Written by 13:00 ÇALIŞMA YAŞAMI

Ekonomi daralıyor – Faturayı kim ödüyor?

Ekonomi enstitüleri, hükümet, IMF ve diğer ulusal ve uluslararası kurumlar “Sonbahar Tahminlerini” açıkladılar. Ufak farklar olsa da cümle alem Almanya ekonomisinin bu yıl daralmasını 2024’te ise beklenilenden daha az büyüyeceğini tahmin ediyorlar. Enflasyon bu yıl ortalamasında yüzde 6’nın üzerinde olacak, gelecek yıl ise yüzde 2,6-3,5 arası olması bekleniyor. Her şeyi doğru yaptıklarını söyleyen Ekonomi Bakanı Habeck, asıl sorunun Almanya dışında olduğunu söylüyor. Asıl önemli olan faturanın kime çıkarılacağı.

SERDAR DERVENTLİ

İşçi ve emekçiler açısından ekonominin iyiye gitmediği, aksine hayat pahalılığın ve borçların arttığı, değişken faizle alınan kredilerin ödenmez hale geldiği sürpriz değildi. Dolayısıyla Federal Hükümetin, Uluslararası Para Fonu İMF’nin ve diğer kurumların yayınladıkları raporlar kimseyi şaşırtmadı. Buna rağmen raporlara bakmanın yanı sıra önerilen “acı reçeteleri” gözden kaçırmamakta fayda var. Sonuçta geride bıraktığımız yüksek enflasyonlu ve faizli dönemde hükümet tarafından atılan birçok adım, “düzlüğe çıkma” vaadiyle atılmış ve geniş emekçi kitlelerine, “biraz daha sabretmeleri” önerilmişti. Hesaba göre dişimizi biraz daha sıkıp, gayret edecek ve sonunda düzlüğe çıkacaktık. Gelinen yerde düzlüğe çıkamadığımız bir yana tepe taklak aşağı düşmeyle karşı karşıyayız.

HABECK’İN RAKAMLARI…

Kapitalist ekonomi de psikoloji çok önemli – her gün borsadan haber yapanlar bunu sürekli TV ekranlarından tekrarlıyorlar. Borsadakilerin ruh halleri iyi değilse yükselişte olmuyor! Bu durumu çözen Federal Ekonomi Bakanı Robert Habeck, 11 Ekim günü Almanya ekonomisine ilişkin oldukça kasvetli tahminleri sunarken hep “iyimser” tablo çizmeyi ihmal etmedi: “Bu yıl ekonomi beklenildiği gibi yüzde 0,4 oranında büyümeyecek, yüzde 0,4 oranında küçülecek.” Habeck’e göre bu “kötü” ama “çok kötü” değildi: “Artık dipteyiz. Gelecek yıl bu vadiden çıkıyoruz ve sonra işler yeniden toparlanacak: Ekonomi 2024 yılında yüzde 1,3 büyüyecek.”

Aynı günün akşamı Sandra Maischberger’in programında kendisine yöneltilen, “Sizce gelecek yıl tekrar düzlüğe çıkacak mıyız?“ sorusuna Habeck hemen net bir ‚evet‘ ile cevap verdi. Ayrıca “yüzde 1,3’lük büyüme o zaman özellikle değerli olacak”, çünkü bu “öncelikle kendi gücümüzden kaynaklanan bir büyüme olacak, ucuz Rus gazı olmadan, Çin’den gelen destek rüzgârı olmadan.”

Habeck’in “artık dipteyiz” sözüne ne kadar güvenilir ortada. İlkbaharda “yüzde 0,4 büyüme olacak” diyen bakan şimdi, “yüzde 0,4 daralma olacak” diyor. İlk söylenenin tam tersi gerçekleşiyor!

Düşülen yer gerçekten “en dip mi” yoksa bugünden göremediğimiz daha derin bir uçurumun kıyısında mıyız?

Ayrıca “ucuz Rus gazı olmadan, Çin’den gelen destek rüzgârı olmadan” Alman ekonomisi gerçekten ‘hızla’ büyür mü – bu da tartışmalı. En azından uluslararası alanda rol oynayan “global player” olarak tanımlanan tekellerin önemli bir bölümü bunu farklı değerlendiriyor. Örneğin dünyanın en büyük kimya tekeli olan Almanya menşeli BASF, geçen yıl Çin’e yaptığı 10 milyar euroluk yatırımın yanı sıra önümüzdeki yıl ABD’de 5 milyar euro yatırım yapmayı planlıyor. Otomobil ana ve yan sanayisi, “yatırımları ülkeler açısından çeşitlendirmek en doğrusu” olduğunu ilan etti.

