Written by 09:10 POLITIKA

Avrupa’da aşırı sağ büyürken sol neden ve nasıl küçüldü?

YÜCEL ÖZDEMİR

Avrupa, Ukrayna Savaşı’nın da etkisiyle artan yoksulluk ve büyüyen gelecek kaygısı nedeniyle önemli bir dönemeçten geçiyor. Buna bir de silahlanmaya ayrılan devasa bütçeler, yapılan savaş hazırlıkları eklendiğinde dönemeç adeta sert bir viraj halini alıyor. Bu nedenle Alman basını şimdiden, haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde aşırı sağın yükselişine dair haberler yayımlamaya başladı. 27 AB ülkesinin üçte birinde aşırı sağcı, milliyetçi, ırkçı-faşist partiler kamuoyu yoklamalarında çoğunlukla birinci; bazılarında ise ikinci görünüyor.

Uzun yıllardır neoliberalleşen, savaş ve militarist politikaların yürütücüsü haline gelen, bu nedenle solun tarihsel “ilericilik” sıfatını çoktan kaybetmiş eski sosyal demokrat ve yeşil partileri, artık siyasi yelpazenin “sol”unda saymamak gerekiyor. Bu durumda geriye halen “sosyal adaletten” yana olduklarını ifade eden sol sosyal demokratlar, komünizmle ilgisi kalmayan sözde komünist partiler ve gerçek sosyalist/komünist gruplar kalıyor. Bu grupların AP seçimlerinde güçlü bir çıkış yapmasını ise kimse beklemiyor.

Ekonomik sosyal koşulların ağırlaştığı, gelecek kaygısının büyüdüğü koşullarda mevcut kapitalist sistemi eleştiren, görece sosyal programlar savunan sol sosyal demokratlardan başlayarak gerçek komünistlere kadar geniş yelpazenin varlık gösteremediği, aşırı sağın ise sürekli güç kazandığı bugünkü momentum, merkezdeki sistem partileri güç kaybederken sağ ve sol uçlarda görece güçlenmenin olacağı şeklindeki klasik şablona uymuyor. İçinden geçtiğimiz, ne zaman kapanacağını kestiremediğimiz bu özgün dönemin nedenleri üzerine düşünmek, doğru çıkış yolları bulmak, işçi sınıfı başta olmak üzere emekçi sınıfların gerçek kurtuluşu için kaçınılmaz görünüyor.

KRİZLE GELEN YÜKSEKLİK DÖNEMİ ERKEN KAPANDI

2008/09 krizinin de etkisiyle Avrupa çapında yükselişe geçen küreselleşme karşıtı toplumsal hareket ve buna bağlı görece kamusallaştırmayı savunan, sermayeden daha fazla vergi alınmasından yana olan sol sosyal demokrat partilerin yükselişi, Yunanistan’da SYRIZA, İspanya’da Podemos, Almanya’da Sol Parti (Die Linke), Fransa’da sonradan “Boyun Eğmeyen Fransa” (La France insoumise) adını alan Sol Parti (Parti de Gauche) ve Hollanda’da Sosyalist Partinin (SP) ulusal meclislerde ve Avrupa parlamentolarında güçlü temsiline yol açtı.

Hepsi aslında birer koalisyon olan bu partiler arasında, sosyal demokrat Sosyalist Parti (SP) önemli oranda çözüldüğü için bir tek Fransa’da Jean-Luc Melenchon’un liderliğini yaptığı “La France insoumise” halen önemli bir güç. Bunda Melenchon’un popülerliği ve karizmasının payı büyük.

Diğer sol sosyal demokrat partiler daha fazla güçlenmeden, ilerici alternatifler ortaya koymadan eriyip gittiler. Bunların başında ise elbette Yunanistan’da “borç krizi” döneminde AB’nin dayatmalarına karşı çıkan halkın öfkesinin tercümanı olan, aldığı destekle iktidara gelen SYRIZA geliyor. Denilebilir ki; sözünü ettiğimiz Avrupa solunun yükselişten güç kaybetmeye evrilmesinde SYRIZA’nın sisteme teslim oluşu, Podemos’un koalisyon ortağı haline gelerek ‘Öfkeliler Hareketi’nin taleplerini bir tarafa itmesinin payı çok büyük.

