Written by 15:35 uncategorized

Uyumsuzluk teşvik edildi

Eğer entegrasyonun “farklı parçaların bir araya getirilerek bir bütünün oluşturulması” şeklinde tanımlayabileceğimiz sözlük anlamını dikkate alacak olursak, 2010 yılında bu alanda tam tersi bir hedef güden politika izlendi. Birleştiren-bütünleştiren değil, bölen-ayrıştıran entegrasyon politikalarının ve tartışmalarının güçlendirildiği bir dönemi geride bırakıyoruz.
Gazetemizde Aralık 2009’da yer alan, koalisyon sözleşmesinin uyum alanına ilişkin maddelerini değerlendirdiğimiz yazımızda, 2010’a ve sonrasına ilişkin olarak şu öngörüde bulunmuştuk: “Sosyal haklara yönelik yeni bir saldırı dalgasının belgesi olarak okunabilecek sözleşme, göç ve uyum alanında da önümüzdeki dönemde tehdit ve baskıya dayalı politikanın süreceğinin habercisi. (…) İster göçmen kökenli, isterse yerli olsun; işsizlere, yoksullara ve onların eşit eğitim şansı sunulmayan çocuklarına ‘toplumsal yaşama uyumda başarısız’ damgası vuruluyor. (…) Yeni Uyum Gösterge Raporları’nda göçmenlerin uyum sağlamadığı iddialarına yer verilerek, dışlayıcı ve bölücü politika devam edecek.”
2010’da entegrasyon alanında olabilecek bu muhtemel gelişmeleri öngörmek, kehanette bulunmak anlamına gelmiyordu. Egemenlerin, işçi-emekçilerin kazanılmış haklarına yönelik saldırılarını artırmaya hazırlandığı her dönem öncesinde hız kazanan bu “böl-yönet” politikasının 2010 yılında güçleneceği de öncesinden görülebiliyordu. Ekonomik krizin faturasını işçilere ve yoksullara çıkarmak, böylece krizin gerçek sorumlusu olan tekellere ve bankalara yeni olanaklar sunmak üzere hazırlanan saldırı paketleri daha kolay hayat bulacak, etnik köken ve dini inanç farklılıkları ileri sürülerek birbirine karşı kışkırtılan emekçiler mücadeleden alıkonacaktı. Nite kim öyle de oldu.

ENTEGRASYON TARTIŞMALARI GÜNDEMDEN DÜŞMEDİ
2010 yılına, koalisyon ortaklarının göçmenlere ilişkin politikalarına hangi anlayışın hakim olacağını açıkça ortaya koyan yaptırımlara yer veren hükümet protokolüne ilişkin tartışmalarla girdik. Hemen ardından, bir yıla yayılan bu tartışmaların ilk adımı olarak, Federal Meclis İçişleri Komisyonu Başkanı Wolfgang Bosbach (CDU), Almanya’da göçmenlerin önemli bir bölümünün uyum kurslarına katılmayı reddettiğini ileri sürdü. “Göçmenler Almanca bilse, bu ülkenin örf ve adetlerini tanısa uyum sorunu olmaz. Ama kurslara gitmeyince sorunlara davetiye çıkarıyorlar” şeklindeki önyargıları derinleştiren bu tartışma ile mağdurlar sanık sandalyesine oturtuldu.
Bu tartışmalarla hazırlanan ortamda, Türkiye kökenli göçmenler cephesinde buradaki sosyal-siyasal sorunlarla daha yakında ilgilenme eğilimini güçlendirme potansiyeli taşıyan Türkiye kökenli bir göçmenin bir eyalette bakan olarak atanması gibi gelişmeler gölgede kaldı. Göreve geldikten sonra ilk açıklamalarından birinde dersliklere haç asılmasının yasaklanmasını talep eden Aşağı Saksonya Sosyal İşler ve Uyum Bakanı Aygül Özkan’ın (CDU) nasıl bir partinin bakanı olduğu, Müslüman göçmenlere karşı önyargıları derinleştiren bu tartışma sürecinde bir kez daha açığa çıktı.
Aylık periyotlarla ve her seferinde farklı bir boyutuyla süren uyum tartışmalarının Haziran ayındaki konusu, göçmenlerin zeka düzeyiydi! “Almanya, Türk, Arap ve Ortadoğulu kökenli çocuklar yüzünden aptallaşıyor” diyen Merkez Bankası eski Yönetim Kurulu üyesi Thilo Sarrazin’in ardından tartışmaya katılan bir dizi CDU/CSU’lu politikacı, göçmen çocuklarının zeka testine tutulmasını talep etti. Eylül ayında yayınladığı kitabıyla bir kez daha sahne alan Sarrazin’in ‘sosyaldarwinist’ açıklamalarıyla başlayan son tartışma, Aralık başında dördüncüsü düzenlenen ‘Uyum Zirvesi’ne dek devam etti.


