Written by 10:47 ÇALIŞMA YAŞAMI

Sağlık araştırması: İşsizlik ölüm riskini iki kat arttırıyor

27 milyon işçinin verileri üzerinden yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre yoksulluk, işsizlik ve yetersiz eğitim, hastalık ve ölüm riskini büyük oranda etkiliyor. En düşük gelir seviyesine sahip erkeklerin beşte birinin ölüm oranı ile en yüksek gelir seviyesine sahip erkeklerin beşte birinin ölüm oranı arasında yüzde 150 düzeyinde fark var.

SEVİNÇ SÖNMEZ

Düşük sosyal statü hasta ediyor. Araştırmalara göre, sağlık durumu söz konusu olduğunda ilk sırada ne yüksek tansiyon ne kollesterin ne de kanser ifade ediliyor. Almanya’da insanların sağlığını en fazla bozan faktörler olarak daha çok yoksulluk, işsizlik ve yetersiz eğitim öne çıkıyor.

Rostock’ta bulunan Max-Planck Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün somut verileri, bireyin ait olduğu sosyal tabaka ile sağlık durumu arasındaki bağlantıyı çarpıcı biçimde gözler önüne seriyor. ,

Pavel Grigoriev ve ekibi, araştırma kapsamında emekli kasasında bulunan 30-59 yaş arası 27 milyon işçinin verilerini değerlendirerek, 8 Ekim’de British Medical Journal dergisinde işsizliğin ölüm riskini iki kat arttırdığına dikkat çekti. Grigoriev’in açıklamalarına göre, eğitim seviyesinin düşük olması erkeklerin sağlık durumunu fazla etkilemezken, erkeklerde eğitimsizlikten ötürü ölüm riski ‘sadece’ yüzde 30 oranında artmakta. Yaşanılan bölgenin ise ölüm riskine etkisi daha az. Diğer yandan Doğu Almanya’da ölüm riski daha yüksek. Fakat bunun nedeni burada daha fazla insanın işsiz ve düşük eğitim ve gelir seviyesine sahip olmasından kaynaklanıyor.

YAŞAM SÜRESİNİ GELİR DÜZEYİ BELİRLİYOR

Sosyo-ekonomik statünün hayatta kalma şansını ne denli etkilediğini, en mağdur grubu oluşturan doğudaki erkeklerde görmek mümkün: Burada yaşayan erkeklerin yüzde 14’ü en alt gelir ve eğitim seviyesine sahip ve böylelikle en yüksek statüye sahip kesime oranla sekiz kat daha fazla ölüm riski taşıyor.

Ölüm riski kavramı uzman olmayanlar için karmaşık bir kavram, sonuçta tüm insanlar bu riskle karşı karşıya ve bir gün ölecekler. Ancak toplumbilimciler için bu kavram belirli bir zaman dilimi içerisinde ölme ihtimalini tanımlıyor. Yaşam beklentisi üzerine elde edilen veriler ise daha somut. 2015 yılında yapılan bir araştırma Almanya’da yaşayan 40 yaşındaki erkeklerin yaşam beklentisinin gelir düzeyi baz alındığında beş yıl dan fazla fark gösterdiğini ortaya çıkardı. İşsizler ile süresiz iş anlaşması olan ya da serbest meslek sahibi olanlar kıyaslandığında bu fark on yıldan daha fazla. Meslek branşları baz alındığında ise yaşam beklentisi çalışılan alana göre 15 yılın üzerinde fark gösteriyor. Kadınlarda oran ve farklar bu kadar yüksek değil.

Araştırmayı yapan Max- Plank uzmanları, Almanya’da özellikle sosyo-ekonomik statü ve ölüm arasındaki bağlantı üzerine verilere ulaşmanın zor olduğunu belirtiyorlar. Pavel Grigoriev bunun nedeninin veri koruma yasasının (Datenschutz) özellikle resmi veriler üzerine çok titiz uygulanmasından kaynaklandığını söylüyor. Muhtemelen bu durum bazı politik kesimlerin de işine geliyor. Oysa hükümetler tarafından alınan tüm sosyo-politik karalar doğrudan insan sağlığını ve hastalıkları etkiliyor. Çalışma koşulları, eğitimde şans eşitliği gibi, sosyal güvence, gelir ve vergi düzeyi de insanların yaşam beklentisinin oranını tayin ediyor.

SAĞLIK SİGORTA SİSTEMİNİN GELECEĞİ

Bu araştırmadan hemen bir gün sonra, Bertelsmann Vakfı tarafından, yasal sağlık sigortalarının (GKV- Gesetzliche Krankenversicherung) geleceği üzerine bir başka araştırmanın sonuçları yayımlandı. Vakıf yaptığı araştırmada yasal sağlık sigortalarının açığında önümüzdeki yirmi yil içerisinde büyük artış olacağı yönünde kehanetlerde bulunuyor. Bu gidişata çözüm olarak da “masrafların azaltılmasını” ve artık “eskimiş olan sağlık sisteminin değiştirilmesini” öneriyor. Üstü kapalı ifade edilen bu öneriler sağlık alanında işçi sınıfının bedellerini ödeyeceği tasarruf önlemlerinden başka bir anlam ifade etmiyor.

