Written by 12:59 HABERLER

1 Mayıs: Kapitalist vahşete karşı mücadele zamanı

Serdar Derventli

Bu yıl dünya işçi sınıfı, Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele günü 1 Mayıs’a olağanüstü durumda giriyor. Ekonomik kriz ve koronavirüsü salgını dünya emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarını zorlaştırıyor. 1 Mayıs önümüzdeki dönem daha sağlıklı ve sosyal güvenceli, siyasal hakların korunduğu ve geliştirildiği bir gelecek için dünya çapında verilecek mücadelenin de başlangıcı olmalı.

İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü 1 Mayıs, 130 yıllık tarihinde çok kez olağanüstü şartlarda kutlandı. 130 yıllık tarih boyunca ilk kez bir virüs nedeniyle 1 Mayıs’ta işçi ve emekçiler taleplerini istedikleri gibi alanlara taşıyamayacaklar. Bu ama, işçi ve emekçilerin sessiz sedasız evlerine kapanacakları, çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmeyi içeren taleplerini ileri sürmeyi erteleyecekleri anlamına gelmiyor.

İŞÇİ SINIFININ, SINIF OLARAK GELECEĞİ İÇİN!

Bir süredir belirtileri artan ekonomik kriz, virüs salgınının etkisiyle birlikte tüm dünyayı sarmaladı. Her ne kadar TV ekranlarına en çok Avrupa ülkelerinde ve ABD’de olup biten yansısa da ekonomik kriz ve virüs salgını dünya genelinde işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını son derece zorlaştırdı.

Batılı emperyalist ülkelerin taşeronu konumuna getirilen onlarca Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkesinde on milyonlarca işçi ve emekçi hayatta kalma mücadelesi veriyor. Açlığın ve yoksulluğun on yıllardır kol gezdiği bu ülkelerin ekonomileri çöktüğü gibi son derece yetersiz olan sağlık sistemleri iyice işlemez hale geldi.

İşçi sınıfının bugün dünya genelinde ayakta kalmak, sınıf olarak geleceğini korumak, sınıfının geleceği olan genç kuşakların sağlıklı gelişimlerini güvenceye almak için çok çetin bir savaşın içinde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

YAŞANAN KAPİTALİZMİN BARBARLIĞIDIR

Dünyanın en yoksul ülkelerinin bulunduğu Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yaşananları tahmin edebilmek, kapitalist vahşeti kavrayabilmek için dünyanın en zengin ülkelerine bakmakta fayda var. Almanya’nın tanınmış iktisatçılarından biri olan gazeteci Norbert Häring internet sayfasında, “ABD’deki Korona kapitalizmi: burada kendini en saf haliyle gösteriyor” (Bkz.:norberthaering.de/, “Corona-Kapitalismus in den USA: hier zeigt er sich in Reinform”) başlığıyla yazdığı makalesine, “22 milyon ABD vatandaşının işsiz olduğu ve sayısız küçük işletme ve orta çaplı işletmenin yok olacağı bir krizde dört süper zengin Amerikalı 47 milyar daha zenginleştirildi. Burada, tıpkı bir mercek altında olduğu gibi, kapitalizmin nasıl işlediğini inceleyebilirsiniz” diye başlıyor ve şöyle devam ediyor: Sadece dört haftada 22 milyon kişi işini kaybetti ve işsiz olarak kaydoldu (16 Nisan). Medyada yoksullar için yiyecek dağıtan kurumların önünde kilometrelerce uzunlukta kuyruk görebilirsiniz. ABD vatandaşları sağlık, ekonomik ve varoluşsal bir felaket yaşıyor.”

Emekçi kitlelerin karşı karşıya olduğu felaket ile büyük tekellerin elde ettikleri kâr arasındaki karşıtlık tesadüf veya endüstriyel bir kaza değildir. Kapitalizmi ayakta tutan ilkelerin sonucu bunlar yaşanmaktadır. Kapitalizm barbarlığını her an içinde taşımakta: ABD gibi dünyanın en zengin ülkelerinden birinde, ki bu ülke “dünyanın süper gücü” olduğunu ileri sürmekte, 50 milyondan fazla insan sosyal güvencesiz yaşamak zorunda bırakılıyorsa o zaman Asya, Afrika ve Latin Amerika’da, dünyanın en yoksullarının yaşadığı kıtalarda emekçilerin, ezilen halkların ne tür varoluşsal bir felaket ile karşı karşıya olduğunu siz düşünün.