Bu arada hatırlatmakta fayda var. Almanya’nın “istemiyoruz, almayacağız” dediği Rus petrolü ve doğalgazı artık -daha pahalı olarak- Hindistan üzerinden Avrupa Birliği’ne dolayısıyla ülkeye giriyor.

Habeck’in açıklamalarının en ilginç yanı ekonominin kötüye gitmesine neden olan tüm bu yaşananlardan kendilerinin hiç sorumlu olmadığı iddiası! Habeck yaşananları “dış güçlerle” açıklıyor: Ruslar, Ukrayna’ya saldırdı (enerji ve tahıl fiyatları yükseldi), Çin beklenildiğinden az büyüdü (Almanya’nın bu ülkeye ticaret hacmi daraldı).

Enerji fiyatlarının arttığı ve Almanya’yı olumsuz etkilediği ortada. Fakat tahıl konusu öyle değil. Federal İstatistik Dairesi DESTATIS’in birkaç a önceki açıklaması şöyle: “Hem Ukrayna hem de Rusya, küresel olarak önemli tahıl ihracatçıları olarak, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından önce bile Almanya’nın tahıl ithalatında küçük bir rol oynuyordu. 2022 yılında Ukrayna’dan yapılan tahıl ithalatı, Almanya’nın genel tahıl ithalatının yüzde 4,5’ini oluşturuyordu. Rusya’dan yapılan ithalatın payı ise yüzde 0,02 idi.”

Çin’e yöneltilen “suçlama” da gerçeği yansıtmıyor. Yine DESTATİS’e göre: “Çin Halk Cumhuriyeti bir kez daha Almanya’nın en önemli ticaret ortağı oldu. Kesinleşmemiş sonuçlara göre, 2022 yılında Almanya ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında 298,9 milyar euro değerinde mal ticareti yapıldı (ihracat ve ithalat). Böylece Çin Halk Cumhuriyeti 2022 yılında üst üste yedinci kez Almanya’nın en önemli ticaret ortağı oldu.”

IMF KARAMSAR…

Ayrıca gelişmiş kapitalist ülkelerin yanı sıra BRICS ülkelerinin ekonomileri büyürken (fotoya bkz.) Almanya’nın ekonomisinin daralmasını tümüyle “dış gelişmelerle” açıklamak pek mantıklı olmadığı ortada.

IMF’nin yayınladığı raporda tüm verilerin, yaz aylarında yayınlanan raporla kıyaslandığında farklı olduğunu görüyoruz: Almanya ve Çin’in büyüme oranları hafiften aşağıya doğru düzeltilirken diğer ülkelerin verileri yukarıya doğru düzeltilmiş.

IMF’ye göre Almanya 2023’ü yüzde 0,3 küçülmeyle değil yüzde 0,5 küçülmeye kapayacak. Gelecek yıl ise büyüme oranı daha önce tahmin edildiği gibi yüzde 1,3 olarak değil yüzde 0,9 olarak gerçekleşecek. Tabloda görünmeyen önemli bir diğer veri ise enflasyon beklentisi. Alman hükümeti 2023 için ortalama yüzde 6,1 ve 2024 için yüzde 2,6 düzeyinde enflasyon beklerken IMF’de sırasıyla yüzde 6,3 ve yüzde 3,5 oranında enflasyon artışı bekliyor.

Ayrıca IMF ve bir dizi ekonomist enflasyonun düşünüldüğü kadar hızla gerilememesini bekliyorlar. Bu yıl enflasyonun dünya genelinde yüzde 6,9 olarak gerçekleşmesini bekleyen IMF, gelecek yıl tüketici fiyatlarının dünya genelinde yüzde 5,8 yükselmesini bekliyor. Birkaç ay önce yüzde 5,2 rakamı açıklanmıştı IMF tarafından.

