Written by 21:00 ÇALIŞMA YAŞAMI

“Ajanda 2010” 20 yaşında!

Almanya tarihinin en büyük sosyal hak gaspı yasaları 20 yıldır yürürlükte. Almanya’yı ucuz işgücü cennetine çeviren Hartz yasaları sadece sermayenin işine yaradı. Yıldönümünde, “Hartz Yasaları büyük bir başarıdır” diyen sermaye sözcüleri 42 saatlik çalışma haftası, 70’inde emeklilik ve daha fazla esnek çalışma istiyor.

UMUT YAŞAR

Federal Almanya tarihinin en kapsamlı sosyal hak gaspları 2002-2005 yılları arasında gerçekleşti. Bu yıllarda hükümette olan SPD ve Yeşiller, muhalefet partileri CDU/CSU ve FDP’nin desteğiyle çalışma yasalarında işçilerin aleyhine bir dizi kökten değişiklikler yaptığı gibi sağlık ve emeklilik güvenliklerinin de altını oydu.

“AJANDA 2010”

2000 yılında Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılan özel bir zirvede AB üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları, “Lizbon Stratejisi” (veya “Lizbon Ajandası”) adı verilen hedef doğrultusunda AB’yi 2010 yılına kadar “dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgi tabanlı ekonomik alanı” haline getirmeye karar vermişlerdi.

Ancak Almanya’da tasarlanan ve yürürlüğe konulan “Ajanda 2010”un içeriği, yenilikçiliği, bilgi toplumunu ve sosyal uyumu teşvik etmeyi amaçladığı iddia edilen “Lizbon Stratejisi”nin içeriğiyle sadece sınırlı ölçüde örtüşmekteydi. “Ajanda 2010” öncelikle Almanya’daki işgücü piyasasında sermaye açısından sorunları ortadan kaldırmaya ve uzun vadede ortaya çıkacak olan demografik değişimi sermayenin lehine düzenlemeye yönelik dev bir adım olarak tasarlanmıştı.

ALMANYA UCUZ İŞGÜCÜ CENNETİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

“Ajanda 2010” denildiğinde öncelikle Hartz yasaları akla geliyor. “İşgücü piyasasında modern hizmetler için yasalar” (“Gesetze für moderne Dienstleistungen am Arbeitsmarkt”) başlığı altında Hartz I, II, III ve IV yasaları yürürlüğe konuldu.

Hartz I yasasıyla (23 Aralık 2002) işçi kiralanmasının (“Arbeitnehmerüberlassung”) önündeki yasal sınırlamalar kaldırıldı. Bu yasa çıkmadan önce yaklaşık 300 bin emekçi “kiralık işçi” olarak çalışırken bugün bu sayı 900 bini aştı. Her ne kadar yasada, “kiralık işçiler, çalışma süresi, ücretlendirme ve izin gibi uygulamalarda kadrolu işçilerle aynı haklara sahiptir” denilse de yasa sendikalar tarafından imzalanan toplu sözleşmelerle baştan itibaren delindi.

Hartz II yasası (23 Aralık 2002) ise “cüzi çalışma türlerinin düzenlenmesini” (“Regelung der Beschäftigungsarten geringfügiger Beschäftigung”) içeriyordu. Kamuoyunda “minijob” ve “midijob” olarak anılan güvencesiz, düşük ücretli ve düşük süreli bu tür işler son derece arttı. Bugün 7 milyondan fazla emekçi bu tür işlerde çalışıyor – yasa öncesi bu sayı bir milyon civarındaydı.

Hartz III yasasıyla (23 Aralık 2003) “Federal Çalışma Dairesi (“Bundesanstalt für Arbeit”) yeniden yapılandırılarak daha fazla baskı uygulayan bir konuma getirildi. Dairenin adı ise “Federal Çalışma Ajansı’na” (“Bundesagentur für Arbeit) dönüştürüldü.

Hartz I-III yasalarıyla Almanya’nın ucuz işgücü cennetine çevrilmesinin zemini yaratılmıştı. Ancak gerçek anlamda hayat bulması için 23 Aralık 2003’de yürürlüğe konulan ve en çok tartışma yaratan Hartz IV’e ihtiyaç vardı.

Hartz IV ile daha önce işsizlik sigortası kapsamında, işsizlik parası (“Arbeitslosengeld”) süresi dolduktan sonra ödenen “işsizlik yardımı” (“Arbeitslosenhilfe”) ve hiç çalışmamış olanlara ödenen “sosyal yardım” kaldırıldı ve yerine her iki kesim için “İşsizlik Yardımı II” (ALG II) yürürlüğe girdi. ALG II, daha önce yürürlükte olan işsizlik yardımının (son aylığın yüzde 57’si çocuğu olanlara/yüzde 53’ü çocuğu olmayanlara) çok altında olduğu gibi sosyal yardımın da çok altında kaldı. Daha önce her yıl yeniden başvurmak şartıyla sürekli uzatılan “işsizlik yardımı” (“Arbeitslosenhilfe”) yerine artık “şartlara uymadığı” gerekçesiyle sürekli miktarı düşürülebilecek bir sözde “yardım” yürürlüğe konulmuştu.

