Written by 11:38 POLITIKA

Almanya-Türkiye arasında bezirgan politikası

Almanya ile Türkiye’de hükümetler ne zaman Osmanlı’ya kadar uzanan köklü dostluktan söz etseler, bilin ki birbirlerinden birşeyler istemeye hazırlanmaktalar!

Geçtiğimiz günlerde Davutoğlu’nun Berlin ziyareti de böyle oldu: Kameralara birbirini pohpohlayan demeçler verildi, 250 yıllık dostluktan söz edildi… Ve sonra anlaşıldı ki, kapalı kapılar arkasında ‚kan ve barut kokan‘ bir atmosferde, Türk hükümetinin Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya gelişini engelleme işi üzerine sıkı bir pazarlığa girişilmiş.

Alman hükümeti, Türkiyeli meslektaşlarına biçtikleri “bekçilik görev”inin acilen ve eksiksiz yerine getirilmesini isterken; Davutoğlu ise Osmanlı bezirganları (tüccar) gibi, eline geçen fırsatı sonuna kadar değerlendirmek için epey bir kabarık liste sundu Merkel’in önüne!

Listede yok yok: Suriyeli mültecileri engellemek için 3 değil 5 milyar Euro verilmesi… Hükümetin Kürt illerinde hukuk ve demokrasiyi askıya alarak devreye soktuğu şiddet ve imha politikasının görmezden gelinmesi.. Suriye’de Kürt halkının meşru temsilcisi PYD’ye karşı izlenen tecrit politikasına fazla muhalefet edilmemesi… Almanya’da faaliyet gösteren bazı Türk ve Kürt siyasi gruplara baskı uygulanıp 4 bin dolayında kişinin iade edilmesi vb…

Berlin’deki Merkel-Davutoğlu görüşmesinin dikkat çeken tarafı da, ilk kez “hükümetler arası stratejik istişareler toplantısı” olarak gerçekleşmesiydi. Almanya, az sayıda ülkeyle bu tür toplantılar yapmakta. Türk hükümetinin bu tarz bir buluşma ile ağırlanması bile başlı başına Türkiye’ye ne kadar önem verildiği mesajı içeriyor yani.

ALMANYA NEDEN ERDOĞAN VE AKP’YE DESTEK VERİYOR?

Toplantı vesilesiyle, Almanya’nın Türkiye ile ilişkileri, daha doğrusu Merkel’in, bir çok açıdan sorunlu ve şaibeli bir durumda olan Erdoğan ve AKP hükümetine neden bir süredir önemli bir destek sunduğu konusu basın ve siyaset dünyasında epey tartışma konusu oldu haliyle.

Suriye ve Irak’tan Avrupa’ya yönelen göç dalgası Almanya başta olmak üzere Avrupa için epeydir önemli bir sorun olarak görülmekte ve ne yapıp edip bunun minimize edilmesi hedeflenmekte. Bunun için de Türkiye’nin tampon olarak kullanılması; diğer bir deyişle ‚bekçilik‘ görevi üstlenmesi isteniyor. Bu nedenle de, parasal, askeri, politik her türlü destek mubah ve gerekli görülüyor… Bu desteğin içinde Kürtlere yönelik baskılardan, demokrasinin ayaklar altına alınmasına onay verme de dahil kadar birçok konu yer alıyor.

Erdoğan ve AKP hükümeti de elindeki kozun öneminin farkında. Bu yüzden fırsatı sonuna kadar kullanmak istiyor. Örneğin daha önce anlaşılan “3 milyar Euro’ya yetmez deyip, 5’e çıkarılmasını” istiyor; Ege Denizi’nde hemen her gün üçer beşer ölümlerin yaşandığı mülteci geçişine bilerek göz yumuyor ve sahile vuran cesetler üzerinden Avrupa’ya, Almanya’ya baskıyı sıcak tutmak istiyor…

Almanya ve Avrupa da bunun farkında elbette ama Suriye’de, Irak’ta durmadan mülteci üreten bir Ortadoğu politikaları yüzünden, dönemsel bir kısır döngü ve çaresizlik içinde olduğu için geçici bir taviz politikası izliyor.

STEINMEIER’İN İTİRAFI

Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier’in, Berlin’deki buluşmadan bir hafta önce Türkiye konusunda gazetecilere yaptığı açıklamalar da bunun açık itirafı niteliğinde idi.

Almanya’nın, Türkiye’de insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda yaşanan ihlallere rağmen mülteci krizinde işbirliğine gitmesiyle ilgili yöneltilen soruya Steinmeier, “Dış politikayı sadece demokratik, etik ve ahlaki algıların yüzde yüz örtüştüğü ülkelerle yapmak kolay olurdu” diyerek, sözlerine şöyle devam ediyor:

Tabii ki Türkiye’deki iç siyasi gelişmelere ilişkin görüşlerimiz var. Ve tabii ki Ankara ile Kürt bölgeleri arasında birkaç yıl süreyle şaşırtıcı bir şekilde yapıcı bir biçimde ilerleyen sürecin sekteye uğrayıp, sonu olmayan, 80’li yıllardaki şiddetli çatışmalar dönemine dönülmesini istemiyoruz. Ancak öyle ya da böyle aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa’ya göç yolunda kilit ülke konumunda olduğu da açık. Evet gelişmeleri görüyoruz ama mülteci akımını önemli ölçüde azaltmak istiyorsak Türkiye’yi göz ardı edemeyiz.” (Kaynak: DW)

ALMANYA ÇARESİZ Mİ?

Evet Almanya’da basın ve siyaset çevrelerinde çizilen resim genel hatlarıyla bu şekilde: Türkiye’nin mültecileri bir şantaj olarak kullanması ve Almanya’nın da ‚çaresiz‘ kalarak, Erdoğan ve AKP hükümetinin suçlarına ses çıkarmaması… Elbette resmin bir açıdan görüntüsü böyle; ama tablo bu görünenden ibaret değil: Almanya’nın tutumunu ‚çaresizlikle‘ açıklamak saflık olur.

Almanya elbette mülteci akımını durdurma, değilse bile en aza indirme gayretinde ve bu yüzden de, hem ekonomik hem de siyasi bakımdan çok daha az bedel ödeyerek Türkiye’yi tampon bölge haline getirmek için elinden geleni yapıyor. Ama AKP ve Erdoğan’ın ülke içinde ve bölgede demokrasi, insan hakları, savaş kışkırtıcılığı, Suriye hükümetini çökertme vb. konularda işlediği suçlara sessiz kalmanın ötesinde, bu suçlara ortak olma anlamına gelen bir politika izliyor.

Çünkü Ortadoğu bu aralar kaynayan bir kazan; ülkeler arasındaki rekabet ve çatışma alabildiğine hız kazanmış, stratejik ülkelerin sınırları yeniden çizilmekte, bölgeye hangi güçlerin hakim olacağı sorusuna yanıt aranmakta… ABD gibi Avrupa da, bölgeye ilişkin amaçlarını gerçekleştirmek için geleneksel işbirlikçisi ve dayanağı durumundaki Türkiye’yi değerlendirme; en azından kendi planlarına ayak bağı olmamasını sağlama derdinde doğal olarak.

DESTEK DEĞİL ÇIKARLARININ GEREĞİ

Diğer taraftan Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerdeki hükümetlerin halklara ve insanlığa karşı suçlar işlemesi Avrupa ve Almanya’yı yönetenler açısından “kırmızı çizgi” değil; onlar için asıl önemli olan bölgedeki kısa veya uzun vadeli çıkarları. Ne zaman ki, adı geçen bu ülke hükümetleri, kendi ekonomik, askeri, politik çıkar ve planlarına ayakbağı olmaya başlar, “demokrasi, insan hakları” vb. konular o zaman diplomatik baskının bir enstrümanı olarak kullanılır! Almanya ve Avrupa’daki hükümetlerin öne çıkan kaygısı, Suriye ve Irak’taki krizin, Rusya ve İran’ın lehine sonuçlanmaması olduğu için Suudi Arabistan veya Türkiye’ye ihtiyaç duyulmakta, bu yüzden de “kilit ülke” olarak ilan edilmekteler. Türkiye ve Suriye’de Kürtlerin katledilmesi, demokrasi ve insan haklarının ayaklar altına alınması ise bu stratejik çıkarların yanında çok rahat görmezden gelinebilecek “iç işlerdir”! En ufak bir gelişmede patriot füzelerinin, tornado uçaklarının veya diğer savaş gereçlerinin hizmete sokulması, NATO’nun derhal devreye girmesi vb. tutumlar, her ne kadar Türkiye’ye destek içerse de bu yüzden aslında Almanya ve Avrupa’nın kendi politikasının ve çıkarlarının bir gereği ve sonucudur aslında. Kaldı ki bunun bir yönü de, zaman zaman yeni Osmanlıcı hayaller peşindeki AKP hükümetinin kontrolsüz maceralara girmesini baskılamaktır.

Almanya ve Türkiye hükümetlerini ‚uyumlu‘ olmaya iten bir neden de elbette silah satışı ve dış ticaret konusundaki sıkı ortaklıktır. Nitekim Almanya, Türkiye’nin en önemli ticari partneri durumundadır ve uzun yıllardır Almanya bu ticaretten her yıl ortalama 8 milyar Euro gibi bir artı sağlamaktadır. (*)

Sonuç olarak, Alman hükümeti sorgulanacaksa, bu, Türkiye, Suudi Arabistan gibi bölgede kan üzerinden politika yapan hükümetlere verdiği destekten öte, ABD vd. Batılı müttefiklerle birlikte bölgede savaşı kışkırtma; Türkiye veya Suudi Arabistan hükümetleri gibi oyuncuların rol aldığı bu oyunun senaryosunu hazırlama çerçevesinde bir sorgulama olmak durumundadır.

(*)Almanya, uzun yıllardır Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke durumundadır. 2007’den itibaren 10 milyar doların üzerinde seyretmekte olup, 2014’te 15,1 milyar, 2015’te de 13,4 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirilmiştir.

Almanya Türkiye’nin aynı zamanda en fazla ithalat yaptığı ülkedir. Türkiye’nın Almanya’dan ithalatı 2014’te 22,3 milyar, 2015’te de 21,3 milyar Dolar olmuştur.

Close