Written by 07:25 HABERLER

Korona ve ‚Sosyal Darwinizm‘

Natascha Strobl

Başlangıçta büyük bir sessizlik vardı. Korona tam da zamanında geldi.

Korona ile büyük sessizlik de geldi. Söz konusu olan bir virüstü. Tıbbi bir kriz yaşıyorduk. Odağı askerler değil, hemşireler, temizlikçiler, perakende satış personeli olan; silahla değil salgınla yaşanan bir savaştan söz ediliyordu.

Ölüm sizi savaş alanında değil, huzurevlerinde ve yoğun bakım ünitelerinde ele geçiriyordu. Aşırı sağın bu durum için hazırladığı bir dili yoktu henüz. Onların hastalığı konu yapması için dışardan yabancılar tarafından getirilmiş olması veya istenmeyen insan grupları için bir metafor olarak kullanılabilmesi gerekiyordu.

Örneğin, uzun süredir Avrupa’da kökü kurutulmuş hastalıklar birdenbire mültecilerle getirilir ve toplumda bu uğursuz insanlar tarafından kanser gibi yaygınlaştırılırsa işe yarardı. Aşırı sağcılar bir hastalığı konu yapıp halkı kışkırtıyorlarsa, söz konusu olan halkın sağlığı değil, o sayede bir grubu düşman göstermek, çoğunluğu ise kuyruğa takmaktı.

Bunun için de komplo teorileri üretilip yayılırdı. Bunları mevcut krizde yaşıyoruz. Yeni değiller, yüzyıllar boyunca ırkçı ve Yahudi karşıtı ajitasyonun bir parçası olarak kullanıldılar. Ancak hastalığın tıbbi yanını dikkate alan bir açıklama da var: Krizle mücadele etmek yerine olağanmış gibi karşılamak, güçlülerin yaşamasını, zayıfların ölmesini teşvik etmek!

Sosyal Darwinizm, bir topluluğun verimsiz veya zayıf üyelerinin koruma hakkına sahip olmadığı hatta aktif olarak yok edilmesi gerektiği fikrini içerir. Darwin’in görüşleri çarpıtılarak sosyal ve politik zorunluluklar şekillendirilir.

Güçsüzlük faşizmde korunmaya değmeyen, aşağılanması gereken bir durumdur. Zayıflık her zaman kişinin kendi sorumluluğunda olan veya genetik olarak belirlenen bir şeydir. Faşist ideolojide açıkça belirli gruplara mal edilebilecek ve bu gruplarla birlikte ortadan kaldırılabilecek özellik olarak kabul edilir. Bu gruplar kronik hastalar, engelli insanlar veya Yahudiler, Sinti-Romanlar gibi etnik gruplardır. Irkçı, Yahudi aleyhtarı, Roman karşıtı, engelli düşmanı politika her zaman insanlığın en güçsüz bölümlerini yok etme arzusuna dayanır.

Kapitalizmin radikal ideologları için yoksullar hor görülecek kesimlerdir. Yoksul olmaları kendi suçlarıdır. Güçlü ve güçsüzün ölçüldüğü terazi insanlık değerleri değil sermayenin çıkarlarıdır. Kapitalist bir devlet sayesinde, bu ekonomik sistemin en zayıf kesimleri, güçlü kesimlerin acı çekmemesi için kandırılmak, kanmıyorlarsa yok edilmek zorundadır.

İşsizler, sosyal yardım alanlar, emekliler yani üretime (siz sermayenin karına anlayın) katkı sunmayıp pahalıya mal olan herkes zayıftır.

İlk adımda, oy hakkı gibi haklarının geri alınması sıklıkla tartışılır. Refah devletinde ve kemer sıkma politikasındaki kesintiler yoksulları daha da yoksullaştırır ve yaşamlarını ölümden beter hale getirir.

