Written by 10:23 HABERLER

‚Temel sorun servetin eşitsiz dağılımı‘

Yoksulluk araştırmacısı siyaset bilimcisi Christoph Butterwegge, koronanın yanan bir büyüteç gibi çalıştığını söylüyor. Eşitsizliğin gerçek virüsü ise neoliberalizm. TAZ gazetesinde Pascal Beucker tarafından yapılan röportajı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.

Sayın Butterwegge, Federal Almanya’yı ikinci bir korona dalgası sardı. Bunun sosyal sonuçları ne olacaktır?
Bizi ne kadar derinden etkileyeceğine bağlı bu durum. Toplumsal yaşamın ne kadar aşağıya çekileceğine bağlı. Her halükarda ilk dalgada yaşanan tecrübeler, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin daha da artacağına işaret ediyor.

Bunu neye bağlıyorsunuz?

Karantina koşullarındaki eşitsizlikler ve ekonomik çöküntünün sertleşmesi kendisini üç alanda gösteriyor. İlk önce sağlık alanında enfeksiyonun kendisiyle. Gerçi virüsün karşısında gelirlerinden ve bağışıklık sistemlerinden bağımsız olarak bütün insanlar eşittir ancak burada neden-sonuç ilişkisi vardır. Yoksul olanlar enfeksiyon riskine daha fazla maruz kalmaktadır. Çünkü yoksulların çalışma ve oturma koşulları genelde kötüdür. Ayrıca yoksullar sosyal koşullardan kaynaklanan başka hastalıklara sahiptir ve bütün bunlar Covid-19’a yakalanma riskini yükseltmektedir. Buna psikolojik yükler eklenmektedir. Evi geniş olan bir kimse karantinayı, bütün aile üyelerinin bir odayı paylaştıkları koşullara göre daha rahat atlatmaktadır.

İkinci alan?

Bu ekonomiktir. Enfeksiyonu önlemede ciddi önlemler alınmalıdır, ancak bu önlemler ekonomide halkın her kesimini aynı şekilde etkilemeyen hasarlara yol açmaktadır. Korona krizi bazı insanları daha zengin yaparken bir çok insanı fakirleştirdi. Gelirlerin yok olması, işyerlerinin kapanması, kısa çalışma ve işyerlerinin kaybedilmesiyle birlikte sosyal bir kutuplaşma yaşandı. İnternet üzerinden ticaret yapanlar, bazı lojistik firmalar ve sipariş üzerine alışveriş yapanlar kriz döneminde gelir kaybı yaşamadıkları gibi kârlarını artırdı. Bahar ayındaki pandemi dalgasının ikinci aşamasında Almanya’da insanların büyük çoğunluğunun maddi olarak yaşamlarını finanse edemediklerine şahit olduk. Çünkü bu insanların geliri, bir kaç hafta içinde azalmıştı. Orta sınıfın önemli bir kesiminin de köşede biriktirdiklerinin yetmediğine şahit olduk. Sonuçta söz konusu olan gelirler değil servetlerdir. Servetlerin dağılımı eşitsizdir ve 45 süper zengin ailenin elindedir. Onların serveti, halkın yoksul kesimlerinin sahip olduklarından daha fazladır. Nüfusun üçte birinin önemli bir serveti yoktur. Bu nedenle bu kesim işten çıkarma, ciddi bir hastalık ya da yeni bir pandemi dalgası ve kısıtlamalar ile birlikte hızla yoksullaşmaktadır.

Ancak federal hükümet ve eyalet yönetimleri milyarlık yardım programları hazırlamadılar mı?

Bununla üçüncü alana geliyoruz. Devletin yardım paketlerini ve destek programlarını önemsizleştirmek düşüncesinde değilim. Bunların bir çoğu zorunluydu. Ancak göze batan ve eleştirilmeyi hakkeden nokta, bu yardımların dağıtımındaki eşitsizlikti. Büyük işyerlerinin lehine bir dağıtım yapıldı.

Somut bir örnek verebilir misiniz?

