Semra Çelik
Köln’de KulturForum Türkei Deutschland tarafından 60 yıllık göç sürecinde Türkiye kökenli kadınların kendilerini ifade ettikleri “Almanya’ya Geliş ve Kalış” başlıklı bir toplantı yapıldı.
İlk kuşak işçi kadınlardan Ayten Koçak ve Saruhi Reisyan, gelişlerini, kalışlarını Almanca olarak, anlattılar. Toplantıya politikacı, psikolog Lale Akgün de katıldı. Onun geliş hikayesi ise diğerlerinden çok farklıydı. İşçi ailesi olarak değil burada yaşamak, çalışmak isteyen bir diş doktorunun kızı olarak Almanya’ya gelmişti.
Çoğumuz özellikle göç sürecindeki kadınları, ‚gurbet’le ‚vatan‘ arasında gidiş gelişleri, Almanya’ya alışamamaları, dil bilmezlikleri, acıları, hasretleriyle tanırız. Ama bu iki kadın öyle değildi.
Ayten Hanım da, Saruhi Hanım da burada olmaktan memnunlar, çalışmışlar, emekli olmuşlar, Alman ve diğer kökenlerden göçmen işçilerle iyi ve kalıcı ilişkiler kurmuşlar. Kendilerini buralı hissediyorlar.
SARUHİ HANIM: PANGALTI’DAN OBERHAUSEN’E
Saruhi Hanım, İstanbullu. Eşi Pangaltı’da tornacı olarak çalışıyormuş. O sırada büyük bir fabrika açılmış ve küçük işletmeler birer birer iflas etmiş. Eşi de işsiz kalmış. Eşi çok daha önceden Almanya için başvurmuş, kabul edilmiş ama ailesi nedeniyle gelmekten vazgeçmiş. Saruhi Hanım hamile, dört yaşında da bir çocukları var. Noel zamanı gelmiş. Çocuğa ayakkabı alınması gerekiyor, zorla ayakkabı parasını toplayabilmişler ancak aynı zamanda mutfak gazı da bitmiş, ya tüp alınacak ya da çocuğa ayakkabı. Eşine, tekrar Almanya için başvurmasını söylemiş. Eşi vasıflı işçi olduğundan hiç beklemeden başvurusu kabul edilmiş ve KBO Müllheim an der Ruhr’a gelmiş. Saruhi Hanım, İstanbul’da kalmış ama annesinin yanına taşınmış. Yasalara göre onu yanına getirebilmek için eşinin bir yıl Almanya’da çalışmış olması gerekiyormuş. Bu süre içinde; belki bir çok kadının duyduğu gibi, eşinin Almanya’da başka bir kadınla yaşadığı, onu yanına almayacağı söylenmiş, durmuş. Gizli gizli ağlamış ama sonunda çocuklarını annesine bırakarak Almanya’ya gelmiş: “Eşim Müllheim’da çalışıyordu ama bize Oberhausen’de tek odalı bir ev verdiler. Tuvaleti 91 yaşındaki bir adamla ortak kullanıyorduk. Çocukları getirmek istedik, tek odalı bir eve getiremeyeceğimizi söylediler. Yedi ay çocuklarımızdan ayrı kaldık. Sonra odayı dolapla ikiye böldük ve ‚artık iki odamız var, çocuklarımızı getirmemize izin verin‘ dedik. Verdiler ve çocuklarımızı getirebildik. Almanca öğrenmek istiyordum, çalışmak istiyordum. Başlangıçta tabi ki zorluk çektim. Pangaltı’dan büyük bir aileden geliyordum, burada ise eşim üç vardiya çalıştığı için çoğu zaman yapayalnızdım. Çalışırsam Almanca da öğrenebileceğimi düşünüyordum. Semtteki bir işyerinde çok düşük ücretle, hatta ‚herşeye razıyım beni işe alın diyerek‘ çalışmaya başladım. Oradan okula, yaşlılar yurduna geçtim, 38 yıl çalıştım ve oradan emekli oldum. Bu arada evde dikiş de dikiyordum. Terzilikten kazandığım para, eşimin kazandığından bile çok oluyordu.”
Başlangıçta çektiği zorluklara bağlı olarak geri dönmeyi düşünmüşler, hatta İstanbul’da ev bile almışlar ama Türkiye’de yaşadıkları, bir yakınlarının politik nedenlerle, belki de sadece Ermeni olduğu için hapse atılması, işkence görmesi, Türkiye’ye tatil için gittiklerinde öldürülenler, “Ekmekçiyan adında bir gazetecinin ölümü özellikle etkiledi bizi” diyerek, kararlarından vazgeçmelerine neden olmuş. “İyi ki de vazgeçtik.” diyor.
Çocuklar burada okumuş, birçok yeni arkadaş edinmiş. Orayı da aramıyormuş artık. “İstanbul çok güzeldi. Rumlar, Ermeniler, Türkler, hep birarada yaşıyorduk ama şimdi herşey bambaşka. Orada yaşamak zor.” diyor. Nereli mi hissediyor kendini? Buralı. Daha ötesi yok.
AYTEN HANIM: ELAZIĞDAN YOLA ÇIKIŞ
Ayten Hanım ise buraya tek başına gelenlerden. Erkek kardeşleri buradaymış. Eşine “Almanya’ya gidelim, önce ben gideyim sonra sen gelirsin” demiş. Ağabeyleri Almanya’da olduğundan eşi kabul etmiş. “28 yaşındaydım. Elazığ’da hamilelik testi ve diş kontrolü yaptılar. Sonra normal doktora sevk ettiler. Temiz çıktım. Trene bindik, üç gün yolculuktan sonra Münih’e geldik. Yanımıza yiyecek, içecek almıştık, öyle idare ettik. Münih’te tercüman bizi gideceğimiz yerlere göre ayırdı. Ben Köln’e geldim. Hayma götürüldük. Bir odada iki kadındık. Arkadaşım da Tunceliliydi. İkimizin vardiyası da aynıydı. Okumam yazmam yoktu ama sonraları Almanca’yı da öğrendim ve ilk çalışmaya başladığım tüp fabrikasında 33 yıl çalıştım.
Çocuklarımı iki yıl yanıma getiremedim. Tek başımayken yemek yapıyordum ama boğazımdan geçmiyordu. Gerçekten Türkiye’yi özlemedim, çocuklarımı özledim. Bu arada eşim trafik kazasında öldü. Onu hastanede gördüm, akrabalarıma döndüm ve ‚Almanya’da kalacağım, çocuklarımı okutacağım‘ dedim. Neden döneyim ki oraya, Almanya’da kimseye muhtaç olmadan çalışıyor, geçimimi, çocuklarımın geçimini sağlıyordum.“
Çalışırken iş molasını sadece Türkiyelilerin olduğu grupla mı yoksa karışık grupla mı yapacağını sormuş ustabaşı. Ayten işte o an kararını vermiş. Karışık grupla. İtalyan, Yugoslav, Yunan, Alman kadınlarla. “Hepimizin derdi, zevki aynıydı, Almanlarla hiç sorun yaşamadım, bu sayede Almancayı da yavaş yavaş öğrendim.” diyor.
Çocukları, işyeri ve televizyon sayesinde Almancası ilerlemiş. Yine de çocuklarına ev ödevlerinde yardımcı olamadığından üzgün. Ev ödevlerini kendileri yapmışlar ve “çok şükür” hepsi başarılı olmuş.
Vatan hasreti çekiyor mu? Neyini çekecek. Orada Kürt olduğu bile kabul edilmemiş; “Biz dağ Türküydük.” diyor kızgınlıkla. Nerelisin dediklerinde ne cevap veriyor: Ben Kürdüm ve Almanyalıyım. Burada üzerimde baskı yok, açıkça Kürt olduğumu söyleyebiliyorum.
LALE AKGÜN: HİÇBİR ŞEY DURAĞAN DEĞİL
Lale Akgün ise 1962 yılında 9 yaşındayken Almanya’ya gelmiş. Diş doktoru olan babası, bir kongre için geldiği Köln’de başka bir diş doktoruyla tanışıp muayenehane açmaya karar vermiş. Eşine ‚çocukları al da gel‘ demiş ve Moers’e yerleşmişler.
Annenin başlangıçtaki karşı çıkışları bir Almanca öğretmeni tutularak zayıflatılmış. Lale Hanım ise çocukluğunda Almanya’nın sarı, kızıl, portakal rengi sonbaharlarına hayran olmuş. “İşçilerin sorunlarından başka sorunlarımız, ilgi alanlarımız vardı, doğal olarak“ diyen Akgün konuşmasında, Almanya’daki kadınların çalışmaya bağlı gelişimini, psikolog olarak çalıştığı dönemde yaşadıklarını anlatarak, göç sürecindeki değişime ve yeni kültür oluşumuna dikkat çekti: “Hiçbir şey durağan değil, ancak 80’li yıllardan sonra Türkiye’den müdahaleler süreci olumsuz etkiledi. Yine de hepimiz, herkes değişti. Sokakta erkeğin arkasında yürüyen kadınların evlerinde evin reisi olduklarını gördüm ben. Kazanılan paranın kendi kararlarını almadaki rolünü gözlemledim. Eşini elinden tutarak en özel sorunları için bana, bir kadın psikoloğa, getiren kadınlar gördüm. Saruhi ve Ayten gibi çok kadın var. Dayatılan Türkiyeli kadın modeli gerçekçi değil.”