alması icraatların hakla karşı olacağını gösteriyor. Sözde sol kanat temsilcisi Andrea Nahles’in parti başkanlığını üstlenmesi ise partisinin ortağı olduğu hükümete muhalefet yapacağı anlamına geliyor. Ama bu bayat plan tutmayacak. SPD’ye güven azalmaya devam edecek. Seçim gecesi Merkel’e kılıçları çekip “artık muhalefet partisiyiz” diyen SPD, gelinen aşamada hükümetin en ağır yükünü omuzlayan parti haline gelmiştir. Daha gazla güç kaybetmemek için hükümet olmama şeklinde başlatılan süreç gelinen aşamada en ağır yükün altına girmekle sonuçlanmıştır.

5. Bu sürecin asıl kazananı ise aşırı sağ söylemlere sahip CSU olmuştur. Hükümet programına sığınma hakkının sınırlandırılmasını ve fiili olarak sığınma kotasının konulmasını yazdırdığı gibi İçişleri Bakanlığı’nı “anavatanı savunma bakanlığı”na dönüştürerek üstlenmiştir. Artık her şeye güvenlik penceresinden bakacak ve pek çok demokratik hakkın kısıtlanması gündeme getirecek. Başka bir değişle Bavyera’daki uygulamalar Almanya geneline yayılmak istenecek. Buna en çok AfD’li ırkçı-milliyetçiler sevinecektir: “Biz muhalefetteyiz, ama görüşlerimiz iktidarda.”

6. AB’nin militarist ve merkezi bir karakter kazanması, Fransa ile ittifakın güçlendirilmesi bu hükümetin önceliklerinin başında geliyor. Hükümet programında sık sık AB’nin güçlendirilmesinden söz ediliyor. Kast edilen, AB’de kararların Almanya-Fransa ekseni tarafından hızlı bir şekilde verilmesini sağlayacak mekanizmanın oluşturulmasıdır. Bu aynı zamanda dış politikada yayılmacılığın önümüzdeki dört yıl içinde daha belirgin bir hal alacağı görülüyor. Bu nedenle AB’nin militaristleşmesi başta olmak üzere, Berlin-Paris merkezli dayatmalara tepkilerin daha da yükseleceği bir döneme giriliyor.

7. Hükümet protokolü Türkiye-Almanya ilişkilerinde yeni bir değişiklik öngörmüyor. Bir taraftan Türkiye ile ilişkilerin çok boyutlu olduğu ifade edilerek devam edeceği belirtilirken, AB ile olan müzakerelerin ilerlemeyeceği açık olarak vurgulanıyor. Bu nedenle Türkiye-AB ilişkilerinde de gelişme sağlanamayacak. Dolayısıyla şimdilik dinmiş gibi görünen Türkiye-Almanya/AB gerilimin her an yeniden gündemin ön sıralarına yükselmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

8. Önümüzdeki dört yıl boyunca izlenecek ekonomik-sosyal politikalar nedeniyle ülkeyi yönetecek iki büyük partiden kopuşlar devam edecek. SPD’nin bir kez daha koalisyon ortağı olması yoksulluğa, gelirler adaletsizliğine, düşük ücretli işlere, savaşa ve militarizme karşı mücadele eden güçlerin önüne yeni fırsatlar sunuyor. Parlamento içinde ve dışında sol bir seçeneğin güçlenmesi açısından koşulları mevcut. Sol ve ilerici güçler bunu iyi değerlendirmedikleri takdirde, ırkçı-faşistler pusuda bekliyor.


Koalisyon anlaşmasına tepkiler

Alman Sendikalar Birliği (DGB), Sol Parti, barış örgütleri, DİDF yaptıkları açıklamalarda CDU/CSU ve SPD arasında üzerinde anlaşmaya varılan koalisyon anlaşmasını değerlendirdiler. Açıklamaları özetleyerek yayınlıyoruz.

DGB: Olumlu ve olumsuzluklar var

Alman Sendikalar Birliği (DGB) Genel Başkanı Reiner Hoffman yaptığı açıklamada, koalisyon anlaşmasının güçlü ve zayıf yönlerinin olduğunu belirterek: ‚Emeklilik maaşı düzeyinin sabitlenmesi, işverenlerin de hastalık sigortasında prim ödemesi kesinlikle olumlu. Eğitimin hükümet tarafından geleceğin en önemli işi olarak belirlenmesi de olumlu. Bu nedenle eğitim alanına milyarlarca Euro’luk bütçenin ayrılması, eyaletler arasındaki işbirliği yasağının kaldırılması, okulların dijital donanıma kavuşması, burslara zam yapılmasını olumludur. Olumlulukların yanı sıra olumsuzluklar da mevcut. Düşük ücretli işlerle mücadele yerine bu işlerin kapsamı genişletildi. Mini işleri artıranlar iş piyasasına kesinlikle yanlış mesaj veriyorlar.