ALMANYA’DA GİDİŞAT BELİRSİZLİĞİNİ KORUYOR

Diğer yandan; Almanya’da bugün, ekonomik krizin diğer ülkelerde gibi yoğun şiddetle yaşanmaması kimsede rehavete yol açmamalı. Görüldüğü kadarıyla virüs salgınının etkileri de diğer ülkelere oranla daha hafif atlatılacak gibi…

Ancak ihracat ağırlıklı bir ekonomiye sahip olan Almanya’da ekonomik krizin önümüzdeki aylarda derinleşerek uzun aşamalı bir buhrana dönüşme ihtimali her geçen gün artmakta. Hükümetin hazırladığı “kurtarma paketi” de bundan dolayı 2008/09 krizinde hazırlanan kurtarma paketinden çok daha büyük oldu. 1,2 trilyon avroluk paketin sermayenin emrine açılmasının üzerinden henüz birkaç hafta geçmesine karşın şimdiden yeni konjonktür paketleri, otomobil tekelleri için “hurda ikramiyesi” gibi araçlar üzerine duruluyor. Ve Federal Maliye Bakanı, “kaynağımız sınırsız, kimseyi açıkta bırakmayacağız” demeyi sürdürüyor.

İster yürürlüğe sokulan 1,2 trilyonluk paket, ister ek paketler olsun; sermaye ve hükümeti bütün bunların faturasını işçi ve emekçilere çıkartacak. Bu nedenle şimdiden, “krizin faturasını sermaye ödesin” sloganı altında en geniş işçi ve emekçi kitlelerini birleştirecek bir çaba içine girilmeli.

SERMAYE, ÇARKI GERİ ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYOR

İşçi partilerinin uluslararası örgütü “İkinci Enternasyonal”, 14-21 Temmuz 1889’da Paris’te düzenlendiği (kuruluş) kongresinde, Fransa delegasyonunun önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada „Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verdi. Buna gerekçe ise 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçilerin günlük 12 saat, haftalık 72 saat olan çalışma koşullarına karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle verdikleri mücadeleydi.

Bugün, Amerikalı işçi ve emekçilerin verdikleri mücadelenin 134. yıldönümünde, sermaye ve hükümetlerinin günlük çalışma sürelerini yeniden 12 saate uzatma, cumartesi gününü (yürürlükteki çalışma yasalarında olduğu gibi!) normal işgününe çevirme çabaları da tesadüf değildir. Bu, çalışma sürelerini uzatma ve kısaltma mücadelesi, işçi ve sermaye sınıfının uzlaşmaz çelişkilerinin başında gelir: Günlük ve haftalık çalışma süreleri ne kadar uzarsa sermayenin sömürü oranı da o kadar artar, ne kadar kısalırsa o kadar azalır.

Sermaye tarihin çarkını geri çevirmeye, çalışma sürelerini 19. Yüzyılın koşullarına dönüştürmeye çalışıyor. Sendika bürokrasisinin son yıllarda çalışma süreleriyle ilgili değişik işkollarında imzaladıkları çok sayıdaki toplu sözleşmede “bireysel alternatifler” yer alıyor. İşçi sınıfının kolektif çıkarlarına prensip olarak ters olan “bireysel alternatifler” gerçekte işçileri, sermayenin karşısında yalnızlaştıran sözleşmelerdir. Sözleşmelerde, “bireysel ihtiyaçların gözetildiği izin veya ek ücret” denilse de pratik uygulamada sadece üretimin ihtiyaçları gözetiliyor ve aynı zamanda işçilerin arasındaki bölünmüşlük daha da derinleştiriliyor.

Önümüzdeki süreçte mücadelenin en keskinleşeceği alan çalışma süreleri olacak. Sermaye daha fazla esnek çalışma modelleriyle çalışma sürelerini uzatmaya çalışacak, işçi ve emekçiler ise kolektif çözümlerde ısrar edecekler.

YENİ VE GÜÇLÜ BİR BAŞLANGIÇ İÇİN

Sermayenin içinde bulunduğumuz krizi fırsata çevirmeye çalıştığı ileri, mücadelen yana işçiler için çok açık olabilir. Ve bu kesim için de; bu durumu görmek, öfkelenmek, sıkılı yumruk cepte kaldığı süre bir işe yaramaz. Gelecek kaygısı içinde olan geniş emekçi kitleler sadece önlerinde olup biteni görmekteler. Onları aydınlatma, başlarını kaldırıp çevresinde olup bitenleri görmelerini sağlamanın, hükümetin, “kimseyi açıkta bırakmayacağız” derken sermayeden başkasını kastetmediğini anlamalarının çok kapsamlı bir çabadan geçtiği ortada.

Sağlık ve konut alanında yaşanan sorunlara karşı devam eden mücadelelerle olduğu gibi çevrenin korunması için aylardır “iklim değil sistem değişmeli” sloganı altında cuma günleri okulları boykot eden gençlerle birleşmenin koşulları son aylarda daha da gelişti.

1 Mayıs önümüzdeki dönem insan ve doğa açısından sağlıklı, sosyal güvenceli, siyasal hakların korunduğu ve geliştirildiği bir gelecek için verilecek bir mücadelenin de başlangıcı olmalı. Aynen 1 Mayıs marşında söylendiği gibi: Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez, Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde!

Close