Örneğin BMW’yi ele alalım. Kitlesel işten çıkarmaları önlediği için kısa çalışma parasının ödenmesini savunanlardanım. Ancak Federal Çalışma Kurumu’nun ödediği kısa çalışma parasıyla BMW’nin ödemesi gereken ücret yan giderlerinin karşılanmasını skandal olarak niteliyorum. Halbuki, bu, BMW hissedarlarının sahip olduğu 1,64 milyar eurodan ödenebilirdi. Ödenen kısa çalışma paralarıyla ülkemizin en zengin iki kardeşi olan Susanne Klatten ve Stefan Quandt, 750 milyon euroyu ceplerine aktarmıştır. Danimarka ve Fransa’da işyerlerine ekstra kâr yapmadıkları sürece devlet desteği sunulmaktadır. Aynı durumun Almanya için de olmasını isterim. Diğer taraftan en fazla yardım paketlerine ihtiyaç duyanlar çok az düşünüldü. Devletin yardım paketleri ve desteği sosyal statüye göre belirlendi.

Vurgulamam gerekir ki, parlamento iki tür sosyal yardım paketi verilmesini kararlaştırdı. Bunlara acil olarak ihtiyaç vardı. Burada örneğin Hartz 4 yardımına başvuran tek kişiler ve küçük işyerleri düşünüldü. Jobcenter onları sene sonuna kadar servetleri, evlerin büyüklüğü ve kira artışı gözetilmeden bir denetime tabi tutuyor. Ancak buradaki yardım sınırlıdır. Bu yardıma başvuran herkes bürokratik engelleri alt etmekle yükümlüdür ve uzun vadede bu böyle kalacaktır. Pandemiden en çok etkilenen kesimler çok az gözetilmiştir. Evsizler, mülteciler, geçici oturum hakkına sahip olan göçmenler, engelli ve bakıma ihtiyaç duyan insanlar, uyuşturucu bağımlıları, fuhuş yapanlar, işsizler, az kazananlar, düşük emekli maaşı alanlar, sosyal yardıma ihtiyaç duyanlar hiç bir şekilde krizden fayda sağlayanlar grubuna ait değildir.

Sizce nasıl yardım edilmeliydi?

Örneğin çocuklarını tek başına yetiştiren ve Hartz 4 alan ailelere bakalım. Onların en büyük sorunu okulların ve anaokullarının kapatılmasıyla yoksul çocukların ücretsiz öğle yemeğini alamaması olmuştu. Burada devlet direkt ve hızlı bir şekilde yardım edebilirdi. Neden bu ailelere bahar ayında yiyecek, dezenfeksiyon maddeleri ve maske için 100 euro daha fazla para verilmedi? Tabi bu arada işsizlik parasına ve sosyal yardıma hesaplanmayan 300 euro ‚Çocuk Parası‘ verildi. Bu, durumdan etkilenenlere yardımcı oldu. Ancak, devletin iki ödemede verdiği bu para geç geldi. Ayrıca sürekli kılınan bir yardım değildi. Bana bu girişim, devleti düzenli yardımlardan kurtaran sadaka gibi geldi. Orta halli ve iyi gelirli ailelerin de aynı yardımdan –vergi denkleştirmesinde bildirmek zorunda olmalarına rağmen- faydalanması eleştirilecek bir konudur.

Sadece güncel korona krizinden dolayı değil genel olarak yeni yayınlanan kitabınız “Kapitalist ekonomik ve toplumsal sistem”de bunun temelinden değişmesini talep ediyorsunuz. Bu, toplumsal gerçeklere oldukça uzak değil mi?

Almanya’nın büyüyen sosyo-ekonomik eşitsizlikleriyle sınıflı bir toplum olduğunu ve onun esas temelinde süregelen çıkar çatışmasını emek ile sermayenin oluşturduğunu görmek için Marksist olmak gerekmiyor. Her kim, yoksulluğa karşı mücadele etmek istiyorsa özel mülkiyete dokunmalıdır. Pandeminin ortaya çıkardığı olağanüstü koşullarda bir çok insan dayanışmanın değerini bir kez daha anladı. Pazara odaklanmanın ve bu durumda rekabet etmenin bir işe yaramadığını gördü. Ayrıca sağlık alanındaki özelleştirmeler başta olmak üzere pazar kaygıları, finansman meseleleri ve özelleştirmenin sonuçları da görüldü.