Sol Parti: SPD kendi mezarını kazdı

Sol Parti Meclis Grubu Eşbaşkanı Sahra Wagenknecht ve Dietmar Bartsch yaptıkları ortak açıklamada, koalisyon anlaşmasıyla birlikte SPD’nin kendi mezarını kazdığını söylediler. Sol Parti yöneticileri, hükümet protokolünün asıl olarak bugüne kadar süren politikaların olduğu gibi devam edeceği anlamına geleceğini vurgulayarak, “Artan sosyal eşitsizlik sürecek. Yaşlı ve çocuk yoksulluğu, konut ve bakıma muhtaç insanlara yardım ihtiyacı büyüyecek. Milyonlarca insan güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışmaya devam edecek. Anlaşma zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu büyüttüğü gibi , doğu ve batı Almanya arasındaki ayrımı da derinleştirecektir. Tekellere ve süper zenginlere yeni vergiler getirilmedi. Sosyal alanlar için gerekli olan bütçe halen açıkta.

Barış Örgütler: Savaş politikası sürüyor

Çok sayıda barış örgütü yaptığı ortak açıklamada, büyük koalisyon anlaşmasında silah ihracatına bir yasağın getirilmemesi sert şekilde eleştirildi. “Aktion Aufschrei – Stoppt den Waffenhandel!” adlı inisiyatifin sözcüsü Charlotte Kehne, bütün örgütler adına yaptığı açıklamada, “Büyük koalisyon hükümeti, silah ihracatı konusunda asıl atılması gereken adımı atmadı. Politika değişikliğine gitmedi. Sadece sınırlı şekilde Yemen’de savaşan taraflara silah verilmeyeceği anlaşmada yer alıyor. Alman silah tekelleri bu sınırlandırmayı değişik yollardan aşacaktır. Özellikle de üretimlerini yurtdışına kaydırarak” dedi.


DİDF: Koalisyon anlaşmasında göçmenler yok

Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF) Yönetim Kurulu yaptığı yazılı açıklamada, CDU/CSU ve SPD arasında üzerinde anlaşmaya varılan koalisyon anlaşmasını eleştirerek, özellikle yıllardan beri ülkede yaşayan milyonlarca göçmenin sorunlarına yer verilmediğine işaret etti. DİDF tarafından yapılan açıklamada şu görüşlere yer verildi: “Koalisyon anlaşmasında, göçmenlerin sorunları asıl olarak sığınmacılar ve ülkeye getirilecek kalifiye işgücü bağlamında alınıyor ve yıllardan beri ülkede ayrımcı politikaların mağduru olan, eşit haklardan yararlanamayan göçmenlerin durumu konusunda bir değişiklik önerilmiyor.
CDU/CSU-SPD “büyük koalisyon” hükümeti, göçmenlerin yaşadığı ve yıllardan beri karşı karşıya olduğu sorunlar konusunda hiç bir adım atmayacağının işaretini veriyor. Başta ırkçılık ve ayrımcılığın kaldırılması, en azından yerel düzeyde de olsa seçme-seçilme hakkının tanınması, Alman vatandaşlığına geçişlerin önündeki bütün engellerin kaldırılması gibi, göçmenlerin çoğunluk toplumuyla her alanda birlikte yaşamasını engelleyen bariyerlerin kaldırılması konusunda hükümet protokolünde hiç bir madde yer almıyor.
Federal İçişleri Bakanlığının CSU’ya verilerek “İçişleri, Anavatanı Koruma ve İnşaat Bakanlığı”na çevrilmesi, göçmenler ve sığınmacılar üzerinden güvenlikçi politikaların hayata geçirileceğini bugünden gösteriyor.
Yarım asırdan fazla bir süredir Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenler olarak, yeni hükümetten her türden ayrımcılığa karşı etkili mücadele, yoksulluk içerisinde yaşayan, düşük ücretli işlerde çalışan Alman ve göçmen emekçilerin durumunun iyileştirilmesini talep ediyoruz. Ayrıca, savaş sarmalı içine çekilen Türkiye’ye derhal silah ambargosu uygulayarak, girilen savaş ve çatışma üreten politikaların destekçisi olmaktan vazgeçilmelidir.” (YH)

Close