YÜCEL ÖZDEMİR
Almanya’daki genel seçimlerden sonra partiler arasında yapılan ilk “sondaj görüşmeleri”nin ardından ilk resmi görüşmelere dün başlandı. SPD, Yeşiller ve FDP arasında başlayan görüşme öncesinde basın da daha çok hangi konular üzerinde uzlaşmanın zor olabileceğini öne çıkarıyor. İklim, vergi, sosyal konular “problemli alanlar” olarak sıralanıyor.
Her üç partinin kolay şekilde üzerinde anlaşacağı konuların başında ise AB ve dış politika sayılıyor. Çünkü her üç parti de Alman sermayesinin çıkarlarını merkeze aldıkları için bu alanlarda ciddi bir sorunun çıkması beklenmiyor.
Zira, seçim kampanyası sırasında, geçtiğimiz dönemde dış politikada hangi hataların yapıldığı ciddi bir şekilde tartışılmadı. Hal böyle olunca partilerin dış politikada neler yapacakları da fazla konuşulmadı. Hem de ortada büyük bir “Afganistan fiyaskosu” olduğu halde… Dahası muhalefet partileri Afganistan konusunda mevcut hükümet partilerini ciddi bir şekilde eleştirmeye yanaşmadı.
Bu tablo Almanya’nın dış politikasının, nasıl bir koalisyon hükümeti kurulacağından bağımsız olarak Angela Merkel dönemindekine benzer şekilde devam edeceğini gösteriyor. Merkel’in izlediği dış politika da özünde, kendisinden önceki Başbakan Gerhard Schröder’den çok farklı değildi. Bu aynı zamanda Almanya’nın dış politika parametrelerinin kısa zamanda değişmesinin mümkün olmadığı anlamına geliyor. Tarz ve üslupta ise, her zaman olduğu gibi, bu politikanın sözcülüğünü yapan başbakan ve dışişleri bakanının kim olacağına bağlı olarak bazı farklılıklar olabilir.
Genel olarak 16 yıllık Angela Merkel dönemindeki dış politikanın kesintisiz olarak Alman sermayesinin çıkarlarını merkeze alan bir yönde ilerlediğini söylemek mümkün.
Sözde sosyal demokrat Eski Başbakan Schröder döneminde Almanya’nın askeri müdahalelere doğrudan katılması konusunda yıkılan tabular, Merkel döneminde de devam etti. Askeri harcamalar sürekli arttırıldı ve bu övünç kaynağı haline getirildi. Dış politikanın militaristleştirilmesi en fazla Merkel döneminde konuşuldu.
Almanya’nın ekonomik açıdan sağladığı ilerlemenin bir benzerinin askeri alanda gerçekleştirilmesi yönünde Merkel döneminde hem düşünsel hem de askeri donanım açısından önemli mesafeler katedildi. AB’nin dış politikasının militaristleştirilmesi, AB ordusunun temeli sayılan PESCO konusunda da ilk ciddi adımlar, bu dönemde atıldı.
Bütün bunlara rağmen, Alman basınının, 16 yıllık dış politika değerlendirmelerinde Merkel’i “köprüler kuran” bir lider olarak öne çıkarıp, övgüler dizmesi dikkat çekiyor. Bütün gerilimlere rağmen rakip emperyalist devletler ve bölgesel güçlerle iplerin koparılmaması “köprü kurma” yeteneğine bağlanıyor. Avro krizi, Ukrayna, Brexit, Akdeniz, Türkiye, transatlantik ilişkiler gibi zor ve karmaşık konularda dengeyi koruyarak ilerlediği ifade ediliyor.
AB içindeki birçok çelişki ve sıkıntıya rağmen Merkel liderliğindeki Almanya’nın İngiltere’yi AB içinde tutamaması aynı zamanda bir başarısızlık olarak sayılabilir. 2015’teki “sığınmacı krizi” sırasında kapıları açmakla birçok AB ülkesini karşısına alan Merkel’in, buna rağmen geri adım atmayarak pek çok kesimden destek gördüğünü de eklememiz gerekiyor.
Gürültü kopararak değil, çoğu zaman sessiz ve soğukkanlılığını kaybetmeden hareket eden Merkel, asıl olarak Alman sermayesinin dünya üzerindeki çıkarlarını korumak için “köprüleri” atmamaya özen gösterdi. Bu çerçevede Ukrayna ve Navalniy olayı nedeniyle bir taraftan Rusya’ya sert eleştiriler yöneltip AB çapında yaptırım kararları aldırırken, diğer taraftan ticari ilişkileri sekteye uğratmadan sürdürmeyi de başardı.
ABD’nin uzun süre karşı çıktığı Kuzey Akımı 2’de geri adım atmayı aklından bile geçirmedi. Ve sonunda tartışmalı doğal gaz boru hattı bitirildi ve bu ayın başından itibaren doğal gaz pompalanmaya başlandı.
Keza Türkiye ile ilişkiler de aynı eksen üzerinde ilerledi: Eleştiri, karşılıklı atışmalar, suçlamalar ve en sonunda el sıkışmalar… Bu sürecin kader anlarında Merkel’in Türkiye’deki rejime kalkan olduğunu da söylememiz gerekiyor. Almanya içinden yükselen sert yaptırım çağrıları sessizce zamana bırakıldı ve sonunda Alman sermayesinin çıkarlarının zarar görmemesine özen gösterildi. Geçtiğimiz yıl başlayan ve bu yıl da devam edeceği anlaşılan Akdeniz’deki gerilim Merkel’in “köprü misyonu”yla yumuşatıldı.
Özetle Merkel, Alman sermayesinin çıkarları için yeri geldiğinde çok pragmatik, yeri geldiğinde “köprü kuran” olmayı, yeri geldiğinde ise, Kanada’daki G7 zirvesinde Trump’a yaptığı gibi, yumruğunu masaya vurmayı bildi.
Bütün bunları elbette sadece Merkel’in kişiliğiyle açıklamak yanlış olur. Alman sermayesinin uzun süredir dile getirdiği dış politikada “Alman yolu”nu izleme bu politikanın özünü oluşturuyor. “Yol”dan kasıt ise duruma göre hareket ederek, esnek davranarak, Alman sermayesinin çıkarlarını korumaktır. Koalisyon hazırlıklarına başlayan partilerin kuracağı hükümet de bu eksende yürümeye devam edecek.
Bu tablodan geriye kalan, savaş ve militarizm karşıtlarının gündeminin önümüzdeki 4 yılda epey yoğun olacağı gerçeğidir.