Written by 16:23 HABERLER

Sosyal demokratların ‚harakiri‘ günü

YÜCEL ÖZDEMİR

Japonca’dan dünya dillerine geçen “harakiri” aslında “seppuku”dan geliyor. Her ikisi de aynı anlama gelmekle birlikte “seppuku” resmi literatürde, “harakiri” halk dilinde kullanılıyormuş. “Hara” karın, “kiri” de kesme demekmiş.
İlginç olanı ise “harakiri”, nedenleri bakımından farklı isimler de alıyor. Örneğin karnı açmak “Kappuku”,  doğramak “Tofuku”, bir kararı protesto etmek için harakiri yapmak ise “İsame Fuku” imiş. Liderini takip ederek harakiri yapmak ise “Junshi” demekmiş. Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) için “harakiri” metaforunu ararken, bunların yaptığının tam da “Junshi” olduğunu böylece öğrenmiş oldum. Hem de Japonya’da harakiri, resmi olarak, SPD’nin kurulduğu yıllarda, yani 1868’de yasaklandığı halde…
Eğer gençlik örgütünün isyanı sonuç vermezse, SPD önümüzdeki pazar günü Bonn’da düzenleyeceği olağanüstü kongrede, bir dönem daha Merkel’in liderliğinde büyük koalisyon hükümetinin küçük ortağı olmaya onay verecek.
Soğuk Savaş yıllarının başkenti Bonn 1959’da, SPD’nin sosyalist değerlerden tamamen arındığı, söylem düzeyinde de sosyalizmden vazgeçtiği “Godersberg Programı” olarak bilinen parti programının onaylandığı olağanüstü kongreye de ev sahipliği yapmıştı.
Pazar günü Bonn’da alınacak karar, bundan 59 yıl önce alınan karar kadar önemli olacak. Daha doğrusu hükümete katılma yönünde karar çıkması durumunda, 59 yıl önce girilen yolun sununa gelindiğini anlamına gelecek. Dolayısıyla süreç bundan sonra sadece SPD için değil, Almanya, Avrupa ve dünya için önem arz ediyor.
Bunun farkında olan Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Bild gazetesine verdiği demeçte, “Bu pazar sadece Avrupa’nın değil, dünyanın gözü Bonn’da olacak. Bunu abartmadan söylüyorum” diyordu.
Neden?
Çünkü; kongreden çıkacak karar, sadece III. Merkel Dönemi’nin başlayıp başlamamasıyla ilgili olmayacak, asıl olarak SPD’nin bundan sonra Alman siyasetindeki yerini koruyup korumayacağı açısından belirleyici olacak. Merkel’in başını çektiği Hıristiyan Demokrat bloku ile SPD arasında 7-12 Ocak tarihleri arasında yapılan görüşmelerin ardından üzerinde uzlaşmaya varılan koalisyon programı, hiçbir şekilde halkın, emekçilerin ve gençliğin taleplerini karşılamıyor. SPD’nin, yıpranan imajını düzeltmek, kaybettiği güveni kazanmak için genel seçimlerden önce yüksek sesle sıraladığı kimi sosyal vaatleri koalisyon programında yer almazken, asıl olarak aşırı-muhafazakar, sağcı Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partisinin sığınmacılar ve göçmenler konusundaki talepleri olduğu gibi kabul edildi.
Bu programla bir dört yıl daha Merkel’in başbakanlığında kurulacak büyük koalisyon ortaklığının SPD’ye oy kaybettireceğini bugünden görmek için siyaset bilimci olmaya gerek yok. Zaten son genel seçimlerde yüzde 20.5 gibi tarihi dip nokta sayılan oranda oy alınmıştı. Bu nedenle bir sonraki seçimlerde daha fazla oy kaybına uğramamak için muhalefet yapma kararı alınmıştı. Bu gidişle SPD’nin geleceğinin Fransız Sosyalist Partisi (Yüzde 6.4) ya da Hollanda İşçi Partisi (Yüzde 5.7) gibi olacağı kuvvetle muhtemel.
Başını partinin gençlik örgütü Genç Sosyalistlerin çektiği grup sonun böyle olmaması için bir kez daha “büyük koalisyon”un küçük ortağı olmaya karşı direniyor. Bazı eyalet örgütleri de bu yönde karar aldı. Ama parti yönetimi, çocuk kandırır gibi koalisyon programında kimi sosyal taleplerin olduğunu ileri sürerek delegeleri inandırmaya çalışıyor. Öyle görünüyor ki, SPD yönetimi parti tabanından çok Alman sermayesinin “istikrar” çağrılarına kulak veriyor. İçeride ve dışarıda ortak bir bir politika izlenmesinden yana. Geri adım atma niyetinde değil.
Bu politik çizgiden halk için, emekçiler lehine olumlu adımlar atmasını beklemek boş bir hayaldir. Alman işçi sınıfının, devrimci hareketin köklü partisinin ipi aslında, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Alman burjuvazisine tam destek verilmekle çekilmişti.
Başa dönecek olursak, SPD harakirinin “Junshi” haline yapmaya hazırlanırken izlediği lider ne Martin Schulz ne Sigmar Gabriel ne de Frank Walter Steinmeier. Bu lider işçi sınıfının temel kazanımlarına pervasızca el uzatan, sermayenin çıkarları için partiyi batırmak için gözünü karartan, neoliberalizmin amansız uygulayıcısı Gerhard Schröder’den başkası değildir.
Kendisi görevlerini bırakıp Alman ve Rus tekellerinde görev alırken, gölgesi durumundaki Schulz, Gabriel ve Steinmeier, aynı çizgiyi sürdürüyor. Parti ise can çekişiyor.
İşçi sınıfı ve sendikalar üzerinde hakimiyet kuran SPD’nin harakiri yapması kötü mü? Aslında değil. Çünkü Alman işçi sınıfının sırtında bir kambur gibi duran SPD’nin tarih sahnesinden silinmesi, aynı zamanda kısa zamanda neoliberal politikalara karşı yeni seçeneklerin ortaya çıkmasına kapı aralayacak.

Close