Araştırmayı yapan Dr. Richard Ochmann ve Dr. Martin Albrecht GKV’ların geçtiğimiz son on yılda yüksek bir artı gelir bilançosu elde ettiklerini, tarihi ortalamanın çok üzerinde (yaklaşık 20 milyar Euro) bir finans rezervleri olduğunu ve bu rezervlerden oluşturulan sağlık fonunda da bir servetin (yaklaşık 10 milyar) bulunduğunu belirtiyorlar. Ancak 50 li ve 60 lı yıllarda doğum oranı yüksek olan sigortalıların emeklilik yaşına gelmesi ve ödenen aidatların düşmesiyle 2040 yılında GKV’larda 50 milyarlık bir açığın gündeme geleceğini belirtiyorlar ve bunun da sigortalılar için daha yüksek aidat anlamına geleceği uyarısı yapıyorlar. Bu açığı kapatmak için ise; şu an yüzde 14,6 olan sigorta aidatlarını aşamalı olarak 2040 yılına kadar yüzde16,9’a çekmek gerektiği ya da aidatlar yüzde 15’in altında tutulmak isteniyorsa GKV’lara şu an yapılan 14,5 milyar oranında yapılan devlet sübvansiyonlarının 2040 yılına dek 70 milyar Euro’ya çıkarılmasını öneriyorlar. Ancak araştırmacılar iki öneriyi de tavsiye etmiyorlar. Aslında Bertelsmann vakfı aidatların arttırılmasına yani kapitalist krizin bedellerinin işçilerin sırtına yüklenmesine genel olarak karşı olan bir kurum değil, aksine senenin başında bakım sigortası aidatlarının yüzde 1,20 oranında yükseltilmesini önermişti. Ancak araştırmada, büyük bir tepkiyle karşılaşmaktan korktuğu için aidatların yükseltilmesini tavsiye etmiyor.

Devlet sübvansiyonlarına gelince, bu aralar sosyal alanlarda kısıtlamalara giderek silahlanma ve orduya büyük bir bütçe ayıran hükümet politikalarına ters düşmek istemiyorlar. Bunun yerine hasta bakım alanlarının dönüştürülmesini, yani özünde hastanelerde personelin azaltılması ve kısıtlamalara gidilmesini öneriyorlar. Bertelsmann vakfının program müdürü Uwe Schwenk, masrafların azaltılması ve tasarruf konusunda temel olarak Agenda 2010 döneminde olduğu gibi öncelikli olarak sigortalıların haklarından ya da aidatlarından değil de verimlik rezervlerinden ve bakım alanlarından yararlanılmasını salık veriyor.

Bertelsman, güncel araştırmasında da çalışma koşulları ve ücretlerin değişkenliğinin yanında sağlık hizmetlerinin maliyetini arttıran pazar fiyatlarını da baz alarak hastanelerin ekonomilerini etkileyen faktörlerin politik hamlelerle direk yönlendirilemeyeceğinden yola çıkıyor. Böylece son yirmi yılda katılımcı sosyal sistemi yerle bir ederek en kazançlı alanlarını özel sermayaye peşkeş çeken bir politikayı dayatıyor. Bu arada sağlık sektörü artık sadece ilaç endüstrisinin değil, özel hastanelerin, huzur evlerinin ve borsa aksiyonerlerinin karlarına kar kattığı ve milyarların döndüğü bir piyasa. Ancak Bertelsmann vaktının araştırmasında bunlardan hiç söz edilmiyor.

Bertelsmann vakfının kendisi de zaten bu Bonanza dizisini andıran serüvenin içinde yer alıyor. Vakfın sahibi olan Bertelsmann şirketinin merkezinde ise dünyanın en zengin kadınlarından olan Liz Mohn bulunuyor. Kendisi Angela Merkel’in (CDU) ve Springer patroniçesi Friede Springer’in yakın arkadaşı. Ailesinin ise özel hastanelerle iyi bir bağı var. Liz Mohn’un kızı Brigitte Mohn, 54 hastane, 35 tıbbi bakım merkezi işleten ve daha 2009 yılında 2,32 milyarlık ciro yapmış, borsada kayıtlı bir işletme birliği olan Röhn – Klinikum AG’ nin denetleme kurulunda yer alıyor. Bertelsmann şirketi bunların yanında bir de kendine ait bir sağlık sigortası (BKK- Bertelsmann) işletiyor ve bu yüzden de hastane masraflarının düşürülmesinde özel bir çaba harcıyor.

Eskimiş sağlık sisteminin değiştirilmesini” ve “bakım masraflarının düşürülmesini” talep eden bu sermayedarların hedef aldığı insanlar ise: 971,00 Euro’nun altında gelirle yaşamaya çalışan ve yüzde 15,6’sı yoksul olan emekliler; Doğu Almanya’da ücretsiz çocuk bakımını üstlenmiş olan öncelikle kadınlar; Almanya genelinde uzun süre işsiz kalmış olan işsizler; bugün 13,00 Euro’nun altında saat ücretine çalışan ve yaşlılıkta yoksulluk riski taşıyan herkes!

Almanya’ da sosyal sistem düzenlemesinin kaldırılması ve özelleştirilmesine Gerhard Schröder (SPD) ve Joschka Fischer (Yeşiller) koalisyonu döneminde başlandı. Bertelsmann Vakfı, başından itibaren Agenda 2010 ve Hartz IV yasalarının danışmanlığını yaptı. Kurulduğu 1977 yıllarında sosyal pazar ekonomisini yücelten vakıf, 90’lı yıllardan sonra neoliberal dönüşümün ideolojik kılavuzu oldu.

Dolayısıyla bu araştırma da halk için insani ve etik bir sağlık sisteminin güvenceye alınmasından çok sanki gayet doğalmış gibi tüm hastane ve bakım merkezlerinin masraflarını karşılayacak şekilde çalışmalarını şart koşuyor. Bu da hastanelerin zorunlu olarak bazı hastaları geri çevirmelerini ya da gerekli ameliyatları pahalı olduğu için yapmamalarını, iş işten geçene kadar beklemelerini beraberinde getiriyor.

Close