Written by 21:00 HABERLER

Beş terör saldırısı ve farklı tutumlar

Almanya’da bir süredir seri terör saldırılarıyla sarsılıyor:

  • 23 Ağustos 2024’te Solingen’de iltica başvurusu reddedilen Suriye’den gelen bir mülteci tarafından sokak şenliğine düzenlenen bıçaklı saldırıda 3 kişi hayatını kaybetti.
  • 20 Aralık’ta Magdeburg’da Suudi Arabistan’dan gelen, aşırı sağcılara sempati duyan, İslam düşmanı mesajlar veren Dr. Taleb al-Abdulmoshen tarafından Noel pazarına arabayla düzenlenen saldırıda 6 kişi hayatını kaybederken, 299 kişi yaralandı.
  • 22 Ocak’ta Aschaffenburg’da Afganistan’dan gelen ve psikolojik tedavi gören bir mülteci tarafından gerçekleştirilen bıçaklı saldırıda biri çocuk olmak üzere iki kişi hayatını kaybetti.
  • 13 Şubat’da Münih’te Afganistan’dan geldiği belirtilen bir kişi tarafından Ver.di sendikasının düzenlediği gösteriye yapılan arabalı saldırıda bir anne ve iki yaşındaki kızı hayatını kaybetti, çok sayıda kişi de yaralandı.
  • 3 Mart’ta Mannheim’de karnaval yürüyüşüne Alman aşırı sağcı, Neonazi Alexander S. tarafından düzenlenen saldırıda iki kişi hayatını kaybetti. Saldırı öncesinde saldırganın psikolojik sorunları olduğu ifade edilirken, aşırı sağcı olduğu ancak iki gün sonra ortaya çıktı.

Bu beş terör saldırısını birbirinden ayıran pek çok farklı özellik bulunuyor. Kurbanlar ise hep farklı ulusal kökenlerden emekçiler, çocuklar oldu.

Ancak bu saldırıların hepsi aynı şekilde sarsıcı olmadı. Solingen’deki saldırı, eylül ayında Doğu Almanya’daki üç eyalette yapılan seçimlerin öncesine denk geldiği için hükümet ve muhalefet partileri mülteci düşmanlığını alabildiğince körüklemenin vesilesi yaptılar. Apar topar 28 Afganistanlı mülteci Katar’ın arabuluculuğunda Afganistan’a sınırdışı edildi. Sonra da sınırların kapatılması, kontrollerin arttırılması konusunda bir dizi karar alındı.

Estirilen göçmen ve mülteci düşmanı hava üç eyalette de aşırı sağcı AfD’ye yaradı. Ancak özellikle hükümet partileri bundan bir sonuç çıkarma yerine aynı kampanyayı sürdürmeye devam ettiler.

6 Kasım’da koalisyon hükümetinin dağılmasından sonra gerçekleşen Magdeburg, Aschaffenburg ve Münih saldırıları da aynı şekilde ırkçı partiye yaradı. Özellikle Magdeburg’daki saldırganın her fırsatta AfD’ye yaptığı övgülerin çoğu hasır altı edildi, geldiği ülke ve kökeni öne çıkarıldı. Bu temelde Magdeburg’da aynı parti saldırıyı suistimal etmek için gösteriler de düzenledi. Terör saldırısını seçim kampanyasına malzeme yapma adeta zirveye çıkarıldı. Televizyon programlarında ve gazete haberlerinde aşırı sağcı, psikolojik sonları da olduğu anlaşılan bir kişi tarafından eylemde 6 kişinin hayatını kaybetmesinin faturası göçmenlere ve mültecilere çıkarıldı.

Seçim kampanyasının ortasında Aschaffenburg’da gerçekleşen terör saldırı ise bu düşmanlığın tuzu biberi oldu. Saldırı sırasında Fas’tan gelen bir çocuk ile onu kurtarmaya çalışan 40 yaşındaki bir Alman’ın hayatını kaybetmesi öne çıkarılırken, saldırganın gerçekten psikolojik tedavi gören bir mülteci olduğu gerçeği ise sürekli gizlendi, arka plana atıldı. Saldırı her toplumda var olan benzer hastalıklı kişilerin yaptığı ya da yapabileceği bir eylem olarak görülmedi. Görülmek istenmedi.

Solingen ve Magdeburg’da yarım kalan “sınırdışı” söylemlerinin kapsamı genişletildi. Münih’te sendika kortejine yapılan saldırıdan sonra ise önce gerçekler çarptırıldı, sonra da düşmanlık körüklenin. Afganistan’dan gelerek iltica başvurusunda bulunan saldırganın radikal dinci kimliği konusunda daha önce hiçbir bilgi olunmazken, sonradan “hızla radikalleştiği” tezleri ortaya atıldı. Kurbanların ailesi ve sendikanı sağduyulu yaklaşımları kısmen de olsa aşırı sağcıların söylemlerinin önüne geçti. Ancak mülteci düşmanlığını kullanarak oyunu arttırmasını engelleyemedi. Seçimlerden önce gerçekleşen bu saldırı da öncekiler gibi ırkçıların, göçmen düşmanlarının ekmeğine yağ sürdü.

Seçimler bittikten sonra Mannheim’de gerçekleşen saldırı ilk etapta yukarıdakilerle aynı şablonda idi. Eğer saldırgan Pakistan kökenli göçmen taksi şoförü Afzal Muhammad tarafından köşeye sıkıştırılıp yakalanması sağlanmasaydı, belki bunun da faturası göçmenlere kesilecekti. Bu “kahraman” kişinin gösterdiği cesaret bir taraftan saldırının göçmenlere fatura edilmesini önlerken diğer taraftan ise saldırganın bir Neonazi olduğunu açığa çıkardı. Alexander S. tarafından düzenlenen saldırı sonrasında kamuoyundaki tartışmalar elbette önceki saldırılardan sonraki gibi olmadı. Psikolojik rahatsızlığı öne çıkarıldı, Neonazi geçmişinin üzeri örtülmeye çalışıldı. Üstelik hiç kimse saldırı nedeniyle bütün Neonazilere yaptırım uygulanmasını gündeme getirmedi!

“Antifaşist” araştırma platformu “Exif ‘in Ekim 2018’de yayınladığı fotoğraflarda Alexander S., Berlin’de Reichsbürger ve aşırı sağcılar tarafından düzenlenen bir yürüyüşte görülüyordu. O dönemde gösteriyi düzenleyenler arasında NPD’nin Berlin şubesi de bulunuyordu. Araştırma platformuna göre, 2018 yılında “Ring Bund” üyesi olduğu da söyleniyor.

Yaşanan bu örnekler, sistem partileri ve kurumlarının her saldırıya aynı yaklaşmadığını bir kez daha göstermiş oldu. Nasıl ki son Mannheim saldırısından bütün Almanlar sorumlu değilse, Almanya dışından gelen bir mülteci tarafından işlenen saldırı ve suçun faturası da, bütün mültecilere ve göçmenlere çıkarılamaz. Bireysel kriminal vakaları, kendi politikaları için adeta bir fırsat olarak görenler, halk arasında etnik köken ve inanç üzerinden kutuplaşma ve düşmanlaşmayı körükleyerek aslında daha büyük bir suç işlemekteler. (YH)

Close