Written by 15:00 POLITIKA

Silahlanma seferberliği ve psikolojik savaş

Ukrayna savaşının en çok etkilediği ülkelerden biri olan Almanya’da hükümetin, küresel rekabet ve hegemonya mücadelesinde tutunabilmek için adeta seferberlik ilan ettiği konulardan biri de askeri gücünü hızla yükseltebilmek. Daha önce oluşturulan 100 milyarlık ek özel fonun ardından 500 milyarlık yeni bir fon planlanması ve 2025 yılında 86 milyar olan savunma bütçesinin de 2026 için 108,2 milyar euroya çıkarılacak olması gibi adımlar da bu seferberliğin göstergesi. Ayrıca önceki hükümetin düşmesine neden olan borç freninin uygulamasına son verilerek, yeni ve daha fazla askeri harcama için gereken kaynak aktarımının önü yasal olarak açılmış bulunuyor. Yine gençler için zorunlu askerliğin önünü açan yasal düzenlemelerin kabul edilmesi de bu hazırlık sürecinin bir başka parçası oldu.

SİLAHLANMA POLİTİKASININ BİR PARÇASI DA ‘PSİKOLOJİK SAVAŞ’

Askeri gücünü hızla ve kapsamlı bir biçimde büyütme seferberliğine girişen iktidarın, bu mali hazırlıklar dışında hız verdiği bir başka konu ise, söz konusu silahlanma seferberliğine geniş halk kesimleri nezdinde meşruiyet kazandırmak için, adeta bir psikolojik savaşa dönüşen siyasi propaganda kampanyası yürütüyor olması.

Ukrayna savaşı başladığından itibaren giderek artan oranda ve sistematik bir biçimde yürütülen bu propaganda kampanyası çerçevesinde, halkı korku ve paniğe sürüklemek ve hükümetin savunma-silahlanma-savaş hazırlığı politikalarına itirazları önlemek için; “ülkenin büyük ve acil bir tehdit altında olduğu, Rusların her an saldırıya girişebileceği, yıllardır ‘barışçıl politikalar izlendiği için’ ülke savunmasının ihmal edildiği ve ordunun, derhal telafi edilmesi gereken çok önemli eksiklikleri bulunduğu” gibi yoğun bir propaganda kampanyası yürütülüyor. Ne yazık ki bu kampanya hükümetin istediği yönde sonuçlar veriyor ve hatırı sayılır bir kesim (farklı kamuoyu yoklamalarına göre yaklaşık üçte iki çoğunluk), hükümetin silahlanma seferberliğini ‘gerekli ve doğru’ görebiliyor.

Tabii bu algı durup dururken oluşmuyor; medya ve siyaset dünyası, bu silahlanma ve savaş hazırlığı politikasını meşru ve gerekli göstermek için her fırsatı değerlendiriyor ve neredeyse her gün panik butonuna basarak, halktaki tedirginliği taze tutmaya çalışıyor.

Birçok kentte askeri tatbikatların sıradanlaşması, ‘kaynağı belirsiz’ drohnelerin ülkede cirit attığı haberleri, gençler arasında ordunun ve askerliğin özendirilmesi için kampanyalar sürdürülmesi, hemen her kentte daha sık sivil savunma sirenleri çalınmaya başlaması, ülke çıkarları ve savunması adına milliyetçi söylemlerin yaygınlaştırılması gibi çok yönlü ama ortak hedefi halkı savaş politikasına kazanmak olan yoğun bir psikolojik savaşa tanık oluyoruz.

SİVİL SAVUNMA KURUMU’NDAN SİVİL PANİK PROPGANDASI

Federal Sivil Koruma ve Afet Yardımı Dairesinin (BBK) yayınladığı son rapor da, bu çabanın bir örneği oldu. Kurum, resim ve grafiklerle desteklenerek sunulan bilgilendirme broşürü yayınlayarak, tüm halkı en az 10 gün yetecek yiyecek-içecek stoklamaya, siber saldırılara karşı nakit para hazır tutmaya, elektrik-telefon kesintilerine karşı hazırlıklı olmaya, sığınak vb. güvenli yerler için plan oluşturmaya vb. çağırıyor. Sivil savunma gibi hassas bir konuda halkın referans alabileceği önemli bir resmi ağızdan korku ve panik propagandası yapılıyor. Hazırlanan broşürün sunu bölümünde raporun gerekçesi şu sözlerle ifade ediliyor: “Siber saldırılar, dezenformasyon veya sabotajlar altyapıyı, kamuoyunu ve sosyal uyumu hedef alıyor. Savaş bile artık birkaç yıl öncesine kadar olmadığı kadar olası görünüyor. Bir şey olursa, hazırlıklı olmak iyidir. Bu broşür tam da bunu yapmanıza yardımcı olacak ve aşırı durumlarla mümkün olduğunca güvenli bir şekilde nasıl başa çıkacağınızı gösterecektir.”

