Gunnar KÖHNE
Deutschlandfunk
Türkiye’de terör eylemleri bitmek bilmiyor. NATO üyesi ve AB üye adayı Türkiye, sanki Boğaza nazır bir Irak’a dönüşürcesine şiddet sarmalında ilerliyor. Birkaç yıl önce böyle bir durumla karşı karşıya kalınacağını kimse tahmin edemezdi.
Hükümet yandaşı basın her ne kadar dış güçleri terör eylemlerinin sorumlusu yapmaya kalksa da sorumluluğun öncelikli olarak bir kişinin üzerinde olduğu açık: Cumhurbaşkanı Erdoğan. Ülke içinde bölünme, ülke dışında da Suriye ile ilgili hayallerine dayalı politik çizgisi Türkiye’yi kontrol edilemez duruma soktu.
Belki Kürtlerle barış sürecini bitirmeyip tüm Kürt şehirlerini yerle bir etmeseydi Kürt teröristleri kanlı mücadelelerinden vazgeçebilirlerdi. Belki Suriye’de her renkten İslamcıyı desteklemese, katil IŞİD’liler bu desteğin çekilmesinden sonra Türkiye’den böylesine kanlı intikam almazlardı.
Terör tehlikesi nedeniyle ülke içinde birlik sağlanacağını, değişik düşünen, yaşayan gruplar arasında köprüler kurulacağını düşünenler korkunç bir hayal kırıklığı içindeler. Yılbaşı gecesi katledilen 39 kişinin ardından ortak yas tutmak yerine, “iyi olmuş!” deyip sevinenler, dış güçlere yönelik komplo teorileri üretenler oldukça fazla.
Erdoğan, ölenlerin cenaze törenlerine katılma gereği bile duymadı. Yıllardan beri Türkiye’de muhafazakar Müslümanlar, İslami olmayan davranış formlarına, bayramlara, şenliklere karşı hükümet partisine mensup politikacıların destek verdiği bir duruş içindeler. Yılbaşı gecesi olan saldırı da zaten bunun sonucu.
Türkiye’de laik çevreler kendilerini hiçbir zaman bu kadar yalnız hissetmemişlerdi. Ancak onların bu duyguya kapılmalarına sadece yaşam tarzlarına müdahale edilmesi yol açmıyor; yasama, yürütme ve yargının bir kişide toplanması, demokrasinin son kırıntılarının da yok edilmesi onları endişelendiriyor.
Hiçbir zaman istenilen oranda bağımsız olamayan hukuk kurumları, şimdi kendilerinin bile karikatürüne dönüştü. Hızla imam hatip okulları açılırken laik eğitim kurumları her türlü baskıyla, kapatılmayla karşı karşıyalar. Basın özgürlüğü de parlamentonun gücü de tamamen yok edildi. Önümüzdeki yıl bunlara ilaveten başkanlık sistemi gelecek. Ondan sonra Tayyip Erdoğan ülkeyi Orta Asyalı bir hükümdar gibi yönetme hakkına sahip olacak.
Bu gidişatı durduracak kimse yok. Ülkenin aydın ve demokratları ya hapiste ya da ülke dışına kaçmaya çalışıyor. Güçlü ve birbiriyle koordine içinde hareket eden örgütlü bir muhalefet yok. Parlamentonun yetkileri yok edilmiş durumda ve dünya, yalnızca Avrupa değil, Erdoğan’ın tavırlarını değiştirme yönündeki etkisini çoktan yitirdi.
Erdoğan’ı tek adam olma yolunda engelleyebilecek tek güç var: Ülkenin ekonomik açıdan çöküşü! Hemen hemen saat başı Türk lirası değerini kaybediyor. Türk bankaları milyarlar değerindeki ödenemeyen kredilerle baş başa ve yabancı yatırımcılar paralarını tümüyle Türkiye’den çekiyorlar. Ekonomik çöküş, Erdoğan’a toplumsal barış ve dış partnerler olmadan refahın olamayacağını hatırlatarak, politik çizgisini değiştirmesini sağlayabilir belki. Ancak onun böyle bir tepki vereceğine, politik çizgisini değiştireceğine inanmak saflık olur. Ekonomik açıdan çökmüş bir Türkiye ise Avrupa için şimdikinden çok daha kötü bir senaryo anlamına gelir. Dış sınırlarımızda yeni bir Irak’la karşı karşıya oluruz. Berlin ve Brüksel bu senaryoya şimdiden hazır olmalı.
(Çeviren: Semra Çelik)