Written by 20:30 HABERLER

Otoriter rejimler sarsılıyor ama…

YÜCEL ÖZDEMİR

Türkiye’de 31 Mart’ta yapılan yerel seçimler hem Avrupa basını hem Avrupa hükümetleri hem de Avrupa solu tarafından birkaç gündür adeta mercek altına alınmış durumda. Erdoğan ve partisi AKP’nin neden kaybettiği, muhalefetin iki önemli aktörü CHP ve DEM Parti’nin nasıl başarılı olduğu üzerinde analizler yapılıyor. Özellikle de Türkiye ile yakın ekonomik, diplomatik ilişkilere sahip Almanya’da…

Ülkenin en etkili gazetelerinden Süddeutsche Zeitung’da Raphael Geiger, AKP’nin kalelerinin nasıl düştüğünü “Erdoğan nerede kaybetti?” başlıklı haberinde ayrıntılı olarak ele aldı.

Genel hava ve değerlendirmelerde Erdoğan’ın kaybetmesinin yarattığı iyimser hava hakim. İktidarın kaybetmesinin başlıca nedeninin ekonomideki kötü gidişat olduğu Avrupa’dan da görülebiliyor. Ekonominin kısa sürede düzeleceği, Erdoğan’ın da kaybettiği gücü toparlayabileceğine dair yorum ve değerlendirmeler yok. Bu nedenle olsa gerek “sonun başlangıcı” tanımlaması bolca kullanıldı. Uzun yıllardır Almanya’daki medyanın, demokrat-ilerici partilerin hedefinde olan Erdoğan’ın kaybetmesi, muhalefetin kazanması genel olarak bir umut yaratmış durumda. Dolayısıyla “Başka bir Türkiye mümkün” diyenler yeniden umutlarını yeşertti. Bir otoriter rejimin daha sonunun yaklaştığı üzerinde değişik senaryolar ortaya atılıyor. “Otokratların da yenilebileceği” (Der Spiegel) üzerinde duruluyor.

Elbette her otoriter rejimin bir ömrü var. Kimisinin uzun, kimisinin kısa…

Uzunca bir süredir Türkiye, Macaristan ve Polonya’dan başlayarak birçok ülkede yükselen otoriter rejimler ve liderlere son yıllarda bir de aşırı sağcı, faşist, ırkçı ve göçmen düşmanı partilerin yükselişi eklendi. Hal böyle olunca, ortada hiç de olumlu bir tablo görünmüyordu. Geçen yılın ekim ayında Polonya’da yapılan genel seçimlerde ideolojik olarak AKP’ye çok benzeyen, ancak Erdoğan kadar güçlü bir lideri olmayan Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), sandıktan birinci çıkmasına rağmen koalisyon ortağı bulamadı. 8 yıllık tek parti hükümeti yıkıldı, yerine liberal demokrat Donald Tusk’un başını çektiği bir hükümet kuruldu. Böylece aşırı muhafazakar, kadın hakları düşmanı, sağcı ve yargıyı kendi çıkarlarına göre dizayn etmeye başlayan PiS iktidardan oldu. Başta kadınlar olmak üzere, pek çok kesim PiS’in iktidardan düşmesine sevindi, kutlamalar yaptı.

Türkiye ve Polonya ile aynı otoriter halkada yer alan Macaristan, büyük olasılıkla seçimlerle dengelerin değişebileceği bir sonraki durak olacak. Kilise yurdunda çocuklara yapılan cinsel tacizden ceza alan bir kişinin affedilmesi nedeniyle şubat ayından bu yana on binlerce kişi, aralıklarla da olsa, aşırı sağcı Başbakan Viktor Orban’a karşı şubat ayından bu yana protesto gösterileri düzenliyor.

Alman basınında yer alan haberlere göre Cumhurbaşkanı Katalin Novak, şubat başında 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan yurdun müdür yardımcısını, Adalet Bakanı Judit Varga’nın önerisiyle affetmişti. Bu affa tepki amacıyla sanatçılar ve aydınlar tarafından “Artık yeter” sloganıyla çağrısı yapılan gösterilere on binlerce insan katılmıştı. Cumhurbaşkanı Novak ve Adalet Bakanı Varga tepkileri yatıştırmak için 10 Şubat’ta istifa etmek zorunda kaldı. Bu istifalar yetmeyince Protestan Kilisesinin Başkanı Zoltan Balog da istifa etmişti.

Novak, Varga ve Balog’un en büyük destekçisi ve ülkenin otoriter tek adamı Başbakan Viktor Orban ise sessizliğe bürünerek olayların kapanmasını beklemişti. Ancak, ortaya yeni belge ve bilgiler çıktıkça Orban’a karşı tepkiler geçen hafta yeniden başladı.

Protestoların başını ise Varga’nın eşi Peter Magyar çekiyor. Muhalefet hareketinin liderliğine soyunmuş durumda. Parti kurup seçime girmeyi planlıyor. Eğer Orban engellemezse bir sonraki seçimlerde Erdoğan’ın dostu Orban’ın işi de kolay olmayacak.

Uzun yıllar iktidarda kalanlara karşı tepkilerin değişik biçimlerde ve boyutlarda olduğu bu üç ülkedeki gelişmelerin nereye evrileceğine elbette muhalefetin başını çekenlerin izleyeceği politika önemli olacak. Ancak bir taraftan sağcı muhafazakar liderlerin tahtı sarsılırken diğer taraftan onların da sağında olanlar güç toplamaya başladı. Bunun başlıca nedeni ise elbette otoriter rejimlerden kopan geniş kitleleri çekecek ilerici parti ve örgütlerin zayıflığı. Özellikle Avrupa çağında sosyal demokrat, sol sosyal demokrat partilerin güç kaybetmeye devam ettiği bir süreç yaşanıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde ekonomik-sosyal sorunlar derinleşirken, sınıfsal temelde değil de kimlikler üzerinden ön yargıları körükleyerek, düşmanlıkları büyüterek güç kazanmak isteyenlerin sesi daha fazla duyuldu ve halen de duyulmaya devam ediyor.

Ancak, Polonya ve Türkiye’deki seçimler, doğru ittifaklar kurarak otoriter rejimlerin güç kaybetmesinin mümkün olduğunu gösterdi. Otoriterlerin yerine iktidara gelen ya da gelecek olanlar, eğer geniş emekçi sınıfların ağır sorunlarının hafifletilmesi yönünde adım atıp, güven kazanmaya devam etmezlerse, tıpkı ABD’de olduğu gibi, pusuda bekleyen gerici, otokrat, muhafazakar güçler kaybettikleri iktidarı yeniden almak için bu kez daha güçlü sahneye geri dönebilirler.

Bütün ezilenler, işçi sınıfı öncülüğünde kimlikler değil sınıfsal temelde bir araya gelip iktidara gelmediği sürece bu döngü bir tahterevalli misali hep bir aşağı, bir yukarı gidip gelecek.

Close