YÜCEL ÖZDEMİR
İnsanlığın yeni bir yıla girmeye hazırlandığı şu günlerde, Avrupa’dan 2021’de işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul halkların sorunları birikerek artmaya devam ediyor. Önceden var olan ekonomik-sosyal sorunlara bir de pandemin getirdikleri eklendi. Ancak olağanüstü koşullara rağmen değişik alanlarda mücadele ise çeşitlenerek, yeni yollar ve kanallar bularak devam ediyor.
Kıtanın en büyük ve zengin ülkesi Almanya’da da son bir kaç yıldır sınıflararası çelişkilerin gün geçtikçe derinleştiği, zenginlerin pandemiyle rağmen aşırı zenginleştiği, yoksulların daha da yoksullaştığı ve buna bağlı olarak pek çok alanda sosyal sorunların arttığı biliniyor. Çocuklar ve emekliler arasında adeta sıradan bir durum olan yoksulluk, son yıllarda çalışmasına rağmen yoksul olanların artışıyla dikkat çekici boyutlara ulaştı.
Bu nedenle 26 Eylül’de yapılan genel seçimlerin sonucunu asıl olarak sosyal sorunlar konusunda partilerin ne dediği ya da demediği belirledi. Sosyal Demokrat Partinin (SPD) her fırsatta asgari ücreti artıracağını, emeklilik alanında bazı iyileştirmeler yapacağını vaat etmesi bile seçimleri kazanmasına yetti.
Federal İstatistik Dairesi’nin verilerine göre 2019’da halkın yüzde 15,9’u yoksulluk içinde yaşıyordu. 2020’de bu oran yüzde 16,1’e yükseldi. Bu 13,4 milyon insanın yoksulluk içinde yaşadığı anlamına geliyor. 1990’lı yılların sonunda ülkedeki yoksulluk oranının yüzde 11 olduğu gözönünde bulunduğunda ülkedeki durumun son 20 yıl içinde hangi aşamaya gelindiğini özetliyor aslında. Bu nedenle Almanya’da yoksulluk ve ona bağlı sorunlar önümüzdeki yıl ve yıllarda da siyasi gelişmelerin seyrini belirlemeye devam edecek.
Seçimlerden sonra kurulan “Ampül koalisyonu” (SPD-Yeşiller-FDP) sözleşmesinde yoksulluğun nasıl azaltılacağı konusunda somut bir hedef bulunmuyor. Asgari ücretin 12 euroya çıkarılması da, artan enflasyon karşısında ciddi bir çözüm olmayacağı için, koalisyonu oluşturan partilerin güç kaybetme ihtimali, güç toplama ihtimalinden daha yüksek.
2021’de sermaye partilerinde belirgin bir şekilde görülen çözülme ve güç kaybı artan sosyal sorunlara bağlı olarak devam edecek gibi görünüyor. Bu siyasi dengelerin çok daha hızlı değişebileceğinin de kapısı aralanmış görünüyor.
Benzer bir tablo Fransa’da da söz konusu. Mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un son geçimlere önemli oranda güç kaybettiği, çözülmenin yaşandığı geleneksel sermaye partilerinde bir toparlamanın olmadığı görülüyor. Bu nedenle de aşırı sağcı adayların yükselişi dikkat çekici. Denilebilir ki, kıta açısından 2022’de Fransa’daki seçimler öneli dönemeçleriden birisi olacak. Aşırı sağdan bir adayın seçimleri kazanması durumunda bunun AB’in iç dengelerinde yansıyacağı şimdiden ifade edilmeye başlandı.
PANDEMİ ÇELİŞKİLERİ DERİNLŞETİRDİ
2019’un sonu, 2020’nin başından itibaren dünyayı sarsmaya başlayan korona pandemisinin yarattığı belirsizlikler ve çelişkiler, aşılanmadaki ilerlemeye rağmen 2021’de artarak devam etti. Halbuki, kıta Avrupası 2021’ye “büyük bir umut”, “tünelin ucundaki ışık” olarak sunulan koronavirüs aşısını yaptırmaya başlayarak girmişti.
Aradan geçen bir yıl içinde aşıyla umutlanan toplumun umudunun büyük ölçüde kırıldığı söylenebilir. Zira aşının ölümleri azaltma konusunda olumlu, ancak tek başına yeterli olmadığı görüldü. İlk etapta bir doz aşının yeterli olabileceği şeklinde yaratılan intibanın doğru olmadığı, neredeyse her altı ayda bir kitlesel aşılamanın yapılması gerektiği görüşü ağırlık kazanmış görünüyor.
Koronayla mücadele adı altında yapılan toplumdan istenen fedakarlıklar, temel hak ve özgürlüklerden tavizler de pandeminin bitirilmesine yol açmadı. Toplamı açısından bakıldığında, hükümetler tarafından arka arkaya alınan çelişkili kararlar ve uygulamalar, koronavirüsle başarılı bir mücadelenin sürdürülmediğini gösterdiği; halk sağlığı için gereken duyarlılık ve kaynak aktarımı olmadığı; tersine tutarsızlık ve güvensizlik yaratan kararlar alındığı için, tepki ve kafa karışıklığı da artmaya başladı. 2021’in sonuna kadar daha çok aşırı sağcı-milliyetçi çevreler tarafından bilimsel gelişmeleri yok sayarak ortaya atılan komplo teorilerinin sempatizanları çelişkiler derinleştikçe artmaya devam edecek gibi görünüyor. Bu temelde her hafta sonu bir çok Avrupa ülkesinde aşı karşıtları sokağa çıkıyor.
Gelinen aşamada, insanların her adımının kontrol altına alındığı, 2G/3G’li bir hayatın başladığı, eskiden normal olmayan pek çok uyulamanın artık rutin hale getirildiği net olarak görülebiliyor. Örneğin, aşı kartıyla alışveriş yerlerine girme, toplu taşıma araçlarına binme dahil aşısızlara pek çok alanın kapatılması artık sıradan bir durum haline geldi. Toplumsal kontrol koronavirüs vesilesiyle, “app”ler üzerinden geliştirilen teknolojinin yardımıyla daha da arttı.
Genel olarak var olan çelişkilere 2021’de bir de “aşılı olanlar ve olmayanlar” eklendi. 2022’de aşı yaptırmayanlara pek çok alanında kapıların kapanacağı da bugünden görülebiliyor. Üstelik bir çok Avrupa ülkesinde işyerlerinde aşı zorunluluğu getirildiği, aşı yaptırmayanların ya işten atıldığı ya da ayrılmak zorunda kaldığı biliniyor.
SOSYAL MÜCADELE DİNAMİKLARI
Bütün bunlar 2022’de pandeminin alacağı duruma bağlı olarak geniş emekçi sınıflar arasında olanları olduğu gibi kabul etme ya da seyirci kalma eğiliminin azalacağını, izlenen politikaların sorgulanmasını beraberinde getireceğini gösteriyor. Son iki yıldır ortaya çıkan sorulara doğru yanıtlar verilmediği takdirde güçlü bir toplumsal hareket kaçınılmaz görünüyor.
Konut, sağlık, emeklilik, asgari ücret, çevre vb. sosyal sorunlarda hükümetin verdiği sözleri yerine yetirip getirmeyeceği konusunda bir bekleme sürecinin yaşanacağı ise bugünden görülebiliyor.
Hükümetin programında küresel ısınmaya karşı ciddi somut adımlar bulunmadığı için bugünden ifade edilen değişik eleştiriler daha da yükselebilir. Gençlerin hükümet üzerinde baskıyı arttırmak için atacağı adımlar diğer sosyal hareketleri de etkileyebilir.
Mevcut hükümetin savaş ve silahlanma konusunda ise daha pervasız olacağı bugünden görülüyor. Özellikle Ukrayna üzerinden Rusya ile girilen gerilimin sıcak bir savaşa dönüşmesi durumunda Almanya’nın üzerinde düşecekleri eksiksiz yerine getirmeye çalışacağı verilen mesajlardan anlaşılıyor. Alman silah tekelleri, bu gerilimi özellikle Doğu Avrupa’daki ülkeleri silahlandırmak için bir fırsat olarak görüyor.
Yeni kurulan koalisyon hükümeti, bir yandan geniş işçi ve emekçi kesimindeki öfkenin toplumsal bir harekete dönüşmemesini gözeteceği; ama bir yandan da büyük sermayenin gerek ülke içinde gerekse uluslararası rekabette avantajlar elde etmeye yönelik taleplerini hayata geçirmeye çalışacağı; dolayısıyla biri diğerine dolanan farklı adımlar atması gerektiği zorlu bir yıl bekliyor.
Dolayısıyla konut, sağlıki eğitim, çevre, işçi hakları vb. konularda emekçiler lehine alınaak mesafeyi, ’ne kadar toplumsal baskı o kadar sonuç‘ prensibi belirleyecek.
2021’deki gelişmeler sorunları, çelişkileri ve buna bağlı olarak toplumdaki öfke ve hoşnutsuzluğun çoğalmasına sahne olurken, 2022, bekleme halinin bitişi ve ezilen kesimlerin talepleri için hareketlenmeye geçmesi açısından kritik bir yıl olmaya aday görünüyor. Zira, kapitalist-emperyalist sistem dünyayı her geçen yıl biraz daha yaşanmaz, hayatı çekilmez hale getiriyor. Bunun bir kader olmadığı bilinci geliştikçe, insanca yaşam ve hak arayışları konusunda da farklı bir tablo oluşacaktır. (YH)