Written by 16:39 HABERLER

Bozkurtlar Almanya’nın himayesinde büyüdüler

Almanya’nın “Ülkücü hareketi” ‚yeni‘ keşfedip yasaklamayı gündeme getirmesi doğru yöne atılmış olumlu bir adım. Ancak son 40 yıl içinde olanlara baktığımızda bu hareket Almanya’nın himayesinde varlığını sürdürerek güçlendiği yönünde. 1980 askeri darbesinden kaçan azılı katillerin yaptıkları görmezlikten gelindi.

Almanya ve Fransa’ın Türk Federasyonu’nu kapatmayı gündeme getirmesi ya da kapatması üzerine bu örgüt tarafından yapılan açıklamalara bakıldığında “ak sütten çıkmış kaşık” gibi kendilerini sunuyorlar. Yani “demokrasiye bağlı”, “ırkçılığa karşı”, “herkesin kendi görüşlerini özgürce ifade etmesinden yana” kurumlar gibi tanıtıyorlar kendilerini. Her ülkedeki ‚Türk Federasyonu‘ başkanları tarafından ayrı ayrı yapılan açıklamalarda, yaşanılan ülkelerin devletine sadakat dile getirilirken, sürekli bu devletlerle birlikte çalıştıklarını ifade ediyorlar.

Gerçekten de 1978’den beri Almanya ve Fransa’da örgütlü bulunan Türk federasyonları, bugüne kadar devletlerin gözüne batmamış, faaliyetlerinden rahatsızlık duyulmamış. Ülkedeki demokratik kamuoyunun ırkçı-faşist karakterdeki ‚Bozkurtlar’la ilgili uyarıları ve engellenmeleri yönündeki talepleri görmezden gelinmişti. Örneğin hareketin lideri Alpaslan Türkeş, 30 Ekim 1978’de Dortmund’a gelip bir konuşma yaptığında, Türkiyeli ve Alman antifaşistleri gösteri yapmış ve MHP’nin Almanya’daki derneklerinin yasaklanmasını talep etmişti. Tam 42 yıldır Türkiyeli ilericilerin, devrimcilerin yasak talebine kulak tıkayan Almanya, Fransa’nın aldığı yasaklama kararının ardından mecliste bir adım attı. 18 Kasım’da parlamentoda yapılan tartışma ve ardından oylama ile MHP ile organik bağı olduğu bilinen Avrupa Türk Ülkücü Dernekleri Federasyonu (ADÜTDF) ve 1987 yılında bu federasyondan ayrılanların kurduğu Avrupa Türk İslam Birliği’nin (ATİB) yasaklanması istendi. Parlamento tarafından yapılan önerinin Almanya’da Federal İçişleri Bakanlığı tarafından uygulanıp uygulanmayacağı bilinmemekle birlikte, örgütün geçmişte Türkiye ve Almanya’da yaptıkları çoktan yasaklamayı hak ettiğini yeterince ortaya koyuyor.

1960’lı yıllardan itibaren ‚Soğuk Savaş‘ konsepti çerçevesinde kurulan MHP ve ona bağlı paramiliter örgütlerin başlıca hedefi devrimci, ilerici, sosyalistlerdi. Bunun için Türkiye’de tam 34 komando eğitim kampının kurulduğu daha sonra ortaya çıktı. Bu kamplarda yetişen ve MHP gençlik örgütleri içinde yer alan, Türk istihbaratıyla da sıkı bağlantılı olan bu kesimler tarafından işlenen cinayetlerin çoğu artık biliniyor. 1980 askeri faşist darbesiyle sol-sosyalist güçler devlet tarafından ezilince bu kez aynı kesimlere yurtdışındaki muhaliflere karşı saldırılar düzenleme görevi verildi. Her ne kadar ADÜTDF başkanı yasak kararının meclisten çıkmasından sonra yaptığı açıklamada, bir sivil toplum örgütü olduklarını ileri sürse de gerçekte paramiliter alt yapısı olan ve her an şiddete başvurabilecek bir yapıya sahip olduğu biliniyor.

Türkiye’de Kürtlere, Ermenilere, Alevilere yaşam hakkı tanımayan, pek çok kez saldırılar düzenleyen bu zihniyet, Almanya’da “Demokrasi, insan onuru ve insan haklarına öncelikli olarak önem veren; ırkçılığı, faşizmi, şiddetin ve terörün her türlüsünü inancı ve taşıdığı kültürel anlayışın gereği reddetmektedir” şeklinde kendisini sunuyor. Türkiye’de kendisinden olmayan bütün kesimlere karşı harekete geçen bir hareketin Almanya’da kendisini “ırkçılığa ve faşizme karşı” göstermesi epey komik bir durum olarak kalıyor.

Belirtmek gerekiyor ki, bugün Alman hükümet ve muhalefet tarafından dile getirilen “Bozkurtlar”ın aşırı sağcı, milliyetçiliği, halklar ve inançlar arasında nefreti körüklediği, entegrasyon sürecine zarar verdiği gerçeğini, Türkiye kökenli ilerici örgütler ve aydınlar yıllardan beri dile getiriyor. Bu nedenle onlar için aslında yeni bir durum yok.

