Written by 15:26 POLITIKA

Türken raus!, Suriyeliler dışarı ve günah keçileri

YÜCEL ÖZDEMİR

1990’lı yılların başında Almanya’da halkı derin bir gelecek endişesi sarmıştı. Bir tarafta Soğuk Savaş bitmiş, Berlin Duvarı yıkılmış, iki Almanya birleşmiş, Doğu Almanların çoğu Batı Almanya’ya göç etmeye başlamıştı. Diğer tarafta Yugoslavya savaşından canını kurtarmayı başaran yüz binlerce insan Almanya’ya doğru yollara düşmüştü.

Aşırı sağcı, Neonazi gruplar halkın yaşadığı bu gelecek korkusunu hemen “yabancı düşmanlığı”na çevirdiler, duvarlara bugün halen akıllarda olan, 1970’li yıllardan kalma “Türken raus” (Türkler dışarı) yazılarını yazmaya başladılar. Sığınmacı düşmanlığı üzerinden sermaye basını ve partileri tarafından sürdürülen geniş kampanyalar kısa sürede nefrete dönüştü, can almaya başladı.

22-26 Ağustos (1992) arasında Rostock’un Lichtenhagen semtinde Neonaziler sığınmacıların kaldığı bir yurda molotofkokteyli saldırısı düzenlediler. Çevredekilerin de desteğiyle yüzlerce kişinin katıldığı linç olayına dönüştü. 100 kadar Vietnamlının mahzur kaldığı iltica yurdunu korumayan devlet adeta seyirci kaldı. Neyse ki saldırı can kaybı olmadan püskürtüldü.

Aynı zihniyetle hareket eden Neonaziler 23 Kasım 1992 gecesi Mölln’de Türk ailenin yaşadığı evi ateşe vererek 51 yaşındaki Bahide Arslan, 10 yaşındaki Yeliz Arslan ve 14 yaşındaki Ayşe Yılmaz’ı katletti. Bu ırkçı saldırıda annesini ve kızını kaybeden İbrahim Arslan, yıllardır Almanya’daki ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele ediyor.

Sığınmacıların sınır dışı edilmesi çağrılarının yükseldiği bu dönemde hükümet Sığınma Yasası’nı sertleştirirken “Türken raus” diyenler bu kez Solingen’de Genç ailesine ait üç katlı binayı ateşe verdiler. 29 Mayıs 1993 gecesi düzenlenen bu ırkçı saldırıda Saime, Hülya, Gülüstan, Hatice ve Gülsüm Genç hayatını kaybetti.

Irkçı faşistlerin estirdiği nefret havası, artan ekonomik sorunlar ve gelecek korkusunun kurbanı yine “günah keçisi” ilan edilen Türkleri bulmuştu. Geçen yıl kaybettiğimiz, Almanya’da “hoşgörü sembolü” olan Mevlüde Genç, ırkçılara, faşistlere inat çocuklarının katledildiği Solingen’i terk  etmedi, “Almanya bizim de ülkemiz” dedi.

Bunu dediği için büyük takdir topladı. Birçok ödüle layık görüldü. Devlet nişanı aldı. Gittiği her yerde “insan olmayı” anlattı. Önümüzdeki pazartesi günü Solingen Katliamı’nın 30. yılı. Değişik toplantılar ve eylemlerle ırkçılık ve Neonaziler bir kez daha mahkum edilecek, birlikte yaşam çağrıları yapılacak.

Ekim 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan iş gücü anlaşmasıyla açılan kapıların arkasında birçok sıkıntı ve bedel var. Irkçı saldırılardan ölen Türkler ya da Türkiye kökenlilerin sayısı epey fazla. Ayrımcılık halen değişik düzeylerde ve devlet katmanlarında devam ediyor. Buna rağmen, 3 milyondan fazla Türkiye kökenli göçmen artık Almanyalı.

Siyasetten bilime, çalışma hayatından sanata kadar her alanda Türkiye kökenli göçmene rastlamak mümkün. Neonaziler “Türken raus” dedikçe Türkiyeliler yaşadıkları ülkenin parçası olma yönünde adımlar attılar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından çok Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşı Türkiye kökenli var.

Buna rağmen Türkiye kökenliler en büyük göçmen grubu olduğu için her fırsatta göze batıyor. Göçmenlerin, Müslümanların, Almanların vergileriyle sosyal yardım alarak geçindiği, Almanların işini elinden aldığı, çalışmadan lüks yaşadığı, çok fazla çocuk yaptığı, en fazla onların kriminal olaylara karıştığı… söylemleri ise devam ediyor.

Solingen Katliamı’nın 30. yılının arifesinde Türkiye’de esen sığınmacı, mülteci düşmanlığı ve pazarlığı gerçekten utanç verici. Halka sağduyu ve birlikte yaşamı önerme yerine “Suriyeliler dışarı” deniliyor. Bu hava 1990’ların başındaki Almanya’yı hatırlatıyor. Denilebilir ki, bugün Türkiye’de Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen mültecilere söylenenlerin hepsi Neonaziler tarafından Almanya’da yaşayan Türkler için söylendi. Dolayısıyla bu ırkçı söylemler Türkiye’de icat edilmedi. Ekonomik sorunların kapitalist sistemden kaynaklandığını görmek istemeyenler her yerde hep günah keçileri yaratıyor: Yahudiler, Müslümanlar, Türkler, Kürtler, Suriyeliler, Araplar, “Çingeneler”, yabancılar, sığınmacılar…

Günlük yaşamda ya da sosyal medyada Suriyelilere karşı ırkçı görüş bildiren ve paylaşımlarda bulunanların çoğu, Almanya’daki Türklerle Türkiye’deki Suriyelilerin kıyaslanamayacağını ileri sürerek savunmaya geçiyor. Gerekçeleri de şöyle: “Türkler çalışmaya gitti”, “Almanya davet etti”, “Türkler Almanya’da sığınmacı değil.”

Halbuki, sorun hangi grubun nereye nasıl gittiği ya da geldiğinde değil, onları kabul etmek istemeyen, katleden, düşman gören, kapitalizmin yarattığı sorunları görmemek için günah keçileri sayan ırkçı zihniyetin varlığında… Türkiye’deki ırkçı hezeyanlar da elbette bir gün Almanya’daki gibi marjinalleşecek. Çünkü tarihte “kitlesel büyük geri dönüş” örnekleri çok fazla yok. Olanlar da felaketle sonuçlanmış. Bu nedenle düşmanlık değil, aynı sınıfın parçası olarak birlikte yaşamı esas alan bir anlayışı egemen kılmak en doğru olanı. Bu gerçekleşmediği takdirde göçmenleri, sığınmacıları, Müslümanları suistimal eden ırkçı-faşist hareketler varlığını sürdürmeye devam edecek.

Avrupa’da bunun çok sayıda örneği var.

Close