Diğer yandan merkez bankalarının enflasyonu düşürme adına faizleri yükseltmeleri bir yanda devlet harcamalarının önemli bir payının faiz olarak ödenmesine neden olurken yüzbinlerce vatandaş içinde kredi taksitlerinin artması anlamına geliyor. Özellikle faizlerin düşük olduğu dönem uzun vadeli ve değişken faiz üzerinden imzalanan kredi sözleşmeleri şimdi bu kesimin bütçesinin iyiden iyiye daralmasına neden oluyor. Bununla birlikte normal kredi limitini aşan aylık vadeli krediler (“Dispokredit”) faizleri katlanarak artması da özellikle dar gelirli, ayın sonunu bu krediyle getirenlerin daha fazla borçlanmasına neden oluyor ve bu gidişat önümüzdeki dönem daha da kötüye gidecek.

Devletler açısından da durum parlak değil: Örneğin 2020 yılında Almanya’nın faiz ödemesi kamu girdilerinin (vergilerin) yüzde 1’i dolayındaydı. Gündemdeki faiz politikası nedeniyle 2028 yılına kadar bu oranın yüzde 2,1’i çıkması bekleniyor. Fransa’da bu oranın yüzde 5,2’ye, AB’nin üçüncü büyük ekonomisi olan İtalya’da ise yüzde 8,2’ye çıkması bekleniyor. Ekim ayında devlet borçları 33,5 trilyon dolara çıkan ABD’nin hali hazırda yıllık 700 milyar dolar faiz ödediğine dikkat çeken bazı uzmanlar, “faizler böyle yükselmeye devam ederse önümüzdeki 10 yıl içinde ABD’nin ödemek zorunda kalacağı yıllık faiz miktarı 3 trilyon dolara çıkabilir” diyorlar.

Veya bir başka deyişle devletlere borç veren (devlet tahvilleri satın alan) mali sermayeye (bankalar, fonlar) önümüzdeki yıllarda ihya edilecekler.

FATURA MESELESİNE GELİNCE

Bir yıl önce “yüksek fiyatlara karşı birlikte” sloganı altında kurulan “Uyumlu Eylem Planı” dahilinde sermaye, hükümeti ve sendikalar birlikte masaya oturmuşlar ve gerçekte, enflasyonun yükü altında inleyen geniş emekçi kitlelerini “nasıl uyuturuz” diye plan yapmışlardı. “Enflasyonun herkesi vurduğunu” ileri sürüp, “kol kola girip birlikte hareket etmeye” çağıran Başbakan Scholz, TİS döneminde işçilerin reel ücretlerinin artmasını engellediği gibi temel gıda maddelerine olduğu gibi enerji fiyatlarına da tavan fiyatı uygulamayıp tekellerin diledikleri gibi zam yapmalarının yolunu açmıştı.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), geçtiğimiz Temmuz ayında yayınladığı bir raporda, Almanya’daki şirketlerin olağanüstü kar yapmalarının incelendiğini duyurmuştu. Buna Alman şirketlerinin (enerji, gıda ve diğer alanlar) enflasyonu fırsat bilip fiyatları zorunluluğun çok ötesinde yükselttiklerini belirten OECD raporuna göre, Almanya’da 2019-2022 arası parça başı fiyatlar yüzde 24 artarken parça maşı maliyet giderlerinin ise yüzde 13 artmıştı. “Aradaki fark diğer sanayi ülkeleriyle karşılaştırıldığında çok ciddi fark olduğu görünüyor. Sanki Almanya’da enflasyon artışı orantısız bir şekilde değerlendirilmiş” denilen raporda, “Bu fiyat artışlarının ücretlere yansıtılması beklenirdi. Fakat bu konuda da Almanya’da beklenilen düzeyde reel ücretlerin artması söz konusu olmadı” deniliyor.

İşçi ve emekçilerin geride bıraktığımız dönemin faturalarını olduğu gibi gelecek dönemin faturalarını ödemesinin koşulları hazır tutuluyor.