KORKU İKLİMİYLE HALK ÇARESİZLEŞTİRİLMEK İSTENİYOR

Halk arasında ciddi ve sıradışı bir tehdit algısı yaratmaya yönelik tüm bu propagandalar, sadece hükümetin askeri giderler için ayıracağı devasa bütçeleri meşrulaştırma hedefiyle sınırlı değil kuşkusuz. Yaratılmak istenen korku iklimi ve sıradışı durum algısıyla, “Olağandışı koşullar içindeyiz; bu yüzden de vatandaşlar olarak her konuda ve her alanda sıradışı politikalara, kararlara, uygulamalara da hazır olun. Çünkü ülkenin güvenliği, çıkarları ve dolayısıyla sizin geleceğiniz söz konusu!” fikri empoze edilmek isteniyor. Hal böyle olunca, mesela demokratik tepki, eleştiri hakkınızı da eskisi gibi gösteremeyecek veya toplu sözleşme masasında işvereninizin sıfır zam dayamasına sessiz kalmanız talep edilebilecek! Ya da gerektiği gibi işlemeyen ulaşım, sağlık, eğitim, barınma hizmetlerindeki yetersizliklerden, bu alanlara gereken kaynakların ayrılmıyor oluşundan şikayet etmenizin de önü kesilecek.

Yani halkın çaresizleştirilmesi ve her türlü olağan dışı uygulamaya ‘zorunlu ve öncelikli’ olduğu için rıza göstermesi hedefleniyor. Korona pandemisi döneminde olduğu gibi örneğin!

Ama yanıt aranması ve sorgulanması gereken pek çok soru ve çelişki var. Örneğin daha birkaç yıl öncesine kadar çok da dostane ve ‘milli çıkarlar gereği’ petrol, gaz ticareti yapılan Rusya nasıl düşman ve tehdit haline geliverdi? Savaş tehdidi nedeniyle işçilerin ve halkın çoğunluğunun çalışma ve yaşama koşulları kötüleşir ve onlardan daha fazla fedakarlık istenirken, yine aynı koşullara rağmen, çok küçük bir azınlık olan dev şirketler ve büyük sermaye kesimi neden ve nasıl olup da zenginliğine zenginlik katmaktalar? Bir yandan artan savaş ve saldırı tehdidinden şikayet edilirken, neden Ukrayna ve diğer çatışma bölgelerinde ateşkes ve barış sürecini desteklemek yerine çatışma ve gerilimi daha da tırmandıracak bir dış politika izleniyor?

Korku ve paniği büyüterek halkı ikna etme çabası eşliğinde yürütülen tüm bu hazırlıklar, bir ülke savunmasından öte, dünya genelinde sertleşen paylaşım ve hegemonya mücadelesinde geri düşmeme ve rakipler karşısında caydırıcı bir üstünlük sağlama hedefini içeriyor. Bunu başarabilmesi için devasa bütçelere, sıradışı yasa ve uygulamalara ihtiyacı olan hükümet, bir yandan da halkın çalışma ve yaşam koşullarını daha da zorlaştıracak devasa ekonomik-sosyal hak kısıtlamalarını gündeme getiriyor. Böylece, hegemonya savaşı için yapılan hazırlıkların ve bu eksende yenilenen dış politikanın ülke içindeki faturası geniş işçi ve emekçilere çıkarılmak isteniyor. Ve geniş halk kesimlerini buna razı edebilmek, itirazları sınırlamak için de ‘güvenlik sopası’ kullanılarak bir korku iklimi yaratmaya ihtiyaç duyuluyor.

Uluslararası gelişmelerin de etkisiyle belli ölçülerde etkili olan bu iklim, hükümet açısından da kolay ve zahmetsiz bir süreç olmayacak. Çünkü bu süreç, başta emekçiler olmak üzere, yeni ve daha kapsamlı fedakarlıklar istenen geniş halk kesimleri açısından kendi geleceği ve hakları ile, ülke güvenliği ve çıkarları arasındaki ilişkinin de sorgulanacağı çelişkili bir süreç olacak.

 

Close