Written by 09:32 HABERLER

‚Triell‘ tartışmasının gösterdiği: Yok birbirimizden farkımız!

26 Eylül’de yapılacak genel seçimler öncesinde başbakan adaylarının katıldığı ilk programda, dış politika ve sosyal konularda partiler arasında önemli bir farkın olmadığı görüldü. Savaş ve silahlanma konusunda birbiriyle yarışan CDU/CSU, SPD ve Yeşiller bu açıdan yeni bir şey söylemiyorlar.

YÜCEL ÖZDEMİR

Genel seçimlere tam dört hafta kala n-tv/RTL televizyonlarının ortak yayınında karşı karşıya gelen üç başbakan adayı, Armin Laschet (CDU/CSU), Olaf Scholz (SPD) ve Annalena Baerbock (Yeşiller), ülkenin temel sorunlarının çözümü konusunda yeni bir şey söylemedikleri gibi, içerik olarak birbirlerinden çok da uzak olmadıklarını, ortaklığa açık olduklarını gösterdiler.

29 Ağustos akşamı Pınar Atalay ve Peter Kloeppel’in 105 dakika boyunca altı konuda sorular yönelttiği, Afganistan’daki gelişmelerle başlayan ilk “Triell”de, her üç aday işgal, savaş, silahlanma ve militarist dış politikada adeta birbiriyle yarıştılar. Gelinen aşamamayı ağır bir fiyasko ve yenilgi olarak değerlendiren adaylar, bir daha benzerlerinin yaşanmaması için ordunun daha iyi donatılması, askeri bütçenin artırılması, NATO’nun belirlediği yüzde 2 kriterine uyulmasını istediler. Laschet, SPD ve Yeşiller’i yeteri kadar savunma harcamalarını artırmaya yanaşmadıkları için eleştirirken, özellikle Scholz kendi Maliye Bakanlığı döneminde toplam bütçenin rekor düzeyde artırılarak, 50 milyar euronun üzerine çıkarılmış olmasıyla övündü.

Baerbock savunma harcamalarının artırılmasına karşı çıkmadığı gibi, NATO’nın yüzde 2 kriterini yerine getirmeyeceklerini söylemedi. Daha doğrusu söyleyemedi. Dış politikada savaş ve silahlanmaya olduğu gibi devam edeceğinin mesajını veren her üç aday, iç politikada da benzer bir tutum içinde olacaklarını ifade ettiler. Korona nedeniyle sağlığa daha fazla bütçe ve personel ayrılması söz konusu bile olmadı. Düşük ücretli işlerin ve yoksulluğun azaltılması konusunda da benzer bir yaklaşım sergilediler. Baerbock’un ülkede her beş çocuktan birisinin yoksulluk içinde yaşadığını ifade etmesi olumu olmakla birlikte sadece “çocuklara temel geçim parasının” verilmesiyle sorunun çözülmeyeceği ortada. Zenginlerden daha fazla vergi alınması söz konusu değil. SPD ve Yeşiller, “en zenginler”den alınan vergilerin sadece yüzde 3 arttırılmasını istiyor. Bu aynı zamanda kendilerini tekzip etmeleri anlamına geliyor. Zira SPD-Yeşiller koalisyonun işbaşına geldiği 1998’de yüzde 53 olan “zenginler vergisi” (Spitzensteuer), iktidarı bıraktıkları 2005’te yüzde 42’ye kadar düşürülmüştü. Şimdi ise yüzde 42’den yüzde 45’e çıkarmayı vaat ediyorlar.

ORTAKLIK İÇİN KAPILAR AÇIK

En tartışmalı konu olan küresel ısınma ve karbondioksit emisyonlarının nötrleştirilmesinde sadece bunun hangi yıllarda yapılacağı tartışıldı. Ancak bir müzakere durumunda 2045’te mi yoksa 2040’da mı hedefe varılacağında uzlaşma sağlanamadı.

Görünen her üç parti de birbiriyle koalisyon için kapıyı açık tutuyor. Kapatmamaya özen gösteriyor. Programda, Laschet’in SPD ve Yeşiller’in Sol Parti ile koalisyon kapısını kapatması yönünde epey çaba harcadığı görüldü. Hem Scholz hem de Baerbock, Sol Parti’ye NATO ve AB’yi tanıma şartını koydular. Çevre ve sosyal politikalar açısından Sol Parti’nin programı daha ileride olduğu için geriye çekip bir uzlaşma sağlama kolay görünüyor.

İki adayın Sol Parti’ye ortaklık için kapının kesin kapatılmaması üzerine aynı geceden başlayarak, “aşırı solun desteğiyle koalisyon tehlikesi” söylemi öne çıkarılmaya başlandı. Büyük bir olasılıkla, Laschet ve partisi geriye halan haftalarda “sol tehlikeyi” seçim kampanyasının önemli ayaklarından biri haline getirecek ve bunun üzerinden hem seçmenlerini harekete geçirecek hem de AfD’ye giden oylarının bir kısımını çevirmeye çalışacak.