ALMANYA’NIN DESTEĞİYLE BÜYÜDÜLER

Alman devletinin bu hareketi on yıllardır ‚görmemesi‘ elbette düşünülemez. Görmemek bir yana, Bozkurtların Almanya’da bu denli gelişip güç toplamasında Alman devletinin de geçmişte büyük katkısı oldu. Siyaset bilimci Nick Brauns’un yazdığına göre, özellikle Türkeş ile görüşen Bavyera Başbakanı ve CSU Başkanı Franz Josef Strauss ve CDU üyesi Federal Haberalma Teşkilatı (BND) Türkiye uzmanı Hans-Eckhart Kannapin, ülkücülerin örgütlenmesine büyük önem verdiler. Yazılanlara göre, bu görüşmede Strauss‘un Türkeş’e Almanya‘daki Türkiye kökenli işçiler arasındaki sol siyasal ve sendikal örgütlenmelere karşı bu hareketin örgütlenmesine yardımcı olacağının sözünü verdi. Bunda şaşıracak bir durum yok. Zira Strauss, 1978-88 yılları arasında Bavyera başbakanlığı koltuğunda oturuyordu. Federal Almanya’nın kurulduktan sonra ilk olarak 1953’da bakan olan Strauss, dönemin hükümeti içinde sola karşı düşmanlığın başını çekiyordu. Dolayısıyla, Türkeş ile ideolojik olarak yakınlıkları vardı. Gençliğinde ‚Nasyonal Sosyalist Üniversiteliler Birliği’ne üye olan Strauss, İkinci Dünya Savaşı sırasında ise Hitler ordusunda görev aldı. Cem Özdemir de meclisteki konuşmasında Türkeş’in “Hitler sempatizanı” olduğunu dile getirmişti.

Fransa’da Türk Federasyonu’nun aşırı sağcı, milliyetçi çevrelerle benzer bir bağlantısının olup olmadığı bilinmemekle birlikte, yasaktan sonra Fransa Türk Federasyonu Başkanı Orhan İlhan‘ın yaptığı açıklamada şu cümleler dikkat çekiyor: “Fransız toplumuyla samimi kardeşlik içerisinde, Fransa yasalarına sonuna kadar bağlı kalarak, Fransa devlet yetkilileriyle iyi ilişkiler kurarak faaliyetlerini tamamen demokratik zeminde yürütmüştür.“

Açıktan desteğin verildiği bu yıllarda Bozkurtlar verilen destekten de cesaret alarak Almanya’da cinayet işlemeye başladılar. Berlin Kreuzberg’de 5 Ocak 1980’de bildiri dağıtmaya çıkan öğretmen Cemalettin Kesim’i katlettiler. Cinayetin işlendiği yerde halen, Kesim’in anısına dikili bir anıt bulunuyor. 

TÜRKEŞ’TEN CDU’YA ÜYE OLMA ÇAĞRISI

Cinayete rağmen ülkücüler Almanya’da yasaklanmadı ve faaliyetlerine devam ettiler. 1980 askeri darbesinden sonra karıştıkları cinayetlerden ötürü yurtdışına gelen Ülkücülerin tümüne Türk Federasyonu yardımcı oldu. Sonradan Papa II. Jean Paul suikastine karışacak olan Mehmet Ali Ağca ve Musa Serdar Çelebi de bu örgüt içinde yer alıyordu. Hatta Çelebi başkanlık yaptığı hareketten ayrılıp aynı zihniyeti taşıyan Avrupa Türk İslam Birliği’ni (ATİB) kurdu.

Bir yandan ırkçı-milliyetçi ve halklar arasında düşmanlık uyandıran faaliyetleri bir yandan da paramiliter yapıya Türk istihbaratıyla bağlantılara ve mafyatik ilişkilere sahip olan ‚ülkücü dernekler‘, Türkiye kökenli göçmenlerin kalıcılaşmasıyla birlikte “Avrupa Türkleri” kavramını ortaya atarak, “Alman ol, Türk kal” yaklaşımıyla hareket etmeye başladılar. 

1996’da Essen Grugahalle’de düzenlenen Türk Federasyonu gecesine katılan Türkeş, açıktan taraftarlarını CDU’ya üye olmaya çağırdı. Zamanla Ülkücü/Bozkurt taraftarları sadece CDU içinde değil SPD’de de kendilerini göstermeye başladılar. Bu yıl Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde yapılan yerel seçimlerde eski Ülkücülerin kendilerine listelerde yer bulduğu da basında tartışıldı. Offenbach’taki belediye seçimlerinde olduğu gibi ise bazı kentlerde bağımsız adaylar olarak seçimlere katıldılar.

Bütün bunlardan ötürü doğru yöne atılmış bir adımın yerine getirilmesi büyük bir önem taşıyor. Türkiye’deki çatışma ve çelişkileri doğrudan Almanya’ya taşıyan, nefret körükleyen ve Türkiye kökenliler arasında din ve millet söylemi altında “paralel yaşamı” savunan ve düşmanlık körükleyen örgütlerin yok olması, herkesten önce Türkiye kökenli göçmen emekçilerin çıkarınadır. (YH)

Close