Ve neoliberalizm, Sosyal Darwinizm’in bir çeşididir. Kapitalist ideologlar aşırı sağcılara dayanak sağlayarak onları güçlendirmektedirler. Bu düşünceler çok sayıda aşırı sağ dergide yer alıyor ve Koronanın kapitalizmin özgürlüklere saldırmak için uydurulan bir hastalık olduğundan söz ediliyor. Korona bahane edilerek güçsüzlerin güçlü, güçlülerin ise güçsüz hale getirilmeye çalışıldığı fikri yayılıyor. Aşırı sağın propaganda organlarında ölümden korkan insanların onursuzlaştığı her şeye boyun eğdiği örneklenerek güçlülerin ayağa kalkması çağrısı yapılıyor: Eğer ölüm sizi seçtiyse haysiyetli şekilde katlanın ve ölümü bekleyin! Kendinizi korumanıza gerek yok, yakalanırsanız yakalanmışsınız demektir!

Her şey siyah ve beyaz: Güçlüler yaşar, zayıflar ölür! Zaten birkaç ay ya da yıl sonra ölecek yaşlıların, hastalıklıların, engellilerin, üretken olmayanların, bizden başka olanların korunmasına gerek yoktur. Faşist ideolojinin odağında askerlik, kahraman erkeklik durur. Onlar yenilmezdir, güçlüdür!

Bir toplum güçsüzlerin ihtiyaçlarına mı zenginlerin çıkarlarına mı dayanacak? İşte bu sorunun cevabı faşizm ile demokrasi arasındaki farkı gösterir. (Freitag’tan çeviren: Semra Çelik)

SOSYAL DARWİNİZM NEDİR?

Tarihsel olarak, „Sosyal Darwinizm“ terimi ilk olarak 1870’lerin başında kullanıldı. Genellikle Darwin’in evrim teorisinin insan topluluklarına aktarılması olarak tanımlanır. Sosyal Darwinizm’in kurucusu, evrim fikri üzerine kapsamlı sosyal teori, etik ve bilimsel teori kuran İngiliz filozof ve sosyolog Herbert Spencer’dir (1820-1903).

Spencer, „varoluş için mücadele“ ve „en uygun olanın hayatta kalması“ terimlerini ortaya attı, ancak doğaya atıfta bulunmadı, sadece insanlara uyguladı: Spencer’a göre, „en uygun insan“ pazarın gereksinimlerini karşılayan ve toplumsal yaşama en iyi adapte olandı.

Alman biyolog Ernst Haeckel (1834-1919), evrimin yalnızca tercih edilen bir azınlığın var olabileceğini ve her yerde gelişebileceğini öğrettiğini, çoğunluğun ise erken yok olmaya mahkum olduğunu düşünmekteydi.

Ona göre; evrim teorisi, insanlığın “mükemmelliği”ne bağlı olarak elitlerin ortaya çıkması açısından gerekli bir süreçti. Modern toplumlarda insanların „yapay üremesi“ konusundaki düşünceleri nedeniyle (bu konuda yazılmış İnsan Harası gibi kitaplar da vardır), Haeckel, Almanya’da öjeni ve „ırksal hijyen“ in öncüsü olarak kabul edilir.

Nasyonal-sosyalist ideologlar daha sonra onun açıklamalarından alıntılarla ırkın temizliği operasyonlarını gerçekleştirdiler. Hasta ve özürlüler, bozuk ırklardan olanlar kısırlaştırılmalı, yok edilmeli ve değerli yaşamın değersiz yaşamdan ayrılması gerekliydi. Faşizm döneminde bu bir devlet doktrini haline geldi.

Sosyal Darwinizm terimi, bugün mülteciler, evsizler, sosyal yardım alan kişiler veya engelli insanlar gibi grupların “aşağı” ve gereksiz görüldüğünü belirtmek için kullanılıyor. Kar zarar hesabı yapılarak kimin korunması, kimin ölüme terkedilmesi gerektiği tartışılıyor. Alman Anayasayı Koruma Örgütü ırkçılık, anti-Semitizm, milliyetçilik ve demokrasi karşıtlığı yanında sosyal Darwinizm’i de neo-Nazi çevresinin önemli bir ideolojik unsuru olarak görüyor.

Close