Bundan tam bir yıl önce 7 Ekim’de Hamas’ın İsrailli sivillere yönelik gerçekleştirdiği ve 1200 insanın hayatını kaybettiği terör saldırısı önce Filistin halkı sonra bölge ve dünya halkları açısından önemli tarihsel dönemeçlerden biri oldu. Saldırıya İsrail devletinin ilk günden bu yana verdiği tepkiye bakılırsa, bunu bir “şans” ya da “Allah’ın lütfu” gördükleri anlaşılıyor.
Terör saldırısından önce onbinlerce genç-yaşlı İsrailli, işbaşındaki gerici-faşist hükümetin Anayasa’da yapmak istediği değişikliklerle yargıyı kendilerine bağlama planlarına karşı sokaklarda gösterilerde bulunurken, terör saldırısı koltuğu sallanan Başbakan Benjamin Natenyahu ve diğerleri için adeta can simidi oldu. Öldürülenlerin intikamını alma adına başlatılan savaş, bugüne kadar sadece Gazze’de 42 binden insanın canına mal oldu. Yüz binlercesi yerinden yurdundan oldu. 2,2 milyon insanın yaşadığı Gazze kitlesel katliamlarla boşaltıldı. Şimdi sıra Lübnan’a gelmiş görünüyor.
7 Ekim saldırısından sonra, gösterilen tepkinin bölgesel bir savaşa dönüşme potansiyeli barındırdığını söyleyenler aradan geçen bir yıl içinde haklı çıktı. Zira, İsrail’in gerici hükümetinin hedefinin bölgesel savaş olduğu az çok kestirilebiliyordu.
“Saldırıya uğrayan kurban” rolüne giren İsrail rejimi, Batılı emperyalist devletlerin tam desteğini almanın koşullarının oluştuğunun farkındaydı. Nitekim öyle de oldu. Bir yıl içinde 42 binden fazla insanı öldüren, bundan sonra da öldürmeye devam edeceğini gizlemeyen bir devletin önüne geçme yerine toz kondurmamaya özen gösterildi. Sürekli İsrail’in kendisini savuna, Yahudilerin güvenliğini sağlama hakkı olduğunun propagandası yapıldı. Filistinlilerin kendi yurtlarında insanca yaşama hakkı geçmişte olduğu gibi 7 Ekim’den sonra da yok sayıldı ve sayılmaya devam ediliyor.
İSRAİL’İN SIRTINI DAYADIĞI İKİ ÜLKE: ABD VE ALMANYA
İsrail’in Ortadoğu’da sırtını dayandığı iki ülkeden geliyor. Bunlardan birisi ABD diğer de Almanya. Yaptığı katliamları da bu iki ülke tarafından verilen silahlarla gerçekleştiriyor. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün verilerine göre İsrail 2019-2023 yılları arasında ihtiyaç duyduğu silahların yüzde 69’unu ABD’den yüzde 30’unu Almanya’dan aldı. 7 Ekim’den sonra Almanya’nın İsrail’e satış onayı verdiği silah satış oranı yüzde 10 attı.
ABD ile İsrail arasında, ABD’nin bölgesel çıkarları temelinde kurulan özel ilişki, her şeye rağmen İsrail’e tam desteği gerektiriyor. Başkan Joe Biden, Arap işbirlikçilerinin gönlünü almak için arada bir İsrail rejimine fazla ileri gitmemesi uyarısında bulunsa da, özünde ileri gitmesini engellemek için hiçbir şeyi yapmıyor.
ALMANYA’NIN SORUNLU İSRAİL POLİTİKASININ AĞIR FATURASI
İsrail’e tarihsel nedenlerle en fazla destek veren Almanya’nın İsrail politikası da bugünkü tablonun oluşmasında büyük payı var. İsrail’in varlığını dış politikasının değişmezlerinin başına koyan Almanya, bu nedenle İsrail’deki gericilerin yaptığı katliamları eleştirmeyi her fırsatta antisemitizm kategorisine dahil etti. Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Başbakan Olas Scholz 7 Ekim’den hemen sonra Tel Aviv’e giderek Almanya adına taziyelerde bulundular. Ve İsrail rejiminin arkasında olduklarını ilan ettiler. Dışişleri Bakanı Baerbock, her fırsatta soluğu Ortadoğu’da alarak İsrail’in bölgedeki ülkelerden izole edilmemesinin çabasını gösterdi. İsrail, artık Ortadoğu’da yer alan bir devlet.