Neoliberal politikalara karşı şüphecilik eleştirel bir toplumsal bilincin esas koşuludur. Aynı şekilde sistemi sağlamlaştırmakla övülen mesleklerin hiç de iyi ödenmediğini görmek başka bir olumluluktur. Ücretlerin iyice yükseltilmesi, asgari ücretin en az 12 euroya çıkartılması, dayanışmacı bir vatandaş sigortasının oluşturulması ya da vergilendirme politikalarının değiştirilmesi gibi bir çok şeyle yoksul ile zengin arasındaki uçurumun derinleşmesi önlenebilir.

Almanya’da yoksulluk üzerine en fazla araştırma yapan bir bilim insanısınız. Onlarca yıldan beri varolan yoksulluğu analiz ediyorsunuz. Bu sizi derinden hayal kırıklığına uğratan bir insan mı yaptı?

Hayır, hiç bir şekilde öyle olmadı. Yoksulluk, onun nedenleri ve ortaya çıkış biçimleri, aynı şekilde devasa zenginlik üzerine araştırma yapıyorum. Toplumsal gelişimin eleştirel analizi umutsuzlandırabilir. Buna rağmen mevcut ilişkileri sosyal adalet yönünde değiştirme yönündeki iradem kırılmadı. Bazı saldırılar ve sağcı akımlar da beni bundan vazgeçiremeyecektir.

Almanya’nın şimdiye kadar krizden iyi bir şekilde çıkması takdire şayan değil mi?

Covid-19 ölümlerinin olduğu diğer ülkelerle kıyaslandığında Almanya şimdiye kadar pandemi krizini iyi atlatmıştır. Ancak bu, pandeminin yol açtığı olağanüstü koşullarda Almanya’da ciddi eşitsizliklerin yaşandığı ve zengin ile yoksul arasındaki uçurumun büyüdüğü gerçeğini değiştirmemiştir.

Sizin için korona bir eşitsizlik virusü mü?

Hayır, asıl eşitsizlik virüsü neoliberal politikalardır. Burada korona sadece katalizatör rolü oynamaktadır. Üretim yerini korumayı öven bir politikayı göklere çıkaran, mali yatırımcıların çıkarlarına hizmet eden ve bu nedenle de toplumu uzlaştıracağı yere kutuplaştıran kapitalist mülk edinme ilişkileri temelinde pandemi döneminde eşitsizlikler ortaya çıkmıştır. Bizim toplumumuzun ana sorunu servetin mevcut bölüşümündeki dengesizliklerdir.

Bunu somutlaştırabilir misiniz?

Avrupa Birliği’nin kriterlerine göre Almanya’da 13,3 milyon insan yoksul ya da yoksullaşma riski altındadır. Bu rekor bir sayı. Bu kesim, ortalama gelirin yüzde 60 altında bir gelire sahip. Bu, çocuklarını tek başına yetiştirenler için ayda 1074 eurodur.

Alman Ekonomi Araştırma Enstitüsü’nün güncel bir araştırmasına göre, net servetin yüzde 67’si en üst onda birlik dilimdeki nüfusa aittir; yüzde 35, nüfusun en zenginlerinde yoğunlaşırken süper zenginlerin payı yüzde 20’dedir. Bunun anlamı şudur, zenginler arasında servet süper zenginlerin elinde toplanmaktadır. Almanya’nın en zengin adamı, Lidl ve Kaufland’ın sahibi Dieter Schwarz pandemi öncesinde 41,5 milyar euro kişisel servete sahipti. Bu servet şimdiden 300 milyon euro artış göstermiştir.

(Çeviren: Zahide Yentür)

Röportaj ilk olarak 22.10.2020’de Die Tageszeitung (TAZ) gazetesinde yayınlanmıştır. Pascal Beucker ve TAZ’a izin için teşekkürler. Almancası için: https://taz.de/Armutsforscher-zu-Folgen-von-Corona/!5722689/

Close