Ayrıca o günden sonra “ALG I” olarak anılmaya başlanan işsizlik parasını alma süresi değişik yaş grupları için azaltıldı. Daha önce yaşa göre 12-48 ay arası olan ödeme süresi 12-18 aya düşürüldü. İlerleyen yıllarda 58 üstü yaş grubu için bu süre 24 aya çıkarıldı.

Bu son yasanın en önemli yanı ise işsiz kalan emekçiye her türlü işi kabul etme zorunluluğu getirmesi oldu. Daha önce en azından bir yıl boyunca tercih ettiği bir işi bulmasına izin verilen işçi, hele de bu işçi genç ve bekar ise, derhal her türlü işi yapmaya zorlanabiliyor. Aksi takdirde ceza olarak işsizlik parası olarak yapılan ödeme belirli aralıklarla artan bir oranda kesilebiliyor.

Böylece işten atılan emekçiler en geç bir yıl sonra kendilerini ya kiralık (ve ucuz) işçi yada ucuz işgücü olarak iş piyasasında buluyorlar.

Yasaların daha işlevli hale gelmesi için SPD/Yeşiller hükümeti işten çıkarmaları da “Ajanda 2010” kapsamında kolaylaştırdı.

SAĞLIK SİGORTASI DA MODERNLEŞTİ!

Çalışma yasalarının modernleştirilmesine paralel olarak “Yasal Sağlık Sigortasının Modernizasyonu Yasası” (“Gesetz zur Modernisierung der Gesetzlichen Krankenversicherung”) yürürlüğe konuldu. Bu yasayla birlikte gözlükler sadece 18 yaş altı için ödenir oldu. 2003-2013 arası üç ayda bir doktora gidildiğinde 10 Euro harç ödendi, diş tedavisinde birçok hizmet sigorta kapsamı dışında bırakıldı, sağlık sigortası aidatları önce işçi ve işveren tarafı için yüzde 0,45 düşürüldü buna paralel olarak ise işçilere yüzde 0,9’luk “Özel aidat” (“Sonderbeitrag”) yürürlüğe konuldu. Bununla birlikte sağlık sigortasının işçi ve işveren tarafından “eşit finansmanı” yürürlükten kalkmış oldu.

İlerleyen yıllarda yapılan değişik müdahalelerle özellikle jinekologlarda (kadın doktorlarında) çok sayıda ek ödemeler gündeme geldi.

RİESTER’İ UNUTMADIK!

Her ne kadar resmi olarak “Ajanda 2010” kapsamında olmasa da Yasal Emeklilik Sigortası’nın kısmi özelleştirilmesine ilk adım da SPD/Yeşiller hükümeti tarafından atıldı. 2001 yılında emeklilik sigortasında yapılan bir düzenlemeyle emekli maaşlarının düzeyi düşürülmüştü. Buna gerekçe olarak “demografik gelişmeyi” gösteren hükümet, dönemin Federal Çalışma Bakanı Walter Riester’in (daha önce IG Metall’in ikinci başkanıydı) hazırlattığı “gönüllü özel emeklilik ek sigortasını” 1 Ocak 2002’de yürürlüğe koydu. Bugüne kadar 16,3 milyon Riester poliçesi satıldı.

Geride bıraktığımız yıllarda değişik kurumlar tarafından yapılan araştırmalarda Riester-Rente’nin işçi ve emekçiler açısından bir işe yaramadığı ortaya konulmuştu. 2019 yılında federal hükümet, satılan poliçelerin yaklaşık beşte birinin dondurulduğunu tahmin edildiğini açıklamıştı.

2010 yılında emeklilik yaşının CDU/CSU ve FDP tarafından 67’e çıkarılması, emeklilik maaşı düzeyinin düşürülmesinin kararlaştırılmasının temeli de yine bu yıllarda atılmıştı.

SERMAYE DOYMUYOR…

Geride bıraktığımız haftalarda sermayenin uzmanları olarak çalışmalar sürdüren Alman Ekonomisi Enstitüsü (“Institut der deutschen Wirtschaft”) Müdürü Prof. Dr. Michael Hüther “Ajanda 2010’un 20 yılı: benzeri görülmemiş bir başarı öyküsü” (11 Mart 2023) ve “Federal Cumhuriyet bir yol ayrımında duruyor” (18 Mart 2023) başlıklı iki makale yayınladı.