SPD VE SCHOLZ NEDEN ÖNE GEÇTİ?

“Triell” sonrasında Forsa tarafından 2500 kişiyle telefonla yapılan ankete katılanların yüzde 38’i Scholz’un, yüzde 30’u Baerbock’un, yüzde 22’si de Laschet’in performansını olumlu buldu. Böylece son bir kaç aydır “Kimin başbakan olmasını istersiniz?” ekseninde sorulan sorularda çıkan sonuç bir kez daha tasdik edilmiş oldu. Sonucun sadece “Triell”deki performanla ilgili olmadığı öylenebilir. Zira, “galip” olarak ilan edilen Scholz, program boyunca bir çok soruya dolambaçlı yanıtlar vermeyi ya da vermemeyi tercih ederken, “sorumlu devlet adamı” tavrını sürdürmeye devam etti. Baerborck, birazda gençliğe hitap edece şekilde “fresch” (yaramaz) tavrını sürdürdü. Laschet ise “en iyi savunma saldırıdır” diyerek rakiplerini sorularla sıkıştırmaya çalışsa da hedefine ulaşmayan, mevcut durumu korumaya çalışan, Merkel’in politikasını sürdürmeye kararlı bir lider görünümü çizdi. Sosyal medyada en çok, “Değişim rüzgarı esiyor” sözü ti’ye alındı. Gerçekten de bütün politikası, mevcut olanı sürdürmekten ibaret olan birisinin “değişim rüzgarı”ndan söz etmesi oldukça komik…

“Modern bir Almanya için birlikte” sloganıyla ilan edilen seçim programında gerçekten yeni bir şey yok. Merkel’in aday olmamasının asıl nedeni, “zirvede bırakma”dan çok partideki çözülmeyi yeni bir siyasi aktör ile durdurmaktı. Ancak, 2018’den beri CDU cephesinde yaşanan değişimler, gelgitler, erezyonu durdurulamadığını gösteriyor. Bu erezyonun bir bölümü küresel ısınma, iklim değişikliği gibi konuları seçim programının merkezine koyan Yeşiller’in işine yaradığı görülüyor. İki büyük partinin küçülmesi, birinci olmaya aday parti sayısının üçe çıkması, İkinci Dünya Savası sonrası Almanya tarihi açısından bir ilki ifade ediyor. Bu tablo doğal olarak seçimlerden sonra nasıl bir hükümetin kurulabileceği konusunda da belirsizlikleri beraberinde getiriyor.

SPD’nin oyunu kısmen artırmasının asıl nedeni, SPD’nin neoliberal, militarist politikalarında dönüş yapması değil, Scholz’un hükümet tecrübesine sahip olması ve rakiplerine göre “devlet adamı” profilini çizmesidir. Alman halkı bir “macera” yerine hükümet tecrübesi olan, bu nedenle güven vereni tercih etme eğiliminde. Hal böyle olunca bu seçimlerde partilerin programlarından çok başbakanlık koltuğuna hangi adayın oturmasının ülke için daha iyi olacağından hareket ediliyor.

Bu tablodan emekçilerin sessiz kaldığı sonucu çıkmamalı. Sermayenin büyük partilerinin bu denli çözülmesi, küçülmesi kendi başına önemli ve bir tepkinin sonucu. Keza genel seçimler öncesinde farklı toplumsal kesimler tarafından ilk kez bu denli çok fazla merkezi gösteri yapılması da bunun en somut ifadesi. Bu nedenle sandıktan hangi hükümetin çıkacağından bağımsız biriken öfke ve toplumsal muhalefet bundan sonraki hükümeti rahat bırakmayacaktır. (YH)


ANKETLERDE SON DURUM

Genel seçimlere bir ay kala yapılan kamuoyu yoklamalarına göre CDU/CSU ve SPD’nin oyları yüzde 22-23 ile başabaş gidiyor. Bu tablodan bakıldığında 2017’deki genel seçimlerde yüzde 32,9 oy alan CDU/CSU yüzde 10’a yakın oy kaybediyor. Yüzde 20,5 oy alan SPD ile az da olsa arttırıyor. Seçimlerin asıl kazananın ise Yeşiller olacağı anlaşılıyor. Son seçimlerde yüzde 8,9 oy alan Yeşiller’in oyu anketlerde yüzde 17-18 görünüyor. Anketlere göre diğer partilerin alacağı oy ise şu şekilde: FDP 10-11, AfD 10-11, Sol Parti 6-7.

Anketlerdeki durumun seçi sandılarına yansıması durumunda mevcut CDU/CSU-SPD kaolisyon hükümetinin saş çoğunluğu kaybetmesi söz konusu olabilir.

Genel seçimlerin yapılacağı 26 Eylül’de ayrıca Berlin ve Mecklenburg-Vorpommern eyalet parlamentoları için de seçimler yapılacak. Ayrıca Berlin’de Deutsche Wohnen AG’te ait konutların kamulaştırılması konusundaki referandum da aynı gün yapılacak. (YH)

Close