Written by 09:36 ÇALIŞMA YAŞAMI

ÇALIŞMA SÜRELERİ SORUNU

Ulf Immelt / UZ

„On bir saatlik çalışma, toz, gürültü ve eve dönüş yolundan sonra, bırakın çocukları, ev işleri ve uyku için bile neredeyse hiç zaman kalmıyor. Birkaç boş saatimiz kaldığında pazar günü için yaşıyoruz. Kendimiz için bir saat daha istiyoruz. Ailemiz için bir saat. Hayat için bir saat.“ Ücretli çalışanlar kendi güçlerine güvenmek yerine yöneticilerin merhametini ummuş olsalardı, bugün çalışma saatleri muhtemelen 19. yüzyılın sonunda Saksonya’nın Crimmitschau kentindeki bir tekstil işçisinin tarif ettiği kadar uzun ve dayanılmaz olurdu.

Kişinin emek gücünü bir kapitaliste satmak için verdiği zaman mücadelesi, sendikaların tarihi boyunca bir iplik gibi uzanmaktadır. Bu anlaşmazlıklar genellikle sert ve uzun süreli olmuştur. 1903 yazında Saksonya’daki kadın tekstil işçileri günlük çalışma saatlerini 10’a indirmek için 22 hafta boyunca başarısız bir greve gittiler. Kasım 1918’de devrimci işçiler ve askerler -en azından şimdilik- Almanya’da 8 saatlik iş gününü kazandılar. „Cumartesiler babam bana aittir“ -bu Slogan altında DGB sendikaları, haftada 48 çalışma saati ve daha fazlasının bir kez daha günün düzeni olduğu genç Federal Cumhuriyet’te çok sayıda sektörde cumartesi günlerinin çalışı lmadan geçirilmesini sağladı.

„Yaşamak, sevmek, gülmek için daha fazla zaman“ işçilere verilmiyor. IG Metall’in 35 saatlik hafta için neredeyse yedi hafta süren iş bırakma eylemi bunun kanıtıdır. Haziran 1984’te Batı Almanya metal endüstrisindeki 23 şirkette çalışan 57 bin 500 işçi bunun için iş bıraktı. Sermaye tarafı buna lokavtla karşılık verdi. Başlangıçta, Kuzey Württemberg/Kuzey Baden ve Hessen’in tartışmalı toplu pazarlık bölgelerindeki 155 bin işçi bu durumdan etkilendi. Ardından ülke çapında „soğuk lokavt“ başladı. Kısa süre içinde yarım milyon işçi-greve gidenlerin on katı-lokavta maruz kaldı. Yine de IG Metall, kurumsal ve siyasi düzeylerden gelen tüm direnişlere rağmen 1995 yılına kadar 35 saatlik hafta uygulamasını adım adım hayata geçirmeyi başardı.

IG Metall, çelik endüstrisinde yaklaşan toplu pazarlık turunda, çalışma saatlerinin azaltılması talebini bir kez daha gündeme getirdi. DGB’nin en büyük sendikasının amacı, çalışma haftasını mevcut 35 saatten 32 saate indirerek sektör genelinde dört günlük bir hafta uygulamasını başlatmak.

Ağustos 2020’de IG Metall Lideri Jörg Hofmann, metal ve elektrik endüstrisi için dört günlük bir haftayı gündeme getirmişti. O dönemde bu, otomotiv ve yan sanayideki dönüşüm süreçlerinin bir sonucu olarak büyük çaplı işten çıkarmaları önlemek için şirketler için bir seçenekti. Daimler, ZF veya Bosch gibi münferit şirketlerde daha kısa çalışma saatlerinin şirket düzeyinde kabul edilmesinin ardından, IG Metall Lideri iki yıl önce “Gelecekte bu yol metal ve elektrik endüstrisindeki tüm şirketlere açık olmalıdır; çalışanlar için belirli bir ücret telafisi ile” açıklamasını yaptı.

Karşı tarafın cevabı geçmiş tartışmalarda olduğu gibi bugün de aynı: Ekonomik krizin üstesinden gelmek için daha az değil daha fazla çalışmak gerekir. Ancak bu neoliberal argüman, çalışma süresinin azaltılmasının 2008/2009 krizi sırasında bazı şirketlerde zaten uygulanmış olduğu gerçeğini hafife almakta. Belirli koşullar altında işverenlerin de işçi çıkarmak yerine çalışma saatlerini azaltmaya yönelik bir çıkarı var. Bu şekilde kalifiye işçileri güvence altına alırlar ve sosyal planlar için maliyet tasarrufu sağlarlar.

Çelik endüstrisinde yaklaşan toplu pazarlık turunda da, işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının iyileştirilmesinin yanı sıra işlerin korunması da önemsiz bir rol oynamamakta.  Bu kez sendika, enflasyon nedeniyle artan hayat pahalılığının da etkisiyle, çalışma süresinin kısaltılmasını, ücretlerin tam olarak ödenmesini ve tüm sektör için bağlayıcı olmasını istiyor.

Bu toplu sözleşme talebi işçiler arasında geniş bir kabul görürken, “Çelik İşverenleri Birliği” şimdiden sert bir direniş gösterdiğini açıkladı. İşverenler açısından çalışma süresinin daha da azaltılması söz konusu değildi. Bir birlik yetkilisine göre, zaten yüksek enerji maliyet artışları ve sektörün dönüşümü için gereken maliyetlerle mücadele ediyorlar.

Ancak burada bahsedilmeyen şey, dört günlük haftanın birçok şirkette uzun süredir uygulandığı. IG Metall ilk kez 1993 yılında Volkswagen’de bunun için mücadele etti. Bu sayede kriz sırasında 30 bin kişinin istihdamı kurtarıldı.

Bu arada, çok sayıda toplu iş sözleşmesi, şirketler için çalışma saatlerinin azaltılmasına ve çalışanlar için isteğe bağlı çalışma saatlerine izin vermekte. Bu durum demir çelik sektörü için de geçerli. ThyssenKrupp’ta işçiler haftalık çalışma saatlerini 33 ila 35 saat arasında seçebilmekte. Arcelor Mittal’de ise çalışma süresinin 32 saate indirilmesi mümkündür. Ancak her iki şirket de bireysel olarak azaltılan çalışma saatleri için ücret tazminatı ödememektedir. Ücret denkleştirmesi yoktur.

Uzun süredir yürürlükte olan bu şirket uygulaması göz önüne alındığında, “Çelik İşverenleri Birliği”nin bu katı reddine gerçekten sadık kalıp kalmayacağı sorusu ortaya çıkıyor. Yoksa önümüzdeki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri artık çalışma süresinin azaltılıp azaltılmayacağı sorusuyla değil, sadece bunun somut olarak nasıl yapılandırılacağıyla mı ilgili olacak? Çalışma süresinde sadece geçici bir azalma olacak ve sermaye yeniden daha fazla insan emeğine ihtiyaç duyar duymaz bu süre yeniden artırılacak mı? Yoksa IG Metall, meslektaşlarıyla birlikte daha fazla boş zaman ve kendi kaderini tayin eden bir yaşam için mücadele etmeyi başaracak mı? Anlaşmazlık, tam ücret ve personel tazminatı ile çalışma saatlerinin azaltılmasıyla mı sona erecek? Teknik ilerlemeye bağlı verimlilik artışı istihdamı güvence altına almak için tam olarak kullanılacak mı? Buna, önümüzdeki anlaşmazlıkta sermaye ve emek arasındaki güç dengesi karar verecek.

Çeviren: Semra Çelik

Close