SPD/FDP/Yeşiller hükümeti, önceki hükümetler gibi sermayeye çok değişik kaynaklar yaratma girişimlerini sürdüler. Geçtiğimiz ağustos ayında Federal Sayıştay tarafından hazırlanan bir rapor önceki ve bugünkü hükümetin resmi devlet bütçesinin yanı sıra özel fonlarla sermayeyi nasıl teşvik ettiğini gösteriyor. Sayıştay, 2011 yılında kurulan “İklim ve Dönüşüm Fonu” (KTF), 2020’de kurulan “Korona Ekonomik İstikrar Fonu” (“WSF-Corona”), 2022’de “Federal Silahlı Kuvvetlerin Özel Fonu” ve yine 2022’de “Enerji Krizi Ekonomik İstikrar Fonu” (“WSF-Energiekrise”) isimleriyle kurulan fonların mali hacimlerinin 555 milyar euro dolayında olduğunu ve bunun devletin resmi bütçesinden (445 milyar euro) daha fazla olduğuna dikkat çekiyor.

Bu “gölge bütçenin” faturası da önümüzdeki yıllarda diğer faturalar olduğu gibi peyder pey işçi ve emekçilere çıkarılacak.

ALMAN SERMAYESİ ROTASINI BELİRLEMEYE ÇALIŞIYOR

Son aylarda, özellikle de IMF ve diğer ulusal ve uluslararası kurumların konjonktür raporlarını, geleceğe yönelik tahminlerini açıklamaya başlamalarıyla birlikte Almanya’nın, “Avrupa’nın hasta adamı” olduğu yönünde fikirler ortaya atılmaya başlandı.

Sermayenin, “durumumuz çok kötü” gibi hayıflanmalarla rekabet gücünü artırmak üzere daha fazla destek ve sübvansiyon talebinin altını doldurmaya çalıştığı biliniyor. Fakat bugün durum biraz daha farklı. Uluslararası gelişmelerde son birkaç yıldır Almanya “itici güç” olmaktan çıktı ve “itilen güç” konumuna geldi. İster Rusya ve Çin ile ticari ve siyasi ilişkiler olsun, ister Orta Doğu’da giderek büyüyen dengesizlikler veya AB içindeki çatlaklar. Sanki ‘herkes’ Alman sermayesine karşı “söz birliği etmiş” ve onun hamlelerini boşa çıkarmak için kolları sıvamış gibiler.

Habeck’in ekonomik raporunu açıklamasının ardından, “ekonomideki havanın hiç de iyi olmadığını vurgulayan” Alman Sanayi ve Ticaret Odası (DIHK) İcra Kurulu Başkanı Martin Wansleben, “Yeni bir başlangıç için sinyal hala eksik. Yüksek enerji fiyatları, gelecekteki enerji kaynaklarına ilişkin belirsizlik, yüksek vergi ve harçlar, bürokrasi, nitelikli eleman sıkıntısı ve durgun küresel ekonomi iş dünyası üzerinde baskısı yaratıyor. Ukrayna’daki savaş ve Orta Doğu’da yeniden alevlenen çatışmaların ek yükler getiriyor. Hükümet birçok şeyi birden gözden geçirmeli” dedi.

Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratzscher ise “ülkedeki ruh halinin ekonomik durumdan daha kötü olduğunu” söyledi. Fratzscher, “Almanya Avrupa’nın hasta adamı değil. Hükümet altyapı, eğitim ve araştırmaya daha fazla yatırım yapılmasını tetiklemek için acilen maliye politikasında rota değiştirmelidir. Ayrıca düzenleme ve bürokrasiyi de azaltmalıdır” dedi.

Uzun vadeli spekülasyon yapmak bir yana, kısa vadeli tahmin yürütmek için bile henüz çok erken. Pek çok şey devam eden çatışmaların bundan sonraki seyrine bağlı. Şu an sanki Almanya bir süre daha “itilen güç” pozisyonunda kalacak gibi görünüyor. Ancak bu durum pek uzun sürmeyebilir.

Öte yandan ise bu kargaşa ortamında, AfD gibi aşırı sağ güçlerin daha fazla güçlenmesi, parlamentodaki geleneksel partilerin daha fazla sağa, daha fazla sermaye çizgisine kaymaları, işçi ve emekçileri daha fazla bölmeye, kazanılmış hakları gasp etmeye yönelik bir dizi saldırı planlarının hayata geçirilmesinin koşullarını yaratıyor.

Mücadeleci güçlerin son yıllarda güç toplamadığı aksine daha da parçalandığı ortada. Bu nedenle önümüzdeki süreçte sınıf olanak gücümüzü toparlamak, mücadeleci güçlerin birleşmesinin zeminini hazırlamak için harekete geçmek zorundayız.

Close