YÜCEL ÖZDEMİR
Meslektaşımız Celal Başlangıç’ı 3 Mayıs günü kaybettik. Tam bir hafta sonra, 10 Mayıs’ta Köln’de ona yakışan bir cenaze töreniyle defnettik.
Ölüm karşısında insan bazen ne yapacağını ne yazacağını şaşırıyor. Hele bu “ölüm haberi” beklenmedikse…
Bazen “ölüm haberi”nin gerçek olduğuna kendisini de inandırmak için içindekilerin tümünü yazıya döküp, ölene karşı bir an önce sorumluluğunu yerine getirmek ister insan. Bazense bu gerçeği hazmetmek için zamana ihtiyaç duyar. Konuşarak ya da susarak sadece üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışır.
Celal Başkangıç’ın ölüm haberini alınca bu ikinci duruma düştüğümü fark ettim. Bir türlü; pek çok kez oturup muhabbet ettiğim, kaç kere davet ettiği televizyon programlarına katıldığımı hatırlamadığım, birçok kez derneklerin toplantılarına birlikte tren yolculuğu yaptığım, her telefonlaştığımızda “en kısa zamanda görüşmek üzere” diye vedalaştığım Celal Başlangıç için ancak şimdi birşeyler yazabiliyorum.
1990’lı yılların başında sadece haberlerinden tanıdığım Celal Başlangıç ile yollarımız iki kez keşişti. İlki Evrensel’in kuruluş çalışmalarının başladığı 1995’in baharında. Duisburg’da tuttuğumuz küçük bir büroda gazetenin Avrupa’daki yayınını ve sayfalarını koordine ediyorduk. Başlangıç da bu kuruluş çalışmaları kapsamında Duisburg’a gelmişti. Aradan neredeyse 30 yıl geçmiş ve hepimiz gençtik, sosyalist günlük gazete çıkarmanın heyecanı içindeydik.
Duisburg’daki bir düğün salonunda düzenlediğimiz tanıtım toplantısında salon tıka basa doluydu.
Başta Kürt illeri olmak üzere, Türkiye’nin her yerlerinde insan haklarının ayaklar altına alındığı, işçi sınıfının hak alma mücadelesi verdiği koşullarda “karanlığın perdesini yırtacak” devrimci bir gazeteye olan ihtiyacı Celal Başlangıç, temsilcimiz Mehmet Çallı da Avrupa’da yapacaklarımızı anlatıyordu.
O yıllarda Duisburg’da yaşayan, sonradan gazetenin yazarları arasına katılan Fakir Baykurt bütün ısrarlara rağmen podyumda değil, okurlar arasında oturmayı tercih etmişti. Sanırım önce nasıl bir gazete çıkacağını görmek istiyordu.
Yaptıklarıyla başarılı bir gazetecilik geçmişine sahip Başlangıç’ın toplantıda anlattıkları herkese güven veriyordu. Gazete 7 Haziran’da yayınlanmaya başlandığında bunun boşuna olmadığı görüldü.
Sonra yollar ayrıldı…
2017’de Başlangıç’ın Almanya’ya zorunlu çıkışı ve Artı TV çalışmalarına başlatması ikinci kez yollarımızın kesişmesine vesile oldu. Aradan yıllar geçmesine rağmen sanki her gün görüşüyormuşuz gibi aynı sıcaklıkla davrandı. Gazeteci eşi Ayşe Yıldırım da…
Evrensel’in Celal Başlangıç’ın hayatında özel bir yerinin olduğunu her görüştüğümüzde hep hissettim. Ayrılık yıllarındaki tartışmalar, beklentiler konusunda olumsuz bir tek şey söylemedi. Söylediği tek şey “Arkadaşlar çok acele etti. Biraz daha sabretselerdi gazete de hareket de bambaşka yere gelecekti” oldu. Televizyonda Evrensel’in tanıtılması, kaynak gösterilmesi konusunda hep hassas davrandı. Hatta katıldığım bir program 7 Haziran’a denk geldiği için, açılış konuşmasında Evrensel’in doğum gününü ilk o kutladı ve planda olmayan bir şekilde Evrensel ile giriş yaptık.
29 yıllık yayın tarihinde Evrensel’in kapısından kaç kişinin girdiğini, kaç kişinin çıktığını tahmin bile edmiyorum. Gelip gidenlerin bir kısmı bir daha geriye dönüp bakma ihtiyacı bile duymadı. Celal Başlangıç’ın gözü ise hep Evrensel’in üzerindeydi. Geçmişiyle kavgalı değildi, barışıktı. Evrensel onun için sanki bir “ilk sevgili” gibiydi. Belki hayalini kurduğu gazeteyi kısa bir süre de olsa ilk olarak Evrensel ile yaptığı için… Bu nedenle Evrensel’e karşı huzurluydu. Metin Göktepe Gazetecilik Ödül Jürisi’nde pek çok kez yer aldı. Kısacası, Evrensel’den gitmiş olsa da dostluk ilişkisini hep sürdürdü.
Cenaze töreni ona yakışan bir tören oldu. Dini ritüellerden uzak, gazeteciliğe yakındı. Az konuşuldu, ama çok şey söylendi. En dikkat çekici vurgulardan birisini Kürt gazeteci Günay Aslan yaptı: “Celal, bıktırıcı tartışmaların birinden sonra dönüp ‚Bana Türk muamelesi yapma, ben önce insanım‘ dedi.”
Bunu oturup konuştuğumuz değişik ortamlarda da söyledi: “Kürt arkadaşlar bana hep Türk muamelesi yapıyor. Türk devletinin yaptıklarından sanki beni sorumlu tutuyorlar. Halbuki ben Kürtlere bok yedirildiğini yazan gazeteciyim.”
Günay’ın anlattığı, bizim de bildiğimiz bu anekdot, aslında her şeyi ulusal kimlik, milliyet, aidiyet üzerinden açıklamaya çalışanların kulağına küpe olmalı. ‘Herkes milliyetinden, inancından önce insanlığıyla övünmeli’ diyor Celal Başlangıç. Uluslar, kimlikler üstü evrensel bir insan olmayı başarabildiği için cenazesine katılanlar arasında her milletten insan vardı. Celal Başlangıç bu yönüyle gerçek anlamda evrensel bir insandı.
Böyle olduğu için de mezarının nerede olmasını önemsemedi. Her konuştuğumuzda “Ulan evden çıkıp Dom kilisesini görmezsem, Almanya’da olduğumu unutacağım. Gündem hep Türkiye, televizyonda saatler Türkiye’ye ayarlı” diyordu. Gövdesi Almanya’daydı, ancak aklı, fikri hep Türkiye’deki barışta, demokraside, insan haklarında, basın özgürlüğündeydi. Ve tabii ne zaman geri döneceğinde…
Bunlara rağmen toprağa giden son durağın Köln olmasını istemesi, bizin onu yeterince anlamadığımızın da göstergesi. Bu nedenle bildiğimiz ve tanıdığımızdan daha evrensel bir gazeteciyi kaybettik.
Anısı, yaptıkları, yazdıkları örnek olduğu yeni kuşak gazeteciler tarafından yaşatılacak, unutulmayacak.