SYRIZA’nın AB politikalarına teslim olmasına karşı çıkarak istifa eden Dönemin Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis’in, 4 Nisan’da Frankfurter Rundschau gazetesinde yayımlanan söyleşisinde söyledikleri bu açıdan dikkate değer. Kendisini “Marksist” olarak tanımlayan Varoufakis açık olarak “Avrupa’da solun yenilgisinin sorumlusu biziz” diyor ve bunu şu şekilde gerekçelendiriyor: “Geçmişte sosyal demokratlar, komünistler ve diğerleri arasındaki bölünme en çok faşistlere yaradı. (…) Şimdi daha önce seyrettiğimiz bir filmin başını izliyoruz. Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Yunanistan’da 2015’te SYRIZA ile bu döngüyü kırma fırsatımız oldu. Herkesin gözü oradaydı. Ya başarılı olsaydık? O zaman Podemos farklı olurdu. Fransa’da işler farklı olurdu. Ama SYRIZA ile başarısız olduk, bu nedenle Avrupa genelinde solun yenilgisinden biz sorumluyuz.” (fr-online.de)

Sol sosyal demokrat çizgideki SYRIZA, iktidara geldikten sonra Yunan sermayesinin ve AB’nin bütün dayatmalarını olduğu gibi kabul etmemiş olsaydı ve seçimlerden önce ileri sürdüğü tezlerin bir bölümünü yerine getirip, ülke ekonomisini ayağa kaldırabilseydi, elbette Avrupa’da bugün farklı bir “sol dalga”dan söz edilebilecekti. Bunu yapabilmesi için ise gerçekten AB’yi, NATO’yu karşısına alacak devrimci programının olması gerekiyordu. Bu olmadığı için dediklerini yerine getirmediği gibi halka acı reçeteler dayattı. Sonunda halk da cezayı kesip, muhalefete gönderdi. Ardından bölünme, ABD’den transfer edilen kapitalist bir lider vs…

Benzer bir durum İspanya’da iktidar ortağı olan Podemos için de geçerli. İç tartışmalar nedeniyle yaşanan bölünmeden sonra kurulan ve şu anda hükümet ortağı olan “Sumar”, sosyal demokratların peşine takılmış, askeri harcamaların artırılmasını savunuyor. Yeni bir bölünme kapıda görünüyor. Almanya’da ise Sol Parti yerlerde sürünüyor. Partiden ayrılanların kurduğu Sahra Wagenknecht İttifakı, milliyetçi söylemlere sarılmış, soldan ziyade sağdan mesajlar veriyor.

Dolayısıyla, bugün kıta genelinde aşırı sağın yükselişinin asıl sorumlusu geniş emekçi kesimlerin sisteme olan öfkesini örgütleyecek güçlü siyasi oluşumlar yaratma becerisi gösteremeyen ilerici, antikapitalist soldur. İktidara gelmeden önce yerleşik düzeni değiştirme iddiasında olanlar, iktidara geldikten kısa bir süre sonra sistem tarafından kolayca yedeklenip entegre edildiği için “sola” güven duyulmuyor.

KPÖ’NÜN YEREL BAŞARISININ SIRRI

Bütün bu olanlar arasında Avusturya’nın bazı eyaletlerinde Komünist Parti (KPÖ), eşine az rastlanılan başarılara imza atıyor. Graz’dan sonra Salzburg’da da önemli bir güç haline geldiler. Başarının arkasında ise seçilmiş milletvekillerinin kendi maaşlarından oluşturdukları fonlarla evsizlere, yoksullara yardım kampanyaları örgütlemeleri var. Yerel meclislere girdikleri halde az bir maaşla yaşamaya devam etmeleri, kendilerine oy verenlerden koplamamaları, söyledikleriyle yaptıkları arasında bir uyumu ortaya koydukları için güven kazanıyorlar. Seçilenlerin ekonomik şartlar ve yaşam tarzı bakımından içinden geldikleri toplumsal kesimlerden kopmaması temel ilke olarak belirlenmiş. Genel olarak “sol”un her ülkede kaybettiği güveni yeniden kazanması için bugüne kadar yaptıklarından farklı bir şeyler yapması gerektiği ortada.

Kıta genelinde tablonun değişmesi için solun tarihsel hazinesinde yeterli kadar teorik ve pratik deney ve tecrübe var. Vakit kaybetmeden, bayrakları derleyip toparlayıp tabandan güçlü sistem karşıtı, devrimci bir hareket yaratma ihtiyacı her geçen gün kendisini daha fazla dayatıyor.

Close