İÇE KAPANMA EĞİLİMİ KÖRÜKLENDİ
Bir yandan “İslami terörizm”e bağlanan, diğer yandan göçmenleri sorunların kaynağı olarak gösteren tüm bu tartışmaların etkisi, sadece yerli emekçiler cephesinde önyargıların derinleştirilmesiyle ya da ırkçı düşüncelerin yaygınlaşması ve Nazi örgütlerin güçlenmesiyle sınırlı kalmadı. Aynı zamanda göçmenler cephesinde “istenmiyor olmak” ve “dışlanmak” duygularını derinleştirip “kabuğuna çekilme” eğilimlerini de besledi. Yapılan kamuoyu anketleri, göçmenleri ve özellikle de Müslümanları “sosyal devleti istismar eden, hakları kısıtlanması gereken bir yük” olarak görenlerin oranının arttığını gösteriyor. Oluşturulan bu ortamda göçmenlerin “kendi dünyalarına geri çekilme” eğiliminin güçlenmesi şaşırtıcı olmuyor. Türkiye’den işçi göçünün 50. yıldönümüne yaklaştığımız bir dönemde göçmenleri dışlayan ve toplumsal yaşamın dışına iten, onlardaki kabuğuna çekilme eğilimlerini besleyen politikaların etkili olması, 2011 ve sonrası açısından yapılması gerekenler hakkında da önemli ipuçları veriyor. Kısacası, “göçmenleri toplumsal yaşama katılmaya zorlama” iddiasıyla sürdürülen tartışmalar, tam karşıtına, daha doğrusu gerçek amacına hizmet ediyor.
Elbette soruna sadece göçmenler cephesinden bakmak yanıltıcı olacaktır. Irkçı düşüncelerin yayılmasından, önyargıların derinleşmesinden göçmenler kadar Alman emekçilerinin de zarar gördüğü gerçeği gözardı edilmemelidir. Çünkü yaratılan ortamda sadece göçmenlerin hedef tahtasına yerleştirildiğini düşünmek yanıltıcı olacaktır. Gazetemizin geçen sayısında da geniş bir şekilde yer alan “Almanya’nın Halleri Araştırması”nın da gösterdiği gibi, bu tartışmalar sadece Müslüman ve göçmen düşmanlığını ürkütücü boyutlara taşımıyor. Tersine, “yukarıdan bir sınıf mücadelesi” olarak dar gelirli işçi ve işsizler, Hartz IV yardımına muhtaç olanlar, kısacası bir bütün olarak işçi sınıfı ve emekçiler “yararsızlar ve işe yaramazlar” olarak damgalanıp toplumsal-siyasal yaşamın dışına itiliyor. Aynı tespiti Sarrazin’in kitabı ve yaygınlaştırmaya çalışılan düşünceleri için de yapmak mümkün ve gerekli. Sarrazin’in sadece Türk ve Arap çocuklarını toplumu aptallaştırmakla suçlamadığı, bir bütün olarak “alt katmanlara” bu suçlamayı getirdiği biliniyor.

MÜCADELE ZORUNLULUĞU ARTIYOR
Görüldüğü kadarıyla bu tartışmalar 2011 yılına da taşınacak. Federal Meclis’in yeni yıldaki ilk bileşiminde zorla evlendirmelerle mücadele kisvesine büründürülmüş bir yasa tasarısının ele alınacak olması bile tek başına bu yönde önemli bir işaret olarak görülebilir.
Aynı şekilde, göç politikasının yurtdışından kalifiye eleman getirmenin yolunu açacak, yani sermayenin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yeniden düzenlenmesi tartışmaları da devam edecek. Ayrıca gelecek yıl boyunca yedi eyalette seçimler gerçekleştirilecek ve göçmenler üzerinden kampanyalar sürdüren partiler bütün yıla damgasını vuracak. Buna karşılık 2011 yılı etnik kökeni, dili ve dini farklı da olsa, emekçilerin bir araya gelerek ortak mücadelelerini güçlendirmelerini zorunlu kılan gelişmelere de gebe. Emekçilere karşı yeni saldırı planlarını, hak gasplarını ve savaş hazırlıklarını çekmecede bekleten sermaye ve onun hükümeti, istemese de bu ortak mücadele zorunluluğunu daha fazla dayatacak.

MEHMET ÇALLI

Close