Bu nedenle bundan sonra önemli olan İsrail’in Ortadoğu halklarıyla yan yana, barış içerisinde yaşamasını sağlayacak temelde adımların atılmasıydı. 7 Ekim’den sonra başlayan süreçte birlikte yaşamanın temeline dinamit konuldu. Bunca katliam ve vahşetten sonra bir daha ne zaman ve nasıl barış masasının kurulacağı, barış mesajlarının verileceği belirsiz. Belki yarım, belki de bir yüz yıl sonra…
Bu tablonun başlıca sorumlularından birisi Almanya’nın işbaşındaki hükümetidir. İsrail’in gerici rejimine sınırsız destek yerine sınırları aşması durumunda desteğin kesileceği mesajı verilseydi belki de bugünkü tablo ortaya çıkmayabilirdi. Dahası bu durumda Ortadoğu ve Almanya Yahudiler için çok daha güvenli bir yer olabilirdi. Bu yapılmadığı için dünya Yahudiler için daha güvensiniz hale gelmiştir. İsrail devletinin yaptıklarının faturasını bugün Yahudi inancından insanlar ödüyor.
YAFTALAMA, BÖLME VE DÜŞMANLAŞTIRMAYA KARŞI BİRLİKTE YAŞAM ISRARI
Benzer tablo Almanya içinde geçe geçerli. Güvenlik birimleri 7 Ekim’den sonra Almanya’da antisemitizmin rekor düzeye ulaştığını ifade ediyor. Ancak bunlar içinde ne kadarının gerçekten Sinagoglara, Musevi inancına sahip insanlara yönelik saldırılar olduğu belirsiz. Çünkü, hükümetten başlayarak her alanda İsrail’e yönelik her eleştiri hemen “antisemitizm” olarak damgalanarak yaftalandı. Filistin bayrağının taşınması dahi suç haline getirildi. Keza, Alman vatandaşlığına geçiş kriterlerine “antisemitizm” de eklendi. İsrail rejimini eleştirmemeyi temel ilke haline getiren hükümet, başta Yahudilerin Sesi Derneği olmak üzere Yahudi aydınları ve sanatçıları tarafından Gazze’de yapılan katliamlara gösterdikleri tepkiler de kriminalize edildi, gösteri ve yürüyüşler yasaklandı. Filistin halkıyla dayanışma amacıyla Filistinliler ve diğer Arap ülkelerinden gelen göçmenler tarafından yapılmak istenen pek çok gösteri yasaklandı. En son Frankfurt’ta yapılmak istenen bir gösteri belediye tarafından yasaklanmak istendi. Ancak mahkeme bu başvuruyu kabul etmedi.
Son bir yıl içinde olanlara bakıldığında Alman hükümetinin İsrail’e “sınırsız desteğinin” bölgenin ateş çemberinde dönmesinde payının büyük olduğu görülüyor. Batılı emperyalist devletlerden aldığı tam destek sayesinde İsrail, savaşı bölgeye yaymaya devam edecek. Bunun bölge için felaket olduğu ve olacağı ortada. Ve yerlerinden yurtlarından olan Filistinlilerin, Lübnanlıların tıpkı Afganistanlılar ve Suriyeliler gibi Avrupa’ya doğru yollara düşmesi kaçınılmaz olacak. Bu tablo, Almanya vd batılı emperyalistlerin kendi ülkelerinde temel sorun ilan ettiği ve bütün ekonomik-sosyal sorunların kaynağı ilan ettikleri Avrupa’ya göçün ve sığınmacıların neden arttığını; verdikleri her merminin, bombanın adeta bir bumerang gibi, insan göçü olarak tekrar kendi ülkelerine döndüğünü de açık seçik ortaya koyuyor.
Savaş ve şiddet sarmalının en kısa zamanda son bulması için öncelikle İsrail’in gerici-faşist yönetiminin durdurulması gerekiyor. Bunun yolu özellikle ABD ve Almanya hükümetleri üzerinde yoğun baskının kurulmasından geçiyor. 3 Ekim’de Berlin’de önemli bir barış gösterisi düzenleyen barış hareketine bu konuda da sorumluluk yüklüyor. Çünkü Almanya ve Avrupa’daki hükümetlerin verdikleri destek, Ortadoğu’da savaşı ve yıkımı büyüten temel faktörlerden biridir. Unutulmamalı ki; sıkılan her kurşun sadece bölgede değil Avrupa dahil tüm dünyada farklı uluslar ve inançlar arasında kutuplaşma ve düşmanlığı büyütmekte; tüm ülkelerde emekçilerin sırtındaki yükleri ağırlaştırmaktadır. Bu yüzden Ortadoğu’da adil ve kalıcı barışın sağlanması; bölgedeki tüm halkların eşitlik ve güvenlik içinde yaşayabileceği koşulların yaratılması sadece bölge halklarının değil Avrupa’daki halkların da talebidir. (YH)