İlk makalede “Ajanda 2010” kapsamında yürürlüğe konulan yasalarla Almanya’nın “Avrupa’nın hasta adamı” olmaktan kurtulduğunu, rekabet gücünün arttığını ve işsizliğin yok denecek düzeye gerilediğini belirttikten sonra, “Bugün, reformlardan 20 yıl sonra, Almanya bir kez daha „Avrupa’nın hasta adamı“ yaftasıyla tehdit ediliyor” diyor ve nelerin yapılması gerektiğini sıralıyor: Dört günlük iş haftası hayalleri yerine 42 saatlik çalışma haftası ve yeni bir emeklilik reformu!

İkinci makalede ise daha vahim bir felaket tablosu çizen Hüther, “Ajanda 2030” talep ediyor: “… siyasetin etkili yaklaşımlarla açıkları kapatması gerekiyor: daha az yerine daha fazla çalışmaya ihtiyacımız var. Hem işgücü göçü yoluyla hem de bu ülkede daha yüksek çalışma saatleri yoluyla. İsviçre, tüm çalışanların haftada iki saat daha fazla çalıştığı bir oryantasyon sunuyor. Ajanda 2030 aynı zamanda Alman ekonomisinin rekabet gücünü de güçlendirmeye çalışmalıdır; daha iyi altyapı, süper amortisman, eğitim yatırımları yoluyla” …

Hüther’in bu sözleri, Federal Çalışma Ajansı’nın başında bulunan Andrea Nahles’in, Çalışma Bakanı olduğu dönem söylediği “iş sürelerini belirleyen çalışma yasalarını bir süreliğine, bakalım etkisi ne olacak diye rafa kaldırabiliriz” sözleri hatırlandığında bir başka anlam kazanıyor.

Veya “menajerlere ikramiye, hissedarlara kârdan pay dağılımına devam edilmesinde bir sıkıntı görmeyen” DGB Başkanı Yasmin Fahimi’nin, “Almanya’nın sanayisizleşme ve işsizlik tehlikesi” ile karşı karşıya olduğunu ileri sürerken, “şimdi kapitalizmi eleştirmek yerine sermayeye daha ucuz, rekabet gücünü artıracak enerji verilmesi üzerine kafa yorulmasını” talep etmesi de Hüther’in sözlerine daha farklı bir anlam katmıyor mu?

ÖRGÜTLENELİM, MÜCADELE EĞİLİMİNİ GÜÇLENDİRELİM

2022 başından bu yana yapılan bütün toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmeleri sürecinde işçi ve emekçilerin uyarı grevi ve eylemlere katılımı yüksekti. Yükselen enflasyon, zorlaşan yaşam ve çalışma koşulları altında sendikaların TİS öncesi yaptıkları anketlere katılım yüksek olduğu gibi taleplerin belirlenmesi ve bunlar için süresiz grev dahil mücadeleye hazır olduklarını beyan edenlerin sayısı vb. bakıldığında ülke genelinde mücadele eğiliminin arttığı söylenebilir. Buna rağmen metal ve kimya işkollarında görüldüğü gibi geniş emekçi kitleleri hala çok ciddi bir biçimde işbirlikçi sendika yönetimlerinin denetiminde. Fakat Almanya genelinde kliniklerde verilen mücadelelerde olduğu gibi başta Hamburg olmak üzere limanlarda verilen mücadelelerde görüldüğü gibi sendika bürokrasisi her şeye muktedir değil. Sendika bürokrasisinin müdahalelerini boşa çıkarmak için tabandan geliştirilen yol ve yöntemler (Postane ve limanlarda “sözleşme imzalanmadan bize sorulacak” denildiği gibi) etkili oluyor.

Devam eden TİS görüşmelerinde reel ücret artışını içermeyen ve 12 ayı geçen sözleşmelerin imzalanmaması konusunda ne kadar ısrarlı olunur ve mücadele edilirse bu yarın verilecek daha çetin mücadelelerin zeminini de oluşturacaktır.


SENDİKALAR SUÇ ORTAĞI OLDULAR!

Hartz yasalarının yürürlüğe konulmasından önce kurulan 15 kişilik “Hartz Komisyonuna” 8 tekel temsilcisi, 2 sendikacı, 2 bilim insanı, 2 politikacı ve 1 devlet memuru atanmıştı. Komisyonda yer alan sendikacıların (Peter Gasse, IG Metall ve Isolde Kunkel-Weber, Ver.di) sonrasında, “bu kadar olacağını tahmin etmemiştik” gibi lafları tamamen gerçeği yansıtsa bile onların salt bu komisyonda yer almaları bile bu komisyona ve dolayısıyla bu saldırılara “meşru bir zemin” olduğu izlenimine neden oldu.

Komisyonun amacı en geç ilk toplantıda belli olmuştu… yani her iki sendikada yöneticilerini komisyondan çıkarma olanağına sahiptiler fakat bu opsiyonu kullanmadılar!

 

Close