Written by 08:30 AVRUPA

AP seçimleri: AB için yol ayrımı mı?

YÜCEL ÖZDEMİR

Avrupa Parlamentosu (AP) için ilk oylar dün Hollanda’da sandıklara atılmaya başlandı.

Pazar gününe kadar Avrupa Birliğine (AB) üye 27 ülkede 16 yaşından büyük 400 milyona yakın seçmen AP’nin yeni üyelerini belirlemek üzere oy kullanacak. AP’ye en fazla milletvekili gönderen ülke 96 ile Almanya. En az ise Luxemburg, Malta ve Kıbrıs 6’şar vekil gönderiyor. Genel olarak katılımın yine yüzde 50 civarında olması bekleniyor. Pazar günü açıklanacak seçim sonuçları kıta Avrupa’sının politik havasını yansıtma bakımından önemli bir veri olacak. Bu havaya bağlı olarak AB’de bundan sonra hangi siyası eğilimlerin uzlaşarak, hangilerinin çatışarak yoluna devam edeceği görülecek.

Bu seçimlerin en önemli yönü, AP’deki aşırı sağcı, milliyetçi, muhafazakar grupların ne kadar milletvekili kazanacakları ve bu sayının meclis aritmetiğini etkileyip etkilemeyeceği olacak. AB’nin karar merkezi Brüksel’den dayatılanlara karşı çıkan ya da eleştirel yaklaşan aşırı sağ, milliyetçi, faşist güçler, özünde AB’nin ulus devletlerin üzerindeki tahakkümüne, belirleyiciliğine karşı çıkıyor.

Bu çizgiyi temsil eden iki fraksiyon geçmiş dönemde AP’de temsil ediliyordu. Aşırı sağ, sağ popülist ve aşırı milliyetçiler “Kimlik ve Demokrasi” grubu adı altında bir araya gelirken aşırı muhafazakar ve milliyetçiler ise “Avrupa Muhafazakar ve Reformcuları” (EKR) grubunu kurdu.

Anketler, önümüzdeki dönem 720 sandalyeden oluşacak AP’de bu grupların kazanacağı vekil sayısının 180’e kadar çıkabileceğini ileri sürüyor. Şu anda sayıları 128. İki grubun bazı konularda güç birliği yapması ise kuvvetle muhtemel.

Almanya’da yayımlanan Süddeutsche Zeitung’un aktardığına göre, Kimlik ve Demokrasi grubunun önemli temsilcilerinden biri olan Fransız sağcı Marine Le Pen, katıldığı bir seçim toplantısında, EKR’nin önemli siması İtalya Başbakanı Giorgia Meloni’yi kastederek, “Temel konularda anlaşacağımızı düşünüyorum. Çünkü ikimiz de ülkelerimiz üzerindeki kontrolü geri kazanmak istiyoruz” diyor. (27.04.2024)

Aşırı sağcıların AP’de güç olarak AB’nin ulus devletler üzerindeki etkisini kırmaya deneyecekleri anlaşılıyor. Bu nedenle Meloni de sırf partisi çok oy alsın diye AP milletvekilliğine aday oldu. Gelişmelere ve mesajlara bakılırsa Meloni ile Le Pen arasında Avrupa sağının lideri, toparlayıcı olma yarışı devam edecek. Le Pen’in hesabı Avrupa sağından aldığı desteğin de etkisiyle 2027’de Fransa’da cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak. Anketlere göre Le Pen’in partisi şu anda Fransa’da birinci.

Sadece İtalya ve Fransa’da değil, Hollanda, Almanya, İspanya başta olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde aşırı sağın alacağı yüksek oylar bu seçimlerin en çok tartışılacak yanlarından biri olacağı bugünden görülüyor.

Bundan sonra asıl önemli olan, Avrupa’nın yerleşik sermaye partilerinin, sistemin kenarından merkezine doğru ilerleyen bu aşırı sağ, muhafazakar, ırkçı ve faşist parti ve akımlara karşı nasıl tutum alacağıdır. Göçmen ve İslam karşıtlığını kendilerine baş konu yapan, savaşa ve militarizme, sosyal kısıtlamalara tam destek veren bu parti ve akımlarla özellikle muhafazakar Avrupa Halk Partisi (EVP) arasında bir yakınlaşma ihtimali artıyor. Aşırı sağla mücadele yerine onunla uzlaşmadan yana olduğu anlaşılan AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bu yakınlaşmanın mimarı gibi görünüyor. Alman basınında bir süredir yer alan haberlerde von der Leyen ile Meloni arasında bir yakınlaşmanın olduğuna işaret ediliyor. Bu nedenle de Alman hükümeti tarafından komisyon başkanlığına von der Leyen yerine başka siyasetçileri önereceği de kulislerde dolaşmaya başladı.

Muhafazakarların; sosyal demokratlar, liberaller ve yeşiller yerine aşırı sağla iş birliğini geliştiren bir sürece girmesi, bu aynı zamanda bir paradigma değişikliğine de yol açabilir. Bu partiler, pek çok Avrupa ülkesinde muhafazakar bugüne kadar aşırı sağla aralarına bir “yangın duvarı” (Brandmauer) ördüler. Yani iş birliği için kapıları kapalı tutular. Ancak bu kapı kısa bir süre önce Hollanda’da açıldı. Aşırı sağcı, İslam düşmanı Geerd Wilders’in partisi koalisyonun hem de büyük ortağı oldu.

Kapıların açılmaya devam etmesi durumunda aşırı sağcı, ırkçı, milliyetçi ve faşist partiler bulundukları ülkelerde daha fazla devlet aygıtının parçası haline gelerek, sosyal demokratlardan komünistlere karşı uzanan geniş yelpazedeki sol ile mücadeleyi göçmen ve mültecilerle mücadelenin yanına yazabilirler. Bu da daha siyasi çalkantılı, gerilimli, kutuplaşmış bir Avrupa anlamına gelecektir.

Böylesine bir tablonun ortasında AB doğal olarak mevcut gücünü kaybedecek yerine ulus devletlerin çıkarlarını önceleyen politikalar güç kazanacak. Bütün bunlar bizi doğal olarak Lenin’in 1915’te “Avrupa birleşik devletleri üzerine” yaptığı tespite görüyor: “Kapitalizm koşullarında birleşik Avrupa devletleri ya mümkün değildir ya da gericidir.” Avrupa aynı anda hem “Mümkün değil” hem de “gericiliğe” doğru ilerliyor. İkisi birbirinden kopuk değil, bağlantılı.

Aşırı sağın, AB karşıtlığının güç topladığı Avrupa’da solun neden varlık gösteremediğini ise seçim verilerinin ışığında önümüzdeki hafta irdelemeye devam